Erdoğan-Fidan ilişkisine çok farklı bir bakış… Dost mular; rakip mi?
Gücünü ve iktidarını herşeye rağmen uluslararası sistem içinde kalarak devam ettirmek isteyen bir diktatörün en yakın iş arkadaşı, kuşkusuz, modern liberal devletin hukuki kısıtlamalarından istisnai olarak ayrık tutulan istihbarat şefleridir.
Çünkü söz konusu kısıtlamaların bir şekilde aşılması veya arzulanan sisteme uyarlanması diktatörlerin en çok ihtiyaç duyduğu unsurların başında gelir. Böylece muhalefet yok edilir, iktidar pekiştirilir. Ancak istihbarat şefleri ile diktatörlerin kader birliği, ideolojik yoldaşlıktan çok uzak bir şekilde gelişir.
Diktatörlerin bekası için ülke içinde her türlü operasyonel alt yapıyı hazırlamak ödevi verilen istihbarat şeflerinin bir diğer görevi, diktatörün uluslararası geçerliliğini de şartlara göre güncellemektir. Diğer bir ifadeyle, diktatörler, istihbarat şeflerini, etrafını saran güvenilir adamlarından ziyade kendisini her şartta uluslararası sistemde temsil edebilecek yeteneklere sahip kişiler arasından seçmeyi tercih ederler. Bu kişiler de genelde, ülke içinde
rejimin ideolojisini taşıyan kişiler olarak görünse de gerçekte rejimüstü bir pozisyona sahip aktörler olurlar. Çoğu diktatörün sonu da, bu zorunlu tercihin bir yan ürünü olarak meydana gelen olaylar neticesinde gelişir. Ya da bunun tam tersi olur. Bir bakıma diktatörlüklerin tarihi, istihbarat şefleri ile diktatörlerin ilişkilerinin tarihidir de denilebilir.
1935 ile 1944 yılları arasında Hitlerin istihbarat şefi olarak görev yapan Wilhelm Canaris aslında bir nazi bile değildir. Aksine bir nazi düşmanı olarak bilinmektedir. O kadar ki yahudiler sonradan, savaş dönemindeki yardımlarından dolayı Canaris’i ödüllendirmeyi bile tartışmışlardır. Birçok sadık nazi subayı dururken Hitler’in niçin nazi askeri istihbaratı Abwehr’in başına amiral Canaris’i getirdiği ve uzun yıllar, hatta savaş döneminde, bu görevde tuttuğu sadece diktatöryal bir öngörüsüzlükle açıklanamaz. Canaris, savaş boyunca başta İngiltere olmak üzere bir çok ülkeye Hitler’in planlarını sızdırmış ve savaşın gidişatını önemli ölçüde etkilemiştir. 1938-39’da Hitler’e yönelik suikast girişiminde bulunmuş ama istediği kadar yabancı devletlerin desteğini alamayınca planları boşa çıkmıştır. Hitler bu planlardan habersiz midir
bilmiyoruz ama Canaris bir şekilde görevine devam etmiştir. Hitler’e yönelik 1944’deki başarısız darbe girişimini planlayan üç ana gruptan biri de Canaris’in Abwehr’idir. Bu son girişimi canına mal olmuş, 1945’te bir toplama kampında piyano teli ile asılarak idam edilmiştir. Ancak Hitler de savaşı kaybetmekten kurtulamamıştır.
Dikkatli bir bakış ile Canaris-Hitler ilişkisi günümüz Türkiyesi için de sayısız dersler içermektedir. Gelecekte çok daha net bir şekilde görülecektir ki, Erdoğan rejiminin de hiç şüphesiz en tartışmalı ismi Fidan’dır. İlk olarak kaydetmek gerekir ki Fidan, Erdoğan’dan çok Davutoğlu tarafından bürokraside parlatılan ve yükseltilen bir isimdir. Erdoğan, belediye başkanlığından beri tanıdığı güvendiği adamlarından birini değil de Fidan’ı istihbaratın başına getirerek, benzerleri gibi klasik zorunlu tercihi yapmıştır. Yer yer basına da sızan anlaşmazlıklar, ikilinin mecburi ilişkisinin boyutu hakkında ipuçları vermektedir. Erdoğan’ın İsrail aleyhine söylemleri ile İsrail’in Fidan hakındaki kamuoyu oluşturma amaçlı açıklamaları, ikilinin aynı paydada buluştuğu yanılsamasını oluşturmuştur. Ancak Oslo’da yabancı istihbarat örgütlerinin koordinesinde PKKlılarla yapılan gizli görüşmelerin deşifre olması basına yansıyan ilk çatlak gibidir. Erdoğan’ın olaya ilk tepkisini bu açıdan okumak gerekir:
“…Sızma nasıl olmuş onu araştırıyoruz. Ama hatası da olsa Hakan Bey’i böyle nedenlerle harcamayız. Biz kolay kolay adam yemeyiz…” PKK konusunda Fidan’ın basına sızmayan yabancı devlet ve istihbarat örgütleri ile ilişkisi halen gizemini korumaktadır. Bu gizem, Fidan hakkında Erdoğan’ın kullandığı “sır küpüm” ifadelerinde anlamını bulmaktadır.
Sır küpünün, Rıza Sarraf hakkında tuttuğu rapor ve bu raporun basına yansıması da ikilinin ilişkisinin mahiyetinin can alıcı noktasını oluşturmaktadır. Fidan gibi bir ismin ABD nin ilgi alanına giren bir kriminal konuda, Erdoğan’ı ve hükümetini resmen suçlamaların temeline yerleştirme neticesinden başka bir sonuç doğurmayan söz konusu belgeyi hazırlaması ve basına sızdırması, taktik bir hata olarak okunamayacak kadar önemli sonuçları olan bir operasyondur.
2015 genel seçimlerinde Davutoğlu tarafından milletvekili yapılmak istenen Fidan, Erdoğan’ın şiddetli itirazı üzerine geri adım atmak durumunda kalmıştır. O dönemde çok ciddi meşruiyet krizi yaşayan ve iktidarı kaybetme durumu ile karşı karşıya kalan Erdoğan’ı ilk terk etmek isteyen ismin Fidan olması da ayrıca dikkate değer bir husustur. Daha sonradan ekibiyle beraber hem başbakanlıktan hem partiden fiilen tasfiye edilen Davutoğlu’nun ardından Fidan’a da yol göründüğünü zannedenler yanılmışlardır. Diktatör ile istihbarat şefi ilişkisi, Cumhurbaşkanı ile Başbakan ilişkisinden çok daha hassas dengeler üzerine kuruludur. Ölümcül neticeler doğurabilecek hamlelerden iki taraf da kaçınmak zorundadır. Çünkü kaybedilecek şey geri alınabilecek bir koltuk değil, telafisi mümkün olmayan bizzat hayatın ta kendisidir.
15 temmuz olayına da bu perspektiften bakıldığı zaman karanlık noktaların biraz netleştiği, en azından ihtimallerin azaldığı görülebilir. Bütün yargılamalar, komisyonlar, ifadeler, açıklamalar en önemli sorunun cevabını vermekten hala çok uzakta: “15 temmuzda Fidan’ın gerçek pozisyonu nedir?” Bu çok basit soruya tatmin edici bir cevap verebilen yok. Mit tırları, İşıdın desteklenmesi, terörizmin finansmanı gibi lokomotifi Fidan olan 15 temmuz öncesi konular neredeyse Erdoğan’ı uluslararası bir mahkemede sanık sandalyesine oturtacak düzeye ulaşmıştı. Erdoğan’ın yanında da muhtemelen Fidan oturacaktı. Böyle bir akıbet endişesi herhangi bir istihbarat şefini hayal bile edilemeyecek hesaplar içerisine itebilir.
Burada sorulması gereken soru, Fidan’ın 15 Temmuz’u Erdoğan’ı güçlendirmek için mi yoksa devirmek için mi kurguladığı sorusudur.
Güçlendirmek amacıyla kurgulamış olsaydı, “dere geçilirken at değiştirilmez” seviyesinde bir dolaylı azarlama yerine en az Halisdemir ayarında bir kahramanlaştırma şovu izliyor olurduk.
Oysa Erdoğan tarafından Fidan’ı ne tam bir sahipleniş var ne de tasfiye. Zayıf bir ihtimal ama bu durum, söz konusu mecburi ilişkide Erdoğanın Fidan’a karşı alan kazanma ve köşeye sıkıştırma taktiği de olabilir. Fidan’ın itinayla her çeşit sorgulamadan kaçırılmasının sebebi, Erdoğan’ı güçlendirmek için kurguladığı senaryonun açığa çıkma ihtimali mi, yoksa Erdoğan’ı devirmek için sahnelenmiş başarısız bir oyun ile iplerini Erdoğan’a kaptırmış bir istihbarat şefinin köşeye sıkışmışlığından sonuna kadar yararlanma durumu mu? Bunları şu an için öğrenebilme ihtimalimiz bulunmuyor. Ancak oyun bitip perde kapandıktan sonra bu soruların cevabını öğrenebileceğiz. Ama şurası kesin ki ikilinin ilişkisi en az birini, büyük ihtimalle de ikisini birden oyun dışına itecek boyutları çoktan aşmıştır.
Türkiye’nin yakın geleceği bu soruların cevabına göre şekillenecektir. Türkiye çok farkında gibi görünmese de dünya Erdoğan’ın Hitler’e taş çıkartacak bir diktatöryal performans sergilediğinin farkında. Dünyanın asıl merak ettiği ise Fidan’ın Canaris kadar mahir olup olmadığı.