Cemaate yönelik yönlendirilecek suçlamalar bulunamayınca cemaatin yaptığı yasal faaliyetlerin amaçları sorgulanmış ve hiçbir hukuk devletinde olmayan suçlar ihdas edilmiştir.
İlk tutuklamaların yapıldığı 2015 yılında başlatılan çatı davası mütalaasında savcılık cemaati amaçları yönünden sorgulamaktadır. İsnat edilecek suç bulunamayınca cemaatin yaptığı yasal faaliyetlerin amaçları sorgulanmış ve hiçbir hukuk devletinde olmayan suçlar ihdas edilmiştir.
Savcı cemaatin eğitim kurumlarını amaçları açısından söyle suçlamaktadır.
Cemaat eğitim kurumlarında:
-Öğrencilerine olumlu davranış kazandırmış kendine eleman yetiştirmiştir.
-Üretilen başarılı hizmetlerden dolayı öğrenciden ücret almış kendine mali kaynak oluşturmuştur.
-Yaptığı güzel çalışmalarla toplumun beğenisini kazanmış ve toplumda olumlu kanaat oluşturmuştur.
İddianameye göre cemaatin eğitim kurumlarının başarılı çalışmalarla meşruiyet kazanması suçtur. Cemaat herkesin gözü önünde gerçekleşen o alandaki kurumların tümünün yaptığı yasal faaliyetlerle suçlanmaktadır.
Savcıya göre cemaat, açtığı eğitim kurumlarında bir yandan hizmet üretirken bir yandan da yeni projelerinde görev yapacak elemanları yetiştirmiş ve kendi açtığı kurumda eleman kazandığı, ülke insanına yeni projelerinde çalışma fırsatları sunduğu için suç işlemiştir. Tüm dünyada eğitim ülkenin insan kaynağını geliştirmek için yapılır. Savcı cemaati insanlara olumlu davranış kazandırmakla insan kaynağını yetiştirmekle suçlamaktadır.
Savcının cemaatin eğitim kurumlarının amaçlarıyla ilgili ikinci suçlaması, cemaat mensuplarının kendi işletmelerinde kazanç sağlamalarıdır. Tüm özel işletmeler gibi eğitim amaçlı özel kurumla da öğrencilerden ücret alarak varlığını sürdürür ve başarabilirse bu kaynakları kullanarak kendini geliştirebilir. Cemaat de diğer eğitim kurumları gibi öğrencilerden ücret almış ve bunu yeni eğitim projeleri geliştirmede kullanılmıştır. Savcı kurumları verdikleri hizmet karşılığında öğrenciden aldıkları bu ücretten dolayı suçlamakta, cemaati eğitim kurumlarından gelir elde etmek gibi yasal bir faaliyetinden dolayı suçlu ilan etmektedir.
Savcıya göre cemaatin üçüncü büyük suçu, eğitim kurumlarında ürettiği hizmetlerle toplumda olumlu imaj oluşturmaktır. Tüm işletmeler daha iyi hizmet üreterek toplumda olumlu imaj oluşturmaya bu yolla daha yaygın hale gelmeye çalışır. Savcı cemaat mensuplarını açtıkları eğitim kurumları aracılığı ile toplumda olumlu imaj oluşturduklarını düşünmekte ve bu sebeple cemaatin meşruiyet kazanmasının suç olduğunu iddia etmektedir.
ORTADA NE SUÇ VARDIR NE DE SUÇ İŞLEYECEK BİR KADRO
İktidar istediği şeyi ele geçirmek için her türlü entrikayı çeviren bir mafya örgütü gibi çalışmakta ve aşamalı bir proje ile devlet organlarını hileli mevzuat düzenlemeleriyle istediğini ele geçirmede kullanmakta, bunda başarılı olmazsa mafya yöntemlerine başvurmaktadır. Doğan grubundan medya organlarını satması istenmiş, buna yanaşmayınca bir kusur bulunup milyarı bulan vergi borcu çıkarılarak yayın politikasını değiştirmeye zorlanmıştır. Doğan grubu iktidarı eleştiren tüm yazarları işten çıkarmış, yayın politikasını AKP nin istediği şekilde değiştirerek kendini korumaya almış ve ilk ele geçirme teşebbüsünü uzlaşarak savuşturmuştur.
Ancak iktidar yutmaya doymayan obur bir canavara dönüşmüş durumdadır, bu güne kadar irili ufaklı 4 siyasi partiyi ve onlarca basın kuruluşunu yutmuştur. Doğan grubunun genel yayın yönetmenlerini ve yazarlarını değiştirerek yayın politikasını iktidarın istediği yönde değiştirmesi de iktidarın iştahını kesmemiş bunu yeterli görmediği için ikinci saldırı başlamıştır. Bu kez 28 Şubattaki yayın politikasını gerekçe gösterip sahiplerini tutuklanmayla tehdit etmiş ve Doğan grubu medya organlarını satmak zorunda kalmıştır. İktidar gizli ortağı olan bir gruba devlet bankasından 1 milyara yakın ucuz kredi sağlayarak bir medya grubunu daha gasp etmiş ve istediğini aşamalı bir planla elde etmiştir. Birçok basın kuruluşu tehditlerle ve farklı mafya yöntemleriyle iktidarın eline geçmiştir.
Aynı yöntem cemaat içinde uygulanmak istenmiştir. İktidar paralı ya da partili uzmanlardan cemaatin eğitim kurumlarını ele geçirecek proje geliştirmelerini istemiştir. Uzmanlar birçok özel kuruma yaptıkları gibi mevzuat düzenlemeleriyle kurumların yasal izinlerini iptal ederek cemaatin eğitim kurumlarını yok etmeyi planlamıştır. Cemaat bu düzenlemeleri savuşturunca, bu kez devlet organlarını hukuk dışı mafya yöntemleriyle kurumları ele geçirmede kullanmıştır.
İktidar, cemaatin tüm kurumlarını mafya yöntemleriyle (delilsiz darbeye karışmakla suçlayıp) ellerinden aldığı halde, yaptıklarını yeterli görmemekte, sahiplerinin kurumları geri almasını engellemek için devlet görevlilerinden gasp ettiği kurumlar hakkında suç uydurmalarını istemektedir. Ortada ne bir suç ne de suç işleyecek bir kadro vardır. Cemaatin yaptığı tüm faaliyetler yasalar çerçevesinde yürütülmüş düşünceyi yayma hürriyeti kapsamındaki olumlu davranış kazandırma çalışmalarıdır.
DÜŞÜNCE VE DÜŞÜNCEYİ YAYMA HÜRRİYETİ KAPSAMINDAKİ FAALİYETLER SUÇ DEĞİLDİR!
Ülkemizde özellikle askeri darbe dönemlerinde düşünce ve düşünceyi yayma hürriyeti kısıtlanmıştır.
Hemen her dönemde devlet içinde art niyetli örgütlenmeler olmuş, bunlar zaman zaman güçlerini korumak için ülke insanları üzerinde kirli oyunlar oynamıştır. Demokratik normların gelişemeye yüz tutuğu dönemlerde iktidarların kaybetmek istemeyen bu kesimler demokrasiyi ortadan kaldıracak planlamalar yapmıştır. 70 li yıllarda azıcık demokrasiden yararlanan toplum kesimlerinin sosyal sorumluluk gereği yaptığı her faaliyetin içine kendi elemanlarını yerleştirmiş ve “Beşinci Kol” faaliyeti yürütmüştür. En küçük farkları kavga gerekçesine dönüştürmüş, heyecanına yenik düşen masum Anadolu çocuklarını kavgaların içine çekmiş ve birbirine kırdırmıştır.
Onları boğuşturanlar 1980 de darbe yapıp ülkeyi kurtaran kahraman rolünü üstlenmiştir. Darbeden sonra kavga sebebi olduğunu iddia ederek tüm dünya görüşleri yasaklanmış, düşünce ve düşünceyi yayma hürriyeti yok edilmiştir. Sonraki yıllarda Özal düşünce hürriyeti önündeki engellerden bazılarını ancak büyük mücadelelerle kaldırabilmiştir. Mevzuattan yasaklar kaldırılsa bile demokratik normlar devlet organlarınca kabulü sağlanamamış, antidemokratik uygulamalardan bazıları Özal’dan sonra da sürüp gitmiştir.
İlerleyen dönemde o günkü iktidara ya da devlet içindeki art niyetli örgütlenmelere ters gelen şiddet içermeyen barışçıl faaliyetler bile kuşkuyla karşılanmış, engellemek için çareler aranmıştır. Bu gruplar kendileri demokrasinin nimetlerinden yararlanıp devletin karar organlarını ele geçirirken muhalifleri engelleyecek yollar geliştirmiştir. 28 Şubat 1998 öncesinde gazetelere irtica haberleri servis edilerek askerler tahrik edilmiş post modern darbe ile demokrasi bir kez daha rafa kaldırılmıştır. O dönemde en masum faaliyetler bölücü ve yıkıcı faaliyet ilan edilip yasaklanmış, aynı devlet biriminde yıllarca birlikte çalışmış insanlardan birbirini suçlaması istenmiştir. Düşüncenin yasak olduğu bu antidemokratik ortam 2002 de tüm toplum kesimlerine barış vaadiyle gelen AKP ile son bulmuştur.
Mevcut iktidar yıllarca mağduriyet yaşadığı birçok konuda demokratik adımlar atmış, toplumdaki husumetleri kaldırmaya çalışmış, farklı dünya görüşünden birçok insana fırsatlar sunarak kendini kavgaları sona erdirip, toplumsal barışı sağlayacak ümit ışığı gibi göstermiştir. İktidarın ilk yıllarda demokrasiden özgürlüklerden yana bu tavrı toplum tarafından beğeni ile karşılanmış ve destek görmüştür.
Ancak tüm siyasal iktidarlar gibi onlar da özellikle 2007 den sonra demokrasiyi geliştirme yerine iktidarlarını sağlamlaştırmaya yöneldi, aşamalı bir planla kendi getirdiği birçok düzenlemeyi kaldırdı eskisinden daha tutucu antidemokratik yaklaşımları benimsemeye başladı.
2011 den sonra hızla demokrasiden uzaklaştı, 2016 daki darbeden sonra yönetimi tekeline alan iktidar partisi 2 yıldan beri OHAL ile gasp ettiği yetkiyi sorumsuzca kullanıyor. Ülkeyi geçici bir dönemde yönetmek için görev aldığını unuttu. Aynen askeri idarelerin yaptığı gibi keyfi KHK larla demokrasiyi kaldırıp tüm devlet birimlerini ele geçirecek geri dönülmesi imkânsız düzenlemeler yapıyor. Ülke yönetiminden hiç gitmemek için muhalif gördüğü tüm kesimleri aşamalı bir planla yasadışı ilan ediyor.
Şu sıralarda tamamen OHAL ile gasp ettiği yetkiyi bir baskı aracına dönüştürdü, kontrolüne aldığı mahkemelerden el çabukluğu ile muhaliflerini suçlu gösterecek kararlar çıkarmaya çalışıyor.
OHAL şartlarında kurduğu baskı ortamında seçimlere giriyor. Parti liderlerinin kimini tutukladı, kiminin basını kullanmasını engelledi, antidemokratik ortamda yapılan hilelerle dolu bir seçim sonunda meclis çoğunluğunu elde etmeyi gerekli güce kavuştuktan sonra OHAL i kaldırıp her şeyi demokrasi içinde elde ettiğini öne sürmeyi planlıyor. Önümüzdeki günlerde, özgürlüğün sadece kendileri için geçerli olduğu nevi şahsına münhasır parti devletini dünyaya demokrasi gibi sunmayı ülkeyi de krallar gibi tek başına yönetmeyi hedefliyor.
Tüm antidemokratik dönemlerde olduğu gibi bu günlerde anayasa dâhil taraf olduğumuz uluslar arası hukuk normları rafa kaldırıldı, devlet yönetiminde tek söz sahibi olmak isteyen bir yönetim muhalif gördüğü kesimlerin düşünce ve düşünceyi yayma hürriyeti kapsamında yaptığı yasal faaliyetleri suç gibi göstermeye koyuldu.
Önceki darbelerde kişiler hakkında güvenlik soruşturması yapılmış dünya görüşünü beğenmediklerinin devlet memur olması engellenmiş, eğitim kurumu açması sakıncalı görülmüş ve yasaklanmıştı. AKP iktidarı da aynen diğer darbeciler gibi özel okul açılışlarında güvenlik soruşturması getirdi cemaat dâhil dünya görüşünü beğenmediği insanları engelleyecek yollar geliştirdi. Devlet memurluklarına sadece kendi elemanlarını yerleştirmek için güvenlik soruşturması yaptırıyor ve görüşünü beğenmediklerini mülakatla eliyor. Devletin tüm kritik organlarında sade vatandaşlar ayıklanıyor, hemen her devlet birimi yasadışı OHAL uygulamaları ile parti kontrolüne geçiyor.
İktidar ele geçirmek istediği her yer için devlet organlarına yerleştirdiği parti elemanlarını kullanmakta ya da partili olmayanları tehditle yasadışı iş yapmaya zorlamaktadır. İktidarın mafya yöntemleriyle baş edemeyen memurların bir bölümü korkup suça bulaşmış ve partinin oyuncağı haline gelmiştir.
İktidar savcılardan cemaat hakkında suç bulmalarını istemekte, savcılar ve polis aldıkları talimata uyarak adam kaçırma, işkence vb. yollarla cemaat mensuplarına zorla önceden hazırladıkları itiraf metinleri imzalatmaktadır. Savcılar iktidarın yasadışı ele geçirme planın parçası olmuş cemaati yasal faaliyetleriyle suçlayacak kadar işi ileri götürmüştür.
Bu yüzden savcı mütalaasında cemaat kurum ve kuruluşlarının kendine özgü bir görüşünün olmasını şiddet içermeyen barışçıl bir eğitim felsefesine sahip olmasını suç gibi göstermiştir. Dosyaya kanunlar önünde suç olarak kabul edilecek birkaç hususu eklemek için işkence ya da salıverilme karşılığı imzalatılan itiraflar eklenmiştir.
EĞİTİM KURUMLARININ BİR FELSEFESİNİN OLMASI SUÇ DEĞİLDİR
Her eğitim kurumunun kurucuların dünya görüşüne gire bir felsefesi vardır, tüm faaliyet kararları arka plandaki bu felsefeye göre alınır. Felsefesi olmayan eğitim kurumlarının muhataplarına sunacağı heyecan uyaracak kayda değer bir projesi yok gibidir.
Demokrasilerde özel kurumlar önemsedikleri değerleri, yani inandığı felsefesini anlatarak toplumda karşılık bulmaya çalışırlar. Hangi felsefe başarılı bulunursa ona yönelir, kimse zorla kendi dünya görüşünü bir başkasına kabul ettirmeye çalışmaz. Ülkemizde öne çıkmış kurumların her birinin açıktan ilan edilmese bile konunun taraflarınca bilinen bir felsefesi vardır.
Örneğin eğitim alanında yaygın faaliyet yapan Final, Sınav, Uğur gibi özel kurumlar daha çok öğrencilerin üst öğrenimde başarılı olmasına odaklanmıştır. TED, Bahçeşehir, vb kurumlar öğrenci başarısıyla birlikte liberal laik dünya görüşünü benimsediklerini övünçle anlatırlar ve kurumlarındaki etkinliklerin çoğu bu felsefe esas alınarak yürütülür. Bazı dini grupların açtığı kurumlar ise hangi kaynaktan besleniyorsa ona ait dünya görüşünü öne çıkardıkları çevrelerince bilinir. Hatta kamu kaynaklarıyla faaliyet yaptığı için her dünya görüşüne açık olması gereken devlet okullarının bile bir felsefesi olmuş yapılan doğru olmasa da inansın inanmasın her öğrenciyi o felsefeyle yetiştirmeyi hedeflemiştir.
Cemaatin eğitim kurumları da öğrencinin akademik başarısı yanında olumlu davranış kazandırmada etkin rolüyle ün kazanmıştır. Ortaya konulan proje başarılı olmuş, toplumun beğenisini kazanarak ilgi odağı haline gelmiştir. Özel sektörün ürettiği toplumda karşılık bulan başarılı projeler sırf dünya görüşünden dolayı suçlu ilan edilemez.
Savcılık tüm eğitim gruplarının sanki bir felsefesi yokmuş gibi davranmakta, diğerlerinin yaptığı faaliyetleri demokrasi içinde normal karşılarken bir grubun toplumda kabul görmüş faaliyetlerini yasadışı ilan etme yetkisini kendinde görmektedir.
CEMAAT EĞİTİM YOLUYLA OLUMLU DAVRANIŞ KAZANDIRMA SUÇU İŞLEMİŞ
Eğitim öncelikle gelişme çağında yeni nesiller olmak üzere topluma olumlu davranış kazandırma amacıyla yapılır. Ülkemizde siyasi tartışmalardan dolayı devlet okullarında öğretmenler arasında etik ve ahlaki değerler eğitiminde ortak konsensüs sağlanamamış, hangi davranışların olumlu kabul edileceği öğretmenler arasında bile netleşmemiştir. Yaşanan kafa karışıklığı ile devlet okul ortamlarında öğrencilerde olumlu davranış kazandırmada istenen başarı sağlanamamıştır.
Çocuklarının kendi değerlerinden uzak yetişmesinden endişe eden bazı aileler arayış içine girmiş, bu ihtiyacı gören ve kendini sorumlu hisseden birçok kişi ve kuruluş konu hakkında proje geliştirmiştir. Her düşünce grubu hazırlayabildiği imkânlar ve kapasitesine göre belirlediği bir yöntemle topluma faydalı olmak istemiştir. Örneğin Süleyman Efendi talebeleri kuran öğretimini esas almış önceleri açtıkları kuran kurslarıyla toplumda bir ihtiyacı karşılamış, 28 Şubat döneminde bu faaliyetleri yasadışı ilan edilince binalarını yurda dönüştürerek sürdürmeyi seçmiştir.
Bu örnekte olduğu gibi Atatürkçü düşünce derneği dâhil sağdan soldan birçok topluluk önem verdiği değerlerin eğitimi için ülke şartlarının izin verdiği ve oluşturabildiği kaynaklar ölçüsünde gençler için ortamlar hazırlamış, etkinlikler yürütmüştür.
Evrensel hukuk normlarının rafa kaldırıldığı dönemlerde düşünceyi yayma hürriyeti kapsamında yapılan bu faaliyetler yasaklanmakta ve yapanlar suçlanmaktadır. AKP iktidarı da OHAL ile gasp ettiği yetkiyi kullanarak hâkim ve savcılardan cemaatin sosyal sorumluluk gereği yaptığı yasal eğitim ve diğer faaliyetlerini yasadışı ilan etme ve cemaat mensuplarını bunlarla suçlamalarını istemektedir.
Savcının iktidardan aldığı talimatla hazırladığı mütalaada cemaate isnat edilen suçlar hakkında ileri sürülen delillerin hiçbiri olağan dönemde hukuk devletlerinde delil olarak kullanılamaz. İktidar OHAL in sunduğu hukuk dışı ortamdan yaralanarak savcılardan cemaatle ilgili davaları sonuçlandırmalarını istemekte, hayatlarında hiç suça bulaşmamış insanlar sadece mensubiyetinden dolayı 6-7 yıl ceza verilmektedir.
Cemaatin tüm faaliyetleri yasal izinle yürütülmüştür, savcı dâhil hiç kimsenin geçmişte yapılan bu faaliyetleri yasadışı ilan etme hakkı yoktur. Savcı bazı cemaat mensuplarını hukuk karşısında bir anlamı olmayan işkenceyle alınmış ifadelerle suçlu ilan etmiştir.
Suç bulamadığı cemaat mensuplarını ise cemaatin faaliyetlerini meşrulaştırma gibi hiçbir hukuk sisteminde karşılığı olmayan bir suçlama yöneltip cemaatle yolu kesişmiş herkesi suç örgütünün bir üyesi olarak göstermeyi seçmiştir.
İktidar savcılardan OHAL kaldırılıncaya kadar olabildiğince fazla sayıda cemaat mensubu mahkûm etmesini istemekte savcılar da Anayasa ve evrensel hukuk normlarının kaldırıldığı bu dönemde cemaat mensuplarını kişisel hiçbir suçu olmamasına rağmen cemaatin faaliyetlerinde yer alarak cemaati meşrulaştırma gibi gülünç suçlamalarla cezalar yağdırmaktadır. Adı geçen davada da bu olmuş, hiç suçu olmayanlara suç uydurularak yargılananlardan bazılarına müebbet bazılarına 10-15’er yıl hapis cezası verilmiştir.
İlhan İşbilen, Kazım Avcı, Hidayet Karaca, Abdülkadir Aksoy, Alaattin Kaya ve Dilaver Azim’in yargılandığı dava dosyasına konuyla hiç ilgisi olmayan birçok kişinin isimi eklenerek, 6 kişi hakkında verilmiş mahkûmiyet kararı ile diğerlerinin de mahkûm edilmesinde kullanılacak bir dayanak oluşturulması hedeflenmiştir. Artık ülkede hukuk sistemi tamamen iktidarın art niyetli ele geçirme projelerine hizmet etmek üzere kararlar vermeye zorlanmaktadır.
Bu dava dosyası hukuki bir metin değildir, diktatörlüklere özgü bir yöntemle iktidarın ele geçirmek istediği yerler hakkında suç uydurulmasını istediği savcıların hukuk sistemini yok ederek hazırladığı tezvirattır.
Cemaate yönelik yönlendirilecek suçlamalar bulunamayınca cemaatin yaptığı yasal faaliyetlerin amaçları sorgulanmış ve hiçbir hukuk devletinde olmayan suçlar ihdas edilmiştir.
İlk tutuklamaların yapıldığı 2015 yılında başlatılan çatı davası mütalaasında savcılık cemaati amaçları yönünden sorgulamaktadır. İsnat edilecek suç bulunamayınca cemaatin yaptığı yasal faaliyetlerin amaçları sorgulanmış ve hiçbir hukuk devletinde olmayan suçlar ihdas edilmiştir.
Savcı cemaatin eğitim kurumlarını amaçları açısından söyle suçlamaktadır.
Cemaat eğitim kurumlarında:
-Öğrencilerine olumlu davranış kazandırmış kendine eleman yetiştirmiştir.
-Üretilen başarılı hizmetlerden dolayı öğrenciden ücret almış kendine mali kaynak oluşturmuştur.
-Yaptığı güzel çalışmalarla toplumun beğenisini kazanmış ve toplumda olumlu kanaat oluşturmuştur.
İddianameye göre cemaatin eğitim kurumlarının başarılı çalışmalarla meşruiyet kazanması suçtur. Cemaat herkesin gözü önünde gerçekleşen o alandaki kurumların tümünün yaptığı yasal faaliyetlerle suçlanmaktadır.
Savcıya göre cemaat, açtığı eğitim kurumlarında bir yandan hizmet üretirken bir yandan da yeni projelerinde görev yapacak elemanları yetiştirmiş ve kendi açtığı kurumda eleman kazandığı, ülke insanına yeni projelerinde çalışma fırsatları sunduğu için suç işlemiştir. Tüm dünyada eğitim ülkenin insan kaynağını geliştirmek için yapılır. Savcı cemaati insanlara olumlu davranış kazandırmakla insan kaynağını yetiştirmekle suçlamaktadır.
Savcının cemaatin eğitim kurumlarının amaçlarıyla ilgili ikinci suçlaması, cemaat mensuplarının kendi işletmelerinde kazanç sağlamalarıdır. Tüm özel işletmeler gibi eğitim amaçlı özel kurumla da öğrencilerden ücret alarak varlığını sürdürür ve başarabilirse bu kaynakları kullanarak kendini geliştirebilir. Cemaat de diğer eğitim kurumları gibi öğrencilerden ücret almış ve bunu yeni eğitim projeleri geliştirmede kullanılmıştır. Savcı kurumları verdikleri hizmet karşılığında öğrenciden aldıkları bu ücretten dolayı suçlamakta, cemaati eğitim kurumlarından gelir elde etmek gibi yasal bir faaliyetinden dolayı suçlu ilan etmektedir.
Savcıya göre cemaatin üçüncü büyük suçu, eğitim kurumlarında ürettiği hizmetlerle toplumda olumlu imaj oluşturmaktır. Tüm işletmeler daha iyi hizmet üreterek toplumda olumlu imaj oluşturmaya bu yolla daha yaygın hale gelmeye çalışır. Savcı cemaat mensuplarını açtıkları eğitim kurumları aracılığı ile toplumda olumlu imaj oluşturduklarını düşünmekte ve bu sebeple cemaatin meşruiyet kazanmasının suç olduğunu iddia etmektedir.
ORTADA NE SUÇ VARDIR NE DE SUÇ İŞLEYECEK BİR KADRO
İktidar istediği şeyi ele geçirmek için her türlü entrikayı çeviren bir mafya örgütü gibi çalışmakta ve aşamalı bir proje ile devlet organlarını hileli mevzuat düzenlemeleriyle istediğini ele geçirmede kullanmakta, bunda başarılı olmazsa mafya yöntemlerine başvurmaktadır. Doğan grubundan medya organlarını satması istenmiş, buna yanaşmayınca bir kusur bulunup milyarı bulan vergi borcu çıkarılarak yayın politikasını değiştirmeye zorlanmıştır. Doğan grubu iktidarı eleştiren tüm yazarları işten çıkarmış, yayın politikasını AKP nin istediği şekilde değiştirerek kendini korumaya almış ve ilk ele geçirme teşebbüsünü uzlaşarak savuşturmuştur.
Ancak iktidar yutmaya doymayan obur bir canavara dönüşmüş durumdadır, bu güne kadar irili ufaklı 4 siyasi partiyi ve onlarca basın kuruluşunu yutmuştur. Doğan grubunun genel yayın yönetmenlerini ve yazarlarını değiştirerek yayın politikasını iktidarın istediği yönde değiştirmesi de iktidarın iştahını kesmemiş bunu yeterli görmediği için ikinci saldırı başlamıştır. Bu kez 28 Şubattaki yayın politikasını gerekçe gösterip sahiplerini tutuklanmayla tehdit etmiş ve Doğan grubu medya organlarını satmak zorunda kalmıştır. İktidar gizli ortağı olan bir gruba devlet bankasından 1 milyara yakın ucuz kredi sağlayarak bir medya grubunu daha gasp etmiş ve istediğini aşamalı bir planla elde etmiştir. Birçok basın kuruluşu tehditlerle ve farklı mafya yöntemleriyle iktidarın eline geçmiştir.
Aynı yöntem cemaat içinde uygulanmak istenmiştir. İktidar paralı ya da partili uzmanlardan cemaatin eğitim kurumlarını ele geçirecek proje geliştirmelerini istemiştir. Uzmanlar birçok özel kuruma yaptıkları gibi mevzuat düzenlemeleriyle kurumların yasal izinlerini iptal ederek cemaatin eğitim kurumlarını yok etmeyi planlamıştır. Cemaat bu düzenlemeleri savuşturunca, bu kez devlet organlarını hukuk dışı mafya yöntemleriyle kurumları ele geçirmede kullanmıştır.
İktidar, cemaatin tüm kurumlarını mafya yöntemleriyle (delilsiz darbeye karışmakla suçlayıp) ellerinden aldığı halde, yaptıklarını yeterli görmemekte, sahiplerinin kurumları geri almasını engellemek için devlet görevlilerinden gasp ettiği kurumlar hakkında suç uydurmalarını istemektedir. Ortada ne bir suç ne de suç işleyecek bir kadro vardır. Cemaatin yaptığı tüm faaliyetler yasalar çerçevesinde yürütülmüş düşünceyi yayma hürriyeti kapsamındaki olumlu davranış kazandırma çalışmalarıdır.
DÜŞÜNCE VE DÜŞÜNCEYİ YAYMA HÜRRİYETİ KAPSAMINDAKİ FAALİYETLER SUÇ DEĞİLDİR!
Ülkemizde özellikle askeri darbe dönemlerinde düşünce ve düşünceyi yayma hürriyeti kısıtlanmıştır.
Hemen her dönemde devlet içinde art niyetli örgütlenmeler olmuş, bunlar zaman zaman güçlerini korumak için ülke insanları üzerinde kirli oyunlar oynamıştır. Demokratik normların gelişemeye yüz tutuğu dönemlerde iktidarların kaybetmek istemeyen bu kesimler demokrasiyi ortadan kaldıracak planlamalar yapmıştır. 70 li yıllarda azıcık demokrasiden yararlanan toplum kesimlerinin sosyal sorumluluk gereği yaptığı her faaliyetin içine kendi elemanlarını yerleştirmiş ve “Beşinci Kol” faaliyeti yürütmüştür. En küçük farkları kavga gerekçesine dönüştürmüş, heyecanına yenik düşen masum Anadolu çocuklarını kavgaların içine çekmiş ve birbirine kırdırmıştır.
Onları boğuşturanlar 1980 de darbe yapıp ülkeyi kurtaran kahraman rolünü üstlenmiştir. Darbeden sonra kavga sebebi olduğunu iddia ederek tüm dünya görüşleri yasaklanmış, düşünce ve düşünceyi yayma hürriyeti yok edilmiştir. Sonraki yıllarda Özal düşünce hürriyeti önündeki engellerden bazılarını ancak büyük mücadelelerle kaldırabilmiştir. Mevzuattan yasaklar kaldırılsa bile demokratik normlar devlet organlarınca kabulü sağlanamamış, antidemokratik uygulamalardan bazıları Özal’dan sonra da sürüp gitmiştir.
İlerleyen dönemde o günkü iktidara ya da devlet içindeki art niyetli örgütlenmelere ters gelen şiddet içermeyen barışçıl faaliyetler bile kuşkuyla karşılanmış, engellemek için çareler aranmıştır. Bu gruplar kendileri demokrasinin nimetlerinden yararlanıp devletin karar organlarını ele geçirirken muhalifleri engelleyecek yollar geliştirmiştir. 28 Şubat 1998 öncesinde gazetelere irtica haberleri servis edilerek askerler tahrik edilmiş post modern darbe ile demokrasi bir kez daha rafa kaldırılmıştır. O dönemde en masum faaliyetler bölücü ve yıkıcı faaliyet ilan edilip yasaklanmış, aynı devlet biriminde yıllarca birlikte çalışmış insanlardan birbirini suçlaması istenmiştir. Düşüncenin yasak olduğu bu antidemokratik ortam 2002 de tüm toplum kesimlerine barış vaadiyle gelen AKP ile son bulmuştur.
Mevcut iktidar yıllarca mağduriyet yaşadığı birçok konuda demokratik adımlar atmış, toplumdaki husumetleri kaldırmaya çalışmış, farklı dünya görüşünden birçok insana fırsatlar sunarak kendini kavgaları sona erdirip, toplumsal barışı sağlayacak ümit ışığı gibi göstermiştir. İktidarın ilk yıllarda demokrasiden özgürlüklerden yana bu tavrı toplum tarafından beğeni ile karşılanmış ve destek görmüştür.
Ancak tüm siyasal iktidarlar gibi onlar da özellikle 2007 den sonra demokrasiyi geliştirme yerine iktidarlarını sağlamlaştırmaya yöneldi, aşamalı bir planla kendi getirdiği birçok düzenlemeyi kaldırdı eskisinden daha tutucu antidemokratik yaklaşımları benimsemeye başladı.
2011 den sonra hızla demokrasiden uzaklaştı, 2016 daki darbeden sonra yönetimi tekeline alan iktidar partisi 2 yıldan beri OHAL ile gasp ettiği yetkiyi sorumsuzca kullanıyor. Ülkeyi geçici bir dönemde yönetmek için görev aldığını unuttu. Aynen askeri idarelerin yaptığı gibi keyfi KHK larla demokrasiyi kaldırıp tüm devlet birimlerini ele geçirecek geri dönülmesi imkânsız düzenlemeler yapıyor. Ülke yönetiminden hiç gitmemek için muhalif gördüğü tüm kesimleri aşamalı bir planla yasadışı ilan ediyor.
Şu sıralarda tamamen OHAL ile gasp ettiği yetkiyi bir baskı aracına dönüştürdü, kontrolüne aldığı mahkemelerden el çabukluğu ile muhaliflerini suçlu gösterecek kararlar çıkarmaya çalışıyor.
OHAL şartlarında kurduğu baskı ortamında seçimlere giriyor. Parti liderlerinin kimini tutukladı, kiminin basını kullanmasını engelledi, antidemokratik ortamda yapılan hilelerle dolu bir seçim sonunda meclis çoğunluğunu elde etmeyi gerekli güce kavuştuktan sonra OHAL i kaldırıp her şeyi demokrasi içinde elde ettiğini öne sürmeyi planlıyor. Önümüzdeki günlerde, özgürlüğün sadece kendileri için geçerli olduğu nevi şahsına münhasır parti devletini dünyaya demokrasi gibi sunmayı ülkeyi de krallar gibi tek başına yönetmeyi hedefliyor.
Tüm antidemokratik dönemlerde olduğu gibi bu günlerde anayasa dâhil taraf olduğumuz uluslar arası hukuk normları rafa kaldırıldı, devlet yönetiminde tek söz sahibi olmak isteyen bir yönetim muhalif gördüğü kesimlerin düşünce ve düşünceyi yayma hürriyeti kapsamında yaptığı yasal faaliyetleri suç gibi göstermeye koyuldu.
Önceki darbelerde kişiler hakkında güvenlik soruşturması yapılmış dünya görüşünü beğenmediklerinin devlet memur olması engellenmiş, eğitim kurumu açması sakıncalı görülmüş ve yasaklanmıştı. AKP iktidarı da aynen diğer darbeciler gibi özel okul açılışlarında güvenlik soruşturması getirdi cemaat dâhil dünya görüşünü beğenmediği insanları engelleyecek yollar geliştirdi. Devlet memurluklarına sadece kendi elemanlarını yerleştirmek için güvenlik soruşturması yaptırıyor ve görüşünü beğenmediklerini mülakatla eliyor. Devletin tüm kritik organlarında sade vatandaşlar ayıklanıyor, hemen her devlet birimi yasadışı OHAL uygulamaları ile parti kontrolüne geçiyor.
İktidar ele geçirmek istediği her yer için devlet organlarına yerleştirdiği parti elemanlarını kullanmakta ya da partili olmayanları tehditle yasadışı iş yapmaya zorlamaktadır. İktidarın mafya yöntemleriyle baş edemeyen memurların bir bölümü korkup suça bulaşmış ve partinin oyuncağı haline gelmiştir.
İktidar savcılardan cemaat hakkında suç bulmalarını istemekte, savcılar ve polis aldıkları talimata uyarak adam kaçırma, işkence vb. yollarla cemaat mensuplarına zorla önceden hazırladıkları itiraf metinleri imzalatmaktadır. Savcılar iktidarın yasadışı ele geçirme planın parçası olmuş cemaati yasal faaliyetleriyle suçlayacak kadar işi ileri götürmüştür.
Bu yüzden savcı mütalaasında cemaat kurum ve kuruluşlarının kendine özgü bir görüşünün olmasını şiddet içermeyen barışçıl bir eğitim felsefesine sahip olmasını suç gibi göstermiştir. Dosyaya kanunlar önünde suç olarak kabul edilecek birkaç hususu eklemek için işkence ya da salıverilme karşılığı imzalatılan itiraflar eklenmiştir.
EĞİTİM KURUMLARININ BİR FELSEFESİNİN OLMASI SUÇ DEĞİLDİR
Her eğitim kurumunun kurucuların dünya görüşüne gire bir felsefesi vardır, tüm faaliyet kararları arka plandaki bu felsefeye göre alınır. Felsefesi olmayan eğitim kurumlarının muhataplarına sunacağı heyecan uyaracak kayda değer bir projesi yok gibidir.
Demokrasilerde özel kurumlar önemsedikleri değerleri, yani inandığı felsefesini anlatarak toplumda karşılık bulmaya çalışırlar. Hangi felsefe başarılı bulunursa ona yönelir, kimse zorla kendi dünya görüşünü bir başkasına kabul ettirmeye çalışmaz. Ülkemizde öne çıkmış kurumların her birinin açıktan ilan edilmese bile konunun taraflarınca bilinen bir felsefesi vardır.
Örneğin eğitim alanında yaygın faaliyet yapan Final, Sınav, Uğur gibi özel kurumlar daha çok öğrencilerin üst öğrenimde başarılı olmasına odaklanmıştır. TED, Bahçeşehir, vb kurumlar öğrenci başarısıyla birlikte liberal laik dünya görüşünü benimsediklerini övünçle anlatırlar ve kurumlarındaki etkinliklerin çoğu bu felsefe esas alınarak yürütülür. Bazı dini grupların açtığı kurumlar ise hangi kaynaktan besleniyorsa ona ait dünya görüşünü öne çıkardıkları çevrelerince bilinir. Hatta kamu kaynaklarıyla faaliyet yaptığı için her dünya görüşüne açık olması gereken devlet okullarının bile bir felsefesi olmuş yapılan doğru olmasa da inansın inanmasın her öğrenciyi o felsefeyle yetiştirmeyi hedeflemiştir.
Cemaatin eğitim kurumları da öğrencinin akademik başarısı yanında olumlu davranış kazandırmada etkin rolüyle ün kazanmıştır. Ortaya konulan proje başarılı olmuş, toplumun beğenisini kazanarak ilgi odağı haline gelmiştir. Özel sektörün ürettiği toplumda karşılık bulan başarılı projeler sırf dünya görüşünden dolayı suçlu ilan edilemez.
Savcılık tüm eğitim gruplarının sanki bir felsefesi yokmuş gibi davranmakta, diğerlerinin yaptığı faaliyetleri demokrasi içinde normal karşılarken bir grubun toplumda kabul görmüş faaliyetlerini yasadışı ilan etme yetkisini kendinde görmektedir.
CEMAAT EĞİTİM YOLUYLA OLUMLU DAVRANIŞ KAZANDIRMA SUÇU İŞLEMİŞ
Eğitim öncelikle gelişme çağında yeni nesiller olmak üzere topluma olumlu davranış kazandırma amacıyla yapılır. Ülkemizde siyasi tartışmalardan dolayı devlet okullarında öğretmenler arasında etik ve ahlaki değerler eğitiminde ortak konsensüs sağlanamamış, hangi davranışların olumlu kabul edileceği öğretmenler arasında bile netleşmemiştir. Yaşanan kafa karışıklığı ile devlet okul ortamlarında öğrencilerde olumlu davranış kazandırmada istenen başarı sağlanamamıştır.
Çocuklarının kendi değerlerinden uzak yetişmesinden endişe eden bazı aileler arayış içine girmiş, bu ihtiyacı gören ve kendini sorumlu hisseden birçok kişi ve kuruluş konu hakkında proje geliştirmiştir. Her düşünce grubu hazırlayabildiği imkânlar ve kapasitesine göre belirlediği bir yöntemle topluma faydalı olmak istemiştir. Örneğin Süleyman Efendi talebeleri kuran öğretimini esas almış önceleri açtıkları kuran kurslarıyla toplumda bir ihtiyacı karşılamış, 28 Şubat döneminde bu faaliyetleri yasadışı ilan edilince binalarını yurda dönüştürerek sürdürmeyi seçmiştir.
Bu örnekte olduğu gibi Atatürkçü düşünce derneği dâhil sağdan soldan birçok topluluk önem verdiği değerlerin eğitimi için ülke şartlarının izin verdiği ve oluşturabildiği kaynaklar ölçüsünde gençler için ortamlar hazırlamış, etkinlikler yürütmüştür.
Evrensel hukuk normlarının rafa kaldırıldığı dönemlerde düşünceyi yayma hürriyeti kapsamında yapılan bu faaliyetler yasaklanmakta ve yapanlar suçlanmaktadır. AKP iktidarı da OHAL ile gasp ettiği yetkiyi kullanarak hâkim ve savcılardan cemaatin sosyal sorumluluk gereği yaptığı yasal eğitim ve diğer faaliyetlerini yasadışı ilan etme ve cemaat mensuplarını bunlarla suçlamalarını istemektedir.
Savcının iktidardan aldığı talimatla hazırladığı mütalaada cemaate isnat edilen suçlar hakkında ileri sürülen delillerin hiçbiri olağan dönemde hukuk devletlerinde delil olarak kullanılamaz. İktidar OHAL in sunduğu hukuk dışı ortamdan yaralanarak savcılardan cemaatle ilgili davaları sonuçlandırmalarını istemekte, hayatlarında hiç suça bulaşmamış insanlar sadece mensubiyetinden dolayı 6-7 yıl ceza verilmektedir.
Cemaatin tüm faaliyetleri yasal izinle yürütülmüştür, savcı dâhil hiç kimsenin geçmişte yapılan bu faaliyetleri yasadışı ilan etme hakkı yoktur. Savcı bazı cemaat mensuplarını hukuk karşısında bir anlamı olmayan işkenceyle alınmış ifadelerle suçlu ilan etmiştir.
Suç bulamadığı cemaat mensuplarını ise cemaatin faaliyetlerini meşrulaştırma gibi hiçbir hukuk sisteminde karşılığı olmayan bir suçlama yöneltip cemaatle yolu kesişmiş herkesi suç örgütünün bir üyesi olarak göstermeyi seçmiştir.
İktidar savcılardan OHAL kaldırılıncaya kadar olabildiğince fazla sayıda cemaat mensubu mahkûm etmesini istemekte savcılar da Anayasa ve evrensel hukuk normlarının kaldırıldığı bu dönemde cemaat mensuplarını kişisel hiçbir suçu olmamasına rağmen cemaatin faaliyetlerinde yer alarak cemaati meşrulaştırma gibi gülünç suçlamalarla cezalar yağdırmaktadır. Adı geçen davada da bu olmuş, hiç suçu olmayanlara suç uydurularak yargılananlardan bazılarına müebbet bazılarına 10-15’er yıl hapis cezası verilmiştir.
İlhan İşbilen, Kazım Avcı, Hidayet Karaca, Abdülkadir Aksoy, Alaattin Kaya ve Dilaver Azim’in yargılandığı dava dosyasına konuyla hiç ilgisi olmayan birçok kişinin isimi eklenerek, 6 kişi hakkında verilmiş mahkûmiyet kararı ile diğerlerinin de mahkûm edilmesinde kullanılacak bir dayanak oluşturulması hedeflenmiştir. Artık ülkede hukuk sistemi tamamen iktidarın art niyetli ele geçirme projelerine hizmet etmek üzere kararlar vermeye zorlanmaktadır.
Bu dava dosyası hukuki bir metin değildir, diktatörlüklere özgü bir yöntemle iktidarın ele geçirmek istediği yerler hakkında suç uydurulmasını istediği savcıların hukuk sistemini yok ederek hazırladığı tezvirattır.
Cemaate yönelik yönlendirilecek suçlamalar bulunamayınca cemaatin yaptığı yasal faaliyetlerin amaçları sorgulanmış ve hiçbir hukuk devletinde olmayan suçlar ihdas edilmiştir.
İlk tutuklamaların yapıldığı 2015 yılında başlatılan çatı davası mütalaasında savcılık cemaati amaçları yönünden sorgulamaktadır. İsnat edilecek suç bulunamayınca cemaatin yaptığı yasal faaliyetlerin amaçları sorgulanmış ve hiçbir hukuk devletinde olmayan suçlar ihdas edilmiştir.
Savcı cemaatin eğitim kurumlarını amaçları açısından söyle suçlamaktadır.
Cemaat eğitim kurumlarında:
-Öğrencilerine olumlu davranış kazandırmış kendine eleman yetiştirmiştir.
-Üretilen başarılı hizmetlerden dolayı öğrenciden ücret almış kendine mali kaynak oluşturmuştur.
-Yaptığı güzel çalışmalarla toplumun beğenisini kazanmış ve toplumda olumlu kanaat oluşturmuştur.
İddianameye göre cemaatin eğitim kurumlarının başarılı çalışmalarla meşruiyet kazanması suçtur. Cemaat herkesin gözü önünde gerçekleşen o alandaki kurumların tümünün yaptığı yasal faaliyetlerle suçlanmaktadır.
Savcıya göre cemaat, açtığı eğitim kurumlarında bir yandan hizmet üretirken bir yandan da yeni projelerinde görev yapacak elemanları yetiştirmiş ve kendi açtığı kurumda eleman kazandığı, ülke insanına yeni projelerinde çalışma fırsatları sunduğu için suç işlemiştir. Tüm dünyada eğitim ülkenin insan kaynağını geliştirmek için yapılır. Savcı cemaati insanlara olumlu davranış kazandırmakla insan kaynağını yetiştirmekle suçlamaktadır.
Savcının cemaatin eğitim kurumlarının amaçlarıyla ilgili ikinci suçlaması, cemaat mensuplarının kendi işletmelerinde kazanç sağlamalarıdır. Tüm özel işletmeler gibi eğitim amaçlı özel kurumla da öğrencilerden ücret alarak varlığını sürdürür ve başarabilirse bu kaynakları kullanarak kendini geliştirebilir. Cemaat de diğer eğitim kurumları gibi öğrencilerden ücret almış ve bunu yeni eğitim projeleri geliştirmede kullanılmıştır. Savcı kurumları verdikleri hizmet karşılığında öğrenciden aldıkları bu ücretten dolayı suçlamakta, cemaati eğitim kurumlarından gelir elde etmek gibi yasal bir faaliyetinden dolayı suçlu ilan etmektedir.
Savcıya göre cemaatin üçüncü büyük suçu, eğitim kurumlarında ürettiği hizmetlerle toplumda olumlu imaj oluşturmaktır. Tüm işletmeler daha iyi hizmet üreterek toplumda olumlu imaj oluşturmaya bu yolla daha yaygın hale gelmeye çalışır. Savcı cemaat mensuplarını açtıkları eğitim kurumları aracılığı ile toplumda olumlu imaj oluşturduklarını düşünmekte ve bu sebeple cemaatin meşruiyet kazanmasının suç olduğunu iddia etmektedir.
ORTADA NE SUÇ VARDIR NE DE SUÇ İŞLEYECEK BİR KADRO
İktidar istediği şeyi ele geçirmek için her türlü entrikayı çeviren bir mafya örgütü gibi çalışmakta ve aşamalı bir proje ile devlet organlarını hileli mevzuat düzenlemeleriyle istediğini ele geçirmede kullanmakta, bunda başarılı olmazsa mafya yöntemlerine başvurmaktadır. Doğan grubundan medya organlarını satması istenmiş, buna yanaşmayınca bir kusur bulunup milyarı bulan vergi borcu çıkarılarak yayın politikasını değiştirmeye zorlanmıştır. Doğan grubu iktidarı eleştiren tüm yazarları işten çıkarmış, yayın politikasını AKP nin istediği şekilde değiştirerek kendini korumaya almış ve ilk ele geçirme teşebbüsünü uzlaşarak savuşturmuştur.
Ancak iktidar yutmaya doymayan obur bir canavara dönüşmüş durumdadır, bu güne kadar irili ufaklı 4 siyasi partiyi ve onlarca basın kuruluşunu yutmuştur. Doğan grubunun genel yayın yönetmenlerini ve yazarlarını değiştirerek yayın politikasını iktidarın istediği yönde değiştirmesi de iktidarın iştahını kesmemiş bunu yeterli görmediği için ikinci saldırı başlamıştır. Bu kez 28 Şubattaki yayın politikasını gerekçe gösterip sahiplerini tutuklanmayla tehdit etmiş ve Doğan grubu medya organlarını satmak zorunda kalmıştır. İktidar gizli ortağı olan bir gruba devlet bankasından 1 milyara yakın ucuz kredi sağlayarak bir medya grubunu daha gasp etmiş ve istediğini aşamalı bir planla elde etmiştir. Birçok basın kuruluşu tehditlerle ve farklı mafya yöntemleriyle iktidarın eline geçmiştir.
Aynı yöntem cemaat içinde uygulanmak istenmiştir. İktidar paralı ya da partili uzmanlardan cemaatin eğitim kurumlarını ele geçirecek proje geliştirmelerini istemiştir. Uzmanlar birçok özel kuruma yaptıkları gibi mevzuat düzenlemeleriyle kurumların yasal izinlerini iptal ederek cemaatin eğitim kurumlarını yok etmeyi planlamıştır. Cemaat bu düzenlemeleri savuşturunca, bu kez devlet organlarını hukuk dışı mafya yöntemleriyle kurumları ele geçirmede kullanmıştır.
İktidar, cemaatin tüm kurumlarını mafya yöntemleriyle (delilsiz darbeye karışmakla suçlayıp) ellerinden aldığı halde, yaptıklarını yeterli görmemekte, sahiplerinin kurumları geri almasını engellemek için devlet görevlilerinden gasp ettiği kurumlar hakkında suç uydurmalarını istemektedir. Ortada ne bir suç ne de suç işleyecek bir kadro vardır. Cemaatin yaptığı tüm faaliyetler yasalar çerçevesinde yürütülmüş düşünceyi yayma hürriyeti kapsamındaki olumlu davranış kazandırma çalışmalarıdır.
DÜŞÜNCE VE DÜŞÜNCEYİ YAYMA HÜRRİYETİ KAPSAMINDAKİ FAALİYETLER SUÇ DEĞİLDİR!
Ülkemizde özellikle askeri darbe dönemlerinde düşünce ve düşünceyi yayma hürriyeti kısıtlanmıştır.
Hemen her dönemde devlet içinde art niyetli örgütlenmeler olmuş, bunlar zaman zaman güçlerini korumak için ülke insanları üzerinde kirli oyunlar oynamıştır. Demokratik normların gelişemeye yüz tutuğu dönemlerde iktidarların kaybetmek istemeyen bu kesimler demokrasiyi ortadan kaldıracak planlamalar yapmıştır. 70 li yıllarda azıcık demokrasiden yararlanan toplum kesimlerinin sosyal sorumluluk gereği yaptığı her faaliyetin içine kendi elemanlarını yerleştirmiş ve “Beşinci Kol” faaliyeti yürütmüştür. En küçük farkları kavga gerekçesine dönüştürmüş, heyecanına yenik düşen masum Anadolu çocuklarını kavgaların içine çekmiş ve birbirine kırdırmıştır.
Onları boğuşturanlar 1980 de darbe yapıp ülkeyi kurtaran kahraman rolünü üstlenmiştir. Darbeden sonra kavga sebebi olduğunu iddia ederek tüm dünya görüşleri yasaklanmış, düşünce ve düşünceyi yayma hürriyeti yok edilmiştir. Sonraki yıllarda Özal düşünce hürriyeti önündeki engellerden bazılarını ancak büyük mücadelelerle kaldırabilmiştir. Mevzuattan yasaklar kaldırılsa bile demokratik normlar devlet organlarınca kabulü sağlanamamış, antidemokratik uygulamalardan bazıları Özal’dan sonra da sürüp gitmiştir.
İlerleyen dönemde o günkü iktidara ya da devlet içindeki art niyetli örgütlenmelere ters gelen şiddet içermeyen barışçıl faaliyetler bile kuşkuyla karşılanmış, engellemek için çareler aranmıştır. Bu gruplar kendileri demokrasinin nimetlerinden yararlanıp devletin karar organlarını ele geçirirken muhalifleri engelleyecek yollar geliştirmiştir. 28 Şubat 1998 öncesinde gazetelere irtica haberleri servis edilerek askerler tahrik edilmiş post modern darbe ile demokrasi bir kez daha rafa kaldırılmıştır. O dönemde en masum faaliyetler bölücü ve yıkıcı faaliyet ilan edilip yasaklanmış, aynı devlet biriminde yıllarca birlikte çalışmış insanlardan birbirini suçlaması istenmiştir. Düşüncenin yasak olduğu bu antidemokratik ortam 2002 de tüm toplum kesimlerine barış vaadiyle gelen AKP ile son bulmuştur.
Mevcut iktidar yıllarca mağduriyet yaşadığı birçok konuda demokratik adımlar atmış, toplumdaki husumetleri kaldırmaya çalışmış, farklı dünya görüşünden birçok insana fırsatlar sunarak kendini kavgaları sona erdirip, toplumsal barışı sağlayacak ümit ışığı gibi göstermiştir. İktidarın ilk yıllarda demokrasiden özgürlüklerden yana bu tavrı toplum tarafından beğeni ile karşılanmış ve destek görmüştür.
Ancak tüm siyasal iktidarlar gibi onlar da özellikle 2007 den sonra demokrasiyi geliştirme yerine iktidarlarını sağlamlaştırmaya yöneldi, aşamalı bir planla kendi getirdiği birçok düzenlemeyi kaldırdı eskisinden daha tutucu antidemokratik yaklaşımları benimsemeye başladı.
2011 den sonra hızla demokrasiden uzaklaştı, 2016 daki darbeden sonra yönetimi tekeline alan iktidar partisi 2 yıldan beri OHAL ile gasp ettiği yetkiyi sorumsuzca kullanıyor. Ülkeyi geçici bir dönemde yönetmek için görev aldığını unuttu. Aynen askeri idarelerin yaptığı gibi keyfi KHK larla demokrasiyi kaldırıp tüm devlet birimlerini ele geçirecek geri dönülmesi imkânsız düzenlemeler yapıyor. Ülke yönetiminden hiç gitmemek için muhalif gördüğü tüm kesimleri aşamalı bir planla yasadışı ilan ediyor.
Şu sıralarda tamamen OHAL ile gasp ettiği yetkiyi bir baskı aracına dönüştürdü, kontrolüne aldığı mahkemelerden el çabukluğu ile muhaliflerini suçlu gösterecek kararlar çıkarmaya çalışıyor.
OHAL şartlarında kurduğu baskı ortamında seçimlere giriyor. Parti liderlerinin kimini tutukladı, kiminin basını kullanmasını engelledi, antidemokratik ortamda yapılan hilelerle dolu bir seçim sonunda meclis çoğunluğunu elde etmeyi gerekli güce kavuştuktan sonra OHAL i kaldırıp her şeyi demokrasi içinde elde ettiğini öne sürmeyi planlıyor. Önümüzdeki günlerde, özgürlüğün sadece kendileri için geçerli olduğu nevi şahsına münhasır parti devletini dünyaya demokrasi gibi sunmayı ülkeyi de krallar gibi tek başına yönetmeyi hedefliyor.
Tüm antidemokratik dönemlerde olduğu gibi bu günlerde anayasa dâhil taraf olduğumuz uluslar arası hukuk normları rafa kaldırıldı, devlet yönetiminde tek söz sahibi olmak isteyen bir yönetim muhalif gördüğü kesimlerin düşünce ve düşünceyi yayma hürriyeti kapsamında yaptığı yasal faaliyetleri suç gibi göstermeye koyuldu.
Önceki darbelerde kişiler hakkında güvenlik soruşturması yapılmış dünya görüşünü beğenmediklerinin devlet memur olması engellenmiş, eğitim kurumu açması sakıncalı görülmüş ve yasaklanmıştı. AKP iktidarı da aynen diğer darbeciler gibi özel okul açılışlarında güvenlik soruşturması getirdi cemaat dâhil dünya görüşünü beğenmediği insanları engelleyecek yollar geliştirdi. Devlet memurluklarına sadece kendi elemanlarını yerleştirmek için güvenlik soruşturması yaptırıyor ve görüşünü beğenmediklerini mülakatla eliyor. Devletin tüm kritik organlarında sade vatandaşlar ayıklanıyor, hemen her devlet birimi yasadışı OHAL uygulamaları ile parti kontrolüne geçiyor.
İktidar ele geçirmek istediği her yer için devlet organlarına yerleştirdiği parti elemanlarını kullanmakta ya da partili olmayanları tehditle yasadışı iş yapmaya zorlamaktadır. İktidarın mafya yöntemleriyle baş edemeyen memurların bir bölümü korkup suça bulaşmış ve partinin oyuncağı haline gelmiştir.
İktidar savcılardan cemaat hakkında suç bulmalarını istemekte, savcılar ve polis aldıkları talimata uyarak adam kaçırma, işkence vb. yollarla cemaat mensuplarına zorla önceden hazırladıkları itiraf metinleri imzalatmaktadır. Savcılar iktidarın yasadışı ele geçirme planın parçası olmuş cemaati yasal faaliyetleriyle suçlayacak kadar işi ileri götürmüştür.
Bu yüzden savcı mütalaasında cemaat kurum ve kuruluşlarının kendine özgü bir görüşünün olmasını şiddet içermeyen barışçıl bir eğitim felsefesine sahip olmasını suç gibi göstermiştir. Dosyaya kanunlar önünde suç olarak kabul edilecek birkaç hususu eklemek için işkence ya da salıverilme karşılığı imzalatılan itiraflar eklenmiştir.
EĞİTİM KURUMLARININ BİR FELSEFESİNİN OLMASI SUÇ DEĞİLDİR
Her eğitim kurumunun kurucuların dünya görüşüne gire bir felsefesi vardır, tüm faaliyet kararları arka plandaki bu felsefeye göre alınır. Felsefesi olmayan eğitim kurumlarının muhataplarına sunacağı heyecan uyaracak kayda değer bir projesi yok gibidir.
Demokrasilerde özel kurumlar önemsedikleri değerleri, yani inandığı felsefesini anlatarak toplumda karşılık bulmaya çalışırlar. Hangi felsefe başarılı bulunursa ona yönelir, kimse zorla kendi dünya görüşünü bir başkasına kabul ettirmeye çalışmaz. Ülkemizde öne çıkmış kurumların her birinin açıktan ilan edilmese bile konunun taraflarınca bilinen bir felsefesi vardır.
Örneğin eğitim alanında yaygın faaliyet yapan Final, Sınav, Uğur gibi özel kurumlar daha çok öğrencilerin üst öğrenimde başarılı olmasına odaklanmıştır. TED, Bahçeşehir, vb kurumlar öğrenci başarısıyla birlikte liberal laik dünya görüşünü benimsediklerini övünçle anlatırlar ve kurumlarındaki etkinliklerin çoğu bu felsefe esas alınarak yürütülür. Bazı dini grupların açtığı kurumlar ise hangi kaynaktan besleniyorsa ona ait dünya görüşünü öne çıkardıkları çevrelerince bilinir. Hatta kamu kaynaklarıyla faaliyet yaptığı için her dünya görüşüne açık olması gereken devlet okullarının bile bir felsefesi olmuş yapılan doğru olmasa da inansın inanmasın her öğrenciyi o felsefeyle yetiştirmeyi hedeflemiştir.
Cemaatin eğitim kurumları da öğrencinin akademik başarısı yanında olumlu davranış kazandırmada etkin rolüyle ün kazanmıştır. Ortaya konulan proje başarılı olmuş, toplumun beğenisini kazanarak ilgi odağı haline gelmiştir. Özel sektörün ürettiği toplumda karşılık bulan başarılı projeler sırf dünya görüşünden dolayı suçlu ilan edilemez.
Savcılık tüm eğitim gruplarının sanki bir felsefesi yokmuş gibi davranmakta, diğerlerinin yaptığı faaliyetleri demokrasi içinde normal karşılarken bir grubun toplumda kabul görmüş faaliyetlerini yasadışı ilan etme yetkisini kendinde görmektedir.
CEMAAT EĞİTİM YOLUYLA OLUMLU DAVRANIŞ KAZANDIRMA SUÇU İŞLEMİŞ
Eğitim öncelikle gelişme çağında yeni nesiller olmak üzere topluma olumlu davranış kazandırma amacıyla yapılır. Ülkemizde siyasi tartışmalardan dolayı devlet okullarında öğretmenler arasında etik ve ahlaki değerler eğitiminde ortak konsensüs sağlanamamış, hangi davranışların olumlu kabul edileceği öğretmenler arasında bile netleşmemiştir. Yaşanan kafa karışıklığı ile devlet okul ortamlarında öğrencilerde olumlu davranış kazandırmada istenen başarı sağlanamamıştır.
Çocuklarının kendi değerlerinden uzak yetişmesinden endişe eden bazı aileler arayış içine girmiş, bu ihtiyacı gören ve kendini sorumlu hisseden birçok kişi ve kuruluş konu hakkında proje geliştirmiştir. Her düşünce grubu hazırlayabildiği imkânlar ve kapasitesine göre belirlediği bir yöntemle topluma faydalı olmak istemiştir. Örneğin Süleyman Efendi talebeleri kuran öğretimini esas almış önceleri açtıkları kuran kurslarıyla toplumda bir ihtiyacı karşılamış, 28 Şubat döneminde bu faaliyetleri yasadışı ilan edilince binalarını yurda dönüştürerek sürdürmeyi seçmiştir.
Bu örnekte olduğu gibi Atatürkçü düşünce derneği dâhil sağdan soldan birçok topluluk önem verdiği değerlerin eğitimi için ülke şartlarının izin verdiği ve oluşturabildiği kaynaklar ölçüsünde gençler için ortamlar hazırlamış, etkinlikler yürütmüştür.
Evrensel hukuk normlarının rafa kaldırıldığı dönemlerde düşünceyi yayma hürriyeti kapsamında yapılan bu faaliyetler yasaklanmakta ve yapanlar suçlanmaktadır. AKP iktidarı da OHAL ile gasp ettiği yetkiyi kullanarak hâkim ve savcılardan cemaatin sosyal sorumluluk gereği yaptığı yasal eğitim ve diğer faaliyetlerini yasadışı ilan etme ve cemaat mensuplarını bunlarla suçlamalarını istemektedir.
Savcının iktidardan aldığı talimatla hazırladığı mütalaada cemaate isnat edilen suçlar hakkında ileri sürülen delillerin hiçbiri olağan dönemde hukuk devletlerinde delil olarak kullanılamaz. İktidar OHAL in sunduğu hukuk dışı ortamdan yaralanarak savcılardan cemaatle ilgili davaları sonuçlandırmalarını istemekte, hayatlarında hiç suça bulaşmamış insanlar sadece mensubiyetinden dolayı 6-7 yıl ceza verilmektedir.
Cemaatin tüm faaliyetleri yasal izinle yürütülmüştür, savcı dâhil hiç kimsenin geçmişte yapılan bu faaliyetleri yasadışı ilan etme hakkı yoktur. Savcı bazı cemaat mensuplarını hukuk karşısında bir anlamı olmayan işkenceyle alınmış ifadelerle suçlu ilan etmiştir.
Suç bulamadığı cemaat mensuplarını ise cemaatin faaliyetlerini meşrulaştırma gibi hiçbir hukuk sisteminde karşılığı olmayan bir suçlama yöneltip cemaatle yolu kesişmiş herkesi suç örgütünün bir üyesi olarak göstermeyi seçmiştir.
İktidar savcılardan OHAL kaldırılıncaya kadar olabildiğince fazla sayıda cemaat mensubu mahkûm etmesini istemekte savcılar da Anayasa ve evrensel hukuk normlarının kaldırıldığı bu dönemde cemaat mensuplarını kişisel hiçbir suçu olmamasına rağmen cemaatin faaliyetlerinde yer alarak cemaati meşrulaştırma gibi gülünç suçlamalarla cezalar yağdırmaktadır. Adı geçen davada da bu olmuş, hiç suçu olmayanlara suç uydurularak yargılananlardan bazılarına müebbet bazılarına 10-15’er yıl hapis cezası verilmiştir.
İlhan İşbilen, Kazım Avcı, Hidayet Karaca, Abdülkadir Aksoy, Alaattin Kaya ve Dilaver Azim’in yargılandığı dava dosyasına konuyla hiç ilgisi olmayan birçok kişinin isimi eklenerek, 6 kişi hakkında verilmiş mahkûmiyet kararı ile diğerlerinin de mahkûm edilmesinde kullanılacak bir dayanak oluşturulması hedeflenmiştir. Artık ülkede hukuk sistemi tamamen iktidarın art niyetli ele geçirme projelerine hizmet etmek üzere kararlar vermeye zorlanmaktadır.
Bu dava dosyası hukuki bir metin değildir, diktatörlüklere özgü bir yöntemle iktidarın ele geçirmek istediği yerler hakkında suç uydurulmasını istediği savcıların hukuk sistemini yok ederek hazırladığı tezvirattır.
Cemaate yönelik yönlendirilecek suçlamalar bulunamayınca cemaatin yaptığı yasal faaliyetlerin amaçları sorgulanmış ve hiçbir hukuk devletinde olmayan suçlar ihdas edilmiştir.
İlk tutuklamaların yapıldığı 2015 yılında başlatılan çatı davası mütalaasında savcılık cemaati amaçları yönünden sorgulamaktadır. İsnat edilecek suç bulunamayınca cemaatin yaptığı yasal faaliyetlerin amaçları sorgulanmış ve hiçbir hukuk devletinde olmayan suçlar ihdas edilmiştir.
Savcı cemaatin eğitim kurumlarını amaçları açısından söyle suçlamaktadır.
Cemaat eğitim kurumlarında:
-Öğrencilerine olumlu davranış kazandırmış kendine eleman yetiştirmiştir.
-Üretilen başarılı hizmetlerden dolayı öğrenciden ücret almış kendine mali kaynak oluşturmuştur.
-Yaptığı güzel çalışmalarla toplumun beğenisini kazanmış ve toplumda olumlu kanaat oluşturmuştur.
İddianameye göre cemaatin eğitim kurumlarının başarılı çalışmalarla meşruiyet kazanması suçtur. Cemaat herkesin gözü önünde gerçekleşen o alandaki kurumların tümünün yaptığı yasal faaliyetlerle suçlanmaktadır.
Savcıya göre cemaat, açtığı eğitim kurumlarında bir yandan hizmet üretirken bir yandan da yeni projelerinde görev yapacak elemanları yetiştirmiş ve kendi açtığı kurumda eleman kazandığı, ülke insanına yeni projelerinde çalışma fırsatları sunduğu için suç işlemiştir. Tüm dünyada eğitim ülkenin insan kaynağını geliştirmek için yapılır. Savcı cemaati insanlara olumlu davranış kazandırmakla insan kaynağını yetiştirmekle suçlamaktadır.
Savcının cemaatin eğitim kurumlarının amaçlarıyla ilgili ikinci suçlaması, cemaat mensuplarının kendi işletmelerinde kazanç sağlamalarıdır. Tüm özel işletmeler gibi eğitim amaçlı özel kurumla da öğrencilerden ücret alarak varlığını sürdürür ve başarabilirse bu kaynakları kullanarak kendini geliştirebilir. Cemaat de diğer eğitim kurumları gibi öğrencilerden ücret almış ve bunu yeni eğitim projeleri geliştirmede kullanılmıştır. Savcı kurumları verdikleri hizmet karşılığında öğrenciden aldıkları bu ücretten dolayı suçlamakta, cemaati eğitim kurumlarından gelir elde etmek gibi yasal bir faaliyetinden dolayı suçlu ilan etmektedir.
Savcıya göre cemaatin üçüncü büyük suçu, eğitim kurumlarında ürettiği hizmetlerle toplumda olumlu imaj oluşturmaktır. Tüm işletmeler daha iyi hizmet üreterek toplumda olumlu imaj oluşturmaya bu yolla daha yaygın hale gelmeye çalışır. Savcı cemaat mensuplarını açtıkları eğitim kurumları aracılığı ile toplumda olumlu imaj oluşturduklarını düşünmekte ve bu sebeple cemaatin meşruiyet kazanmasının suç olduğunu iddia etmektedir.
ORTADA NE SUÇ VARDIR NE DE SUÇ İŞLEYECEK BİR KADRO
İktidar istediği şeyi ele geçirmek için her türlü entrikayı çeviren bir mafya örgütü gibi çalışmakta ve aşamalı bir proje ile devlet organlarını hileli mevzuat düzenlemeleriyle istediğini ele geçirmede kullanmakta, bunda başarılı olmazsa mafya yöntemlerine başvurmaktadır. Doğan grubundan medya organlarını satması istenmiş, buna yanaşmayınca bir kusur bulunup milyarı bulan vergi borcu çıkarılarak yayın politikasını değiştirmeye zorlanmıştır. Doğan grubu iktidarı eleştiren tüm yazarları işten çıkarmış, yayın politikasını AKP nin istediği şekilde değiştirerek kendini korumaya almış ve ilk ele geçirme teşebbüsünü uzlaşarak savuşturmuştur.
Ancak iktidar yutmaya doymayan obur bir canavara dönüşmüş durumdadır, bu güne kadar irili ufaklı 4 siyasi partiyi ve onlarca basın kuruluşunu yutmuştur. Doğan grubunun genel yayın yönetmenlerini ve yazarlarını değiştirerek yayın politikasını iktidarın istediği yönde değiştirmesi de iktidarın iştahını kesmemiş bunu yeterli görmediği için ikinci saldırı başlamıştır. Bu kez 28 Şubattaki yayın politikasını gerekçe gösterip sahiplerini tutuklanmayla tehdit etmiş ve Doğan grubu medya organlarını satmak zorunda kalmıştır. İktidar gizli ortağı olan bir gruba devlet bankasından 1 milyara yakın ucuz kredi sağlayarak bir medya grubunu daha gasp etmiş ve istediğini aşamalı bir planla elde etmiştir. Birçok basın kuruluşu tehditlerle ve farklı mafya yöntemleriyle iktidarın eline geçmiştir.
Aynı yöntem cemaat içinde uygulanmak istenmiştir. İktidar paralı ya da partili uzmanlardan cemaatin eğitim kurumlarını ele geçirecek proje geliştirmelerini istemiştir. Uzmanlar birçok özel kuruma yaptıkları gibi mevzuat düzenlemeleriyle kurumların yasal izinlerini iptal ederek cemaatin eğitim kurumlarını yok etmeyi planlamıştır. Cemaat bu düzenlemeleri savuşturunca, bu kez devlet organlarını hukuk dışı mafya yöntemleriyle kurumları ele geçirmede kullanmıştır.
İktidar, cemaatin tüm kurumlarını mafya yöntemleriyle (delilsiz darbeye karışmakla suçlayıp) ellerinden aldığı halde, yaptıklarını yeterli görmemekte, sahiplerinin kurumları geri almasını engellemek için devlet görevlilerinden gasp ettiği kurumlar hakkında suç uydurmalarını istemektedir. Ortada ne bir suç ne de suç işleyecek bir kadro vardır. Cemaatin yaptığı tüm faaliyetler yasalar çerçevesinde yürütülmüş düşünceyi yayma hürriyeti kapsamındaki olumlu davranış kazandırma çalışmalarıdır.
DÜŞÜNCE VE DÜŞÜNCEYİ YAYMA HÜRRİYETİ KAPSAMINDAKİ FAALİYETLER SUÇ DEĞİLDİR!
Ülkemizde özellikle askeri darbe dönemlerinde düşünce ve düşünceyi yayma hürriyeti kısıtlanmıştır.
Hemen her dönemde devlet içinde art niyetli örgütlenmeler olmuş, bunlar zaman zaman güçlerini korumak için ülke insanları üzerinde kirli oyunlar oynamıştır. Demokratik normların gelişemeye yüz tutuğu dönemlerde iktidarların kaybetmek istemeyen bu kesimler demokrasiyi ortadan kaldıracak planlamalar yapmıştır. 70 li yıllarda azıcık demokrasiden yararlanan toplum kesimlerinin sosyal sorumluluk gereği yaptığı her faaliyetin içine kendi elemanlarını yerleştirmiş ve “Beşinci Kol” faaliyeti yürütmüştür. En küçük farkları kavga gerekçesine dönüştürmüş, heyecanına yenik düşen masum Anadolu çocuklarını kavgaların içine çekmiş ve birbirine kırdırmıştır.
Onları boğuşturanlar 1980 de darbe yapıp ülkeyi kurtaran kahraman rolünü üstlenmiştir. Darbeden sonra kavga sebebi olduğunu iddia ederek tüm dünya görüşleri yasaklanmış, düşünce ve düşünceyi yayma hürriyeti yok edilmiştir. Sonraki yıllarda Özal düşünce hürriyeti önündeki engellerden bazılarını ancak büyük mücadelelerle kaldırabilmiştir. Mevzuattan yasaklar kaldırılsa bile demokratik normlar devlet organlarınca kabulü sağlanamamış, antidemokratik uygulamalardan bazıları Özal’dan sonra da sürüp gitmiştir.
İlerleyen dönemde o günkü iktidara ya da devlet içindeki art niyetli örgütlenmelere ters gelen şiddet içermeyen barışçıl faaliyetler bile kuşkuyla karşılanmış, engellemek için çareler aranmıştır. Bu gruplar kendileri demokrasinin nimetlerinden yararlanıp devletin karar organlarını ele geçirirken muhalifleri engelleyecek yollar geliştirmiştir. 28 Şubat 1998 öncesinde gazetelere irtica haberleri servis edilerek askerler tahrik edilmiş post modern darbe ile demokrasi bir kez daha rafa kaldırılmıştır. O dönemde en masum faaliyetler bölücü ve yıkıcı faaliyet ilan edilip yasaklanmış, aynı devlet biriminde yıllarca birlikte çalışmış insanlardan birbirini suçlaması istenmiştir. Düşüncenin yasak olduğu bu antidemokratik ortam 2002 de tüm toplum kesimlerine barış vaadiyle gelen AKP ile son bulmuştur.
Mevcut iktidar yıllarca mağduriyet yaşadığı birçok konuda demokratik adımlar atmış, toplumdaki husumetleri kaldırmaya çalışmış, farklı dünya görüşünden birçok insana fırsatlar sunarak kendini kavgaları sona erdirip, toplumsal barışı sağlayacak ümit ışığı gibi göstermiştir. İktidarın ilk yıllarda demokrasiden özgürlüklerden yana bu tavrı toplum tarafından beğeni ile karşılanmış ve destek görmüştür.
Ancak tüm siyasal iktidarlar gibi onlar da özellikle 2007 den sonra demokrasiyi geliştirme yerine iktidarlarını sağlamlaştırmaya yöneldi, aşamalı bir planla kendi getirdiği birçok düzenlemeyi kaldırdı eskisinden daha tutucu antidemokratik yaklaşımları benimsemeye başladı.
2011 den sonra hızla demokrasiden uzaklaştı, 2016 daki darbeden sonra yönetimi tekeline alan iktidar partisi 2 yıldan beri OHAL ile gasp ettiği yetkiyi sorumsuzca kullanıyor. Ülkeyi geçici bir dönemde yönetmek için görev aldığını unuttu. Aynen askeri idarelerin yaptığı gibi keyfi KHK larla demokrasiyi kaldırıp tüm devlet birimlerini ele geçirecek geri dönülmesi imkânsız düzenlemeler yapıyor. Ülke yönetiminden hiç gitmemek için muhalif gördüğü tüm kesimleri aşamalı bir planla yasadışı ilan ediyor.
Şu sıralarda tamamen OHAL ile gasp ettiği yetkiyi bir baskı aracına dönüştürdü, kontrolüne aldığı mahkemelerden el çabukluğu ile muhaliflerini suçlu gösterecek kararlar çıkarmaya çalışıyor.
OHAL şartlarında kurduğu baskı ortamında seçimlere giriyor. Parti liderlerinin kimini tutukladı, kiminin basını kullanmasını engelledi, antidemokratik ortamda yapılan hilelerle dolu bir seçim sonunda meclis çoğunluğunu elde etmeyi gerekli güce kavuştuktan sonra OHAL i kaldırıp her şeyi demokrasi içinde elde ettiğini öne sürmeyi planlıyor. Önümüzdeki günlerde, özgürlüğün sadece kendileri için geçerli olduğu nevi şahsına münhasır parti devletini dünyaya demokrasi gibi sunmayı ülkeyi de krallar gibi tek başına yönetmeyi hedefliyor.
Tüm antidemokratik dönemlerde olduğu gibi bu günlerde anayasa dâhil taraf olduğumuz uluslar arası hukuk normları rafa kaldırıldı, devlet yönetiminde tek söz sahibi olmak isteyen bir yönetim muhalif gördüğü kesimlerin düşünce ve düşünceyi yayma hürriyeti kapsamında yaptığı yasal faaliyetleri suç gibi göstermeye koyuldu.
Önceki darbelerde kişiler hakkında güvenlik soruşturması yapılmış dünya görüşünü beğenmediklerinin devlet memur olması engellenmiş, eğitim kurumu açması sakıncalı görülmüş ve yasaklanmıştı. AKP iktidarı da aynen diğer darbeciler gibi özel okul açılışlarında güvenlik soruşturması getirdi cemaat dâhil dünya görüşünü beğenmediği insanları engelleyecek yollar geliştirdi. Devlet memurluklarına sadece kendi elemanlarını yerleştirmek için güvenlik soruşturması yaptırıyor ve görüşünü beğenmediklerini mülakatla eliyor. Devletin tüm kritik organlarında sade vatandaşlar ayıklanıyor, hemen her devlet birimi yasadışı OHAL uygulamaları ile parti kontrolüne geçiyor.
İktidar ele geçirmek istediği her yer için devlet organlarına yerleştirdiği parti elemanlarını kullanmakta ya da partili olmayanları tehditle yasadışı iş yapmaya zorlamaktadır. İktidarın mafya yöntemleriyle baş edemeyen memurların bir bölümü korkup suça bulaşmış ve partinin oyuncağı haline gelmiştir.
İktidar savcılardan cemaat hakkında suç bulmalarını istemekte, savcılar ve polis aldıkları talimata uyarak adam kaçırma, işkence vb. yollarla cemaat mensuplarına zorla önceden hazırladıkları itiraf metinleri imzalatmaktadır. Savcılar iktidarın yasadışı ele geçirme planın parçası olmuş cemaati yasal faaliyetleriyle suçlayacak kadar işi ileri götürmüştür.
Bu yüzden savcı mütalaasında cemaat kurum ve kuruluşlarının kendine özgü bir görüşünün olmasını şiddet içermeyen barışçıl bir eğitim felsefesine sahip olmasını suç gibi göstermiştir. Dosyaya kanunlar önünde suç olarak kabul edilecek birkaç hususu eklemek için işkence ya da salıverilme karşılığı imzalatılan itiraflar eklenmiştir.
EĞİTİM KURUMLARININ BİR FELSEFESİNİN OLMASI SUÇ DEĞİLDİR
Her eğitim kurumunun kurucuların dünya görüşüne gire bir felsefesi vardır, tüm faaliyet kararları arka plandaki bu felsefeye göre alınır. Felsefesi olmayan eğitim kurumlarının muhataplarına sunacağı heyecan uyaracak kayda değer bir projesi yok gibidir.
Demokrasilerde özel kurumlar önemsedikleri değerleri, yani inandığı felsefesini anlatarak toplumda karşılık bulmaya çalışırlar. Hangi felsefe başarılı bulunursa ona yönelir, kimse zorla kendi dünya görüşünü bir başkasına kabul ettirmeye çalışmaz. Ülkemizde öne çıkmış kurumların her birinin açıktan ilan edilmese bile konunun taraflarınca bilinen bir felsefesi vardır.
Örneğin eğitim alanında yaygın faaliyet yapan Final, Sınav, Uğur gibi özel kurumlar daha çok öğrencilerin üst öğrenimde başarılı olmasına odaklanmıştır. TED, Bahçeşehir, vb kurumlar öğrenci başarısıyla birlikte liberal laik dünya görüşünü benimsediklerini övünçle anlatırlar ve kurumlarındaki etkinliklerin çoğu bu felsefe esas alınarak yürütülür. Bazı dini grupların açtığı kurumlar ise hangi kaynaktan besleniyorsa ona ait dünya görüşünü öne çıkardıkları çevrelerince bilinir. Hatta kamu kaynaklarıyla faaliyet yaptığı için her dünya görüşüne açık olması gereken devlet okullarının bile bir felsefesi olmuş yapılan doğru olmasa da inansın inanmasın her öğrenciyi o felsefeyle yetiştirmeyi hedeflemiştir.
Cemaatin eğitim kurumları da öğrencinin akademik başarısı yanında olumlu davranış kazandırmada etkin rolüyle ün kazanmıştır. Ortaya konulan proje başarılı olmuş, toplumun beğenisini kazanarak ilgi odağı haline gelmiştir. Özel sektörün ürettiği toplumda karşılık bulan başarılı projeler sırf dünya görüşünden dolayı suçlu ilan edilemez.
Savcılık tüm eğitim gruplarının sanki bir felsefesi yokmuş gibi davranmakta, diğerlerinin yaptığı faaliyetleri demokrasi içinde normal karşılarken bir grubun toplumda kabul görmüş faaliyetlerini yasadışı ilan etme yetkisini kendinde görmektedir.
CEMAAT EĞİTİM YOLUYLA OLUMLU DAVRANIŞ KAZANDIRMA SUÇU İŞLEMİŞ
Eğitim öncelikle gelişme çağında yeni nesiller olmak üzere topluma olumlu davranış kazandırma amacıyla yapılır. Ülkemizde siyasi tartışmalardan dolayı devlet okullarında öğretmenler arasında etik ve ahlaki değerler eğitiminde ortak konsensüs sağlanamamış, hangi davranışların olumlu kabul edileceği öğretmenler arasında bile netleşmemiştir. Yaşanan kafa karışıklığı ile devlet okul ortamlarında öğrencilerde olumlu davranış kazandırmada istenen başarı sağlanamamıştır.
Çocuklarının kendi değerlerinden uzak yetişmesinden endişe eden bazı aileler arayış içine girmiş, bu ihtiyacı gören ve kendini sorumlu hisseden birçok kişi ve kuruluş konu hakkında proje geliştirmiştir. Her düşünce grubu hazırlayabildiği imkânlar ve kapasitesine göre belirlediği bir yöntemle topluma faydalı olmak istemiştir. Örneğin Süleyman Efendi talebeleri kuran öğretimini esas almış önceleri açtıkları kuran kurslarıyla toplumda bir ihtiyacı karşılamış, 28 Şubat döneminde bu faaliyetleri yasadışı ilan edilince binalarını yurda dönüştürerek sürdürmeyi seçmiştir.
Bu örnekte olduğu gibi Atatürkçü düşünce derneği dâhil sağdan soldan birçok topluluk önem verdiği değerlerin eğitimi için ülke şartlarının izin verdiği ve oluşturabildiği kaynaklar ölçüsünde gençler için ortamlar hazırlamış, etkinlikler yürütmüştür.
Evrensel hukuk normlarının rafa kaldırıldığı dönemlerde düşünceyi yayma hürriyeti kapsamında yapılan bu faaliyetler yasaklanmakta ve yapanlar suçlanmaktadır. AKP iktidarı da OHAL ile gasp ettiği yetkiyi kullanarak hâkim ve savcılardan cemaatin sosyal sorumluluk gereği yaptığı yasal eğitim ve diğer faaliyetlerini yasadışı ilan etme ve cemaat mensuplarını bunlarla suçlamalarını istemektedir.
Savcının iktidardan aldığı talimatla hazırladığı mütalaada cemaate isnat edilen suçlar hakkında ileri sürülen delillerin hiçbiri olağan dönemde hukuk devletlerinde delil olarak kullanılamaz. İktidar OHAL in sunduğu hukuk dışı ortamdan yaralanarak savcılardan cemaatle ilgili davaları sonuçlandırmalarını istemekte, hayatlarında hiç suça bulaşmamış insanlar sadece mensubiyetinden dolayı 6-7 yıl ceza verilmektedir.
Cemaatin tüm faaliyetleri yasal izinle yürütülmüştür, savcı dâhil hiç kimsenin geçmişte yapılan bu faaliyetleri yasadışı ilan etme hakkı yoktur. Savcı bazı cemaat mensuplarını hukuk karşısında bir anlamı olmayan işkenceyle alınmış ifadelerle suçlu ilan etmiştir.
Suç bulamadığı cemaat mensuplarını ise cemaatin faaliyetlerini meşrulaştırma gibi hiçbir hukuk sisteminde karşılığı olmayan bir suçlama yöneltip cemaatle yolu kesişmiş herkesi suç örgütünün bir üyesi olarak göstermeyi seçmiştir.
İktidar savcılardan OHAL kaldırılıncaya kadar olabildiğince fazla sayıda cemaat mensubu mahkûm etmesini istemekte savcılar da Anayasa ve evrensel hukuk normlarının kaldırıldığı bu dönemde cemaat mensuplarını kişisel hiçbir suçu olmamasına rağmen cemaatin faaliyetlerinde yer alarak cemaati meşrulaştırma gibi gülünç suçlamalarla cezalar yağdırmaktadır. Adı geçen davada da bu olmuş, hiç suçu olmayanlara suç uydurularak yargılananlardan bazılarına müebbet bazılarına 10-15’er yıl hapis cezası verilmiştir.
İlhan İşbilen, Kazım Avcı, Hidayet Karaca, Abdülkadir Aksoy, Alaattin Kaya ve Dilaver Azim’in yargılandığı dava dosyasına konuyla hiç ilgisi olmayan birçok kişinin isimi eklenerek, 6 kişi hakkında verilmiş mahkûmiyet kararı ile diğerlerinin de mahkûm edilmesinde kullanılacak bir dayanak oluşturulması hedeflenmiştir. Artık ülkede hukuk sistemi tamamen iktidarın art niyetli ele geçirme projelerine hizmet etmek üzere kararlar vermeye zorlanmaktadır.
Bu dava dosyası hukuki bir metin değildir, diktatörlüklere özgü bir yöntemle iktidarın ele geçirmek istediği yerler hakkında suç uydurulmasını istediği savcıların hukuk sistemini yok ederek hazırladığı tezvirattır.