Türkiye’de 15 Temmuz kontrollü darbe girişiminin ardından yüz binlerce insan farklı suçlamalarla gözaltına alınıp, tutuklandı.
Tutukluların bir kısmının dosyasında ise Bank Asya’da yaptıkları işlemler gerekçe gösterildi.
savunmahakki.com‘da yer alan bir savunma metninde Bank Asya’ya dair yapılan suçlamalar hukuki delillerle çürütülü.
Avukatların hazırladığı güncel Bank Asya savunması şöyle:
Birçok dosyada Asya Katılım Bankası’nda hesabının bulunması ve bu hesaba para yatırılmış olmasının suç kanıtını oluşturacağı ileri sürüldü. Ancak; iddianamede belirtilen bu husus hukuki dayanaktan tamamen yoksundur.
Bankalar yasal olarak kurulurlar ve kuruluşu, faaliyet izinlerinin nasıl verileceği, faaliyet ve görevleri, nasıl denetlenecekleri yasada ayrıntılı olarak düzenlenir. Yasal olarak kurulmuş bankaların faaliyet ve çalışmaları BDDK ve TMSF’nin de kontrolüyle tamamen devletin denetim ve gözetimi altındadır.
Asya Katılım Bankası A.Ş ile ilgili süreci değerlendirdiğimizde;
Banka 24.10.1996 tarihinde dönemin önemli yürütme organı temsilcileri ve devlet görevlilerinin katılımı ile yasal olarak kurulmuş ve bankacılık faaliyetine başlamıştır.
Kontrollü darbe girişimi ardından Yargıtay’ın, on binlerce insanın tutuklanmasına bahane ettiği söz konusu bankada hesap hareketlerinin suç olmadığının delillerinden birisi; “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesidir. Suçta ve cezada kanunilik ilkesi gereğince, kanunun açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez. Suç teşkil eden fiilin bütün unsurlarının kanunla tanımlanmış olması gerekir.
Bir diğer delil ise; “Hukuk devletlerinde meşru bir hakkın kullanılması suç tanımı içinde değerlendirilemez” ilkesidir. Bu iddianın ileri sürülmesi bile, Anayasa’da teminat altına alınan “mülkiyet hakkı” ve “özel hayatın gizliliği ilkesine” açık bir müdahale anlamı taşır.
Hukuk devletinin en önemli önceliklerinden birisi fertlerin “hukuki güvenliğini”sağlamaktır. Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, fertlerin devlet tarafından “keyfi” olarak cezalandırılmalarının önlenmesi için getirilmiş en önemli ilkedir. “Zira hukukla sınırlandırılamayan devlet gücü, kolaylıkla organize suçluluk enstrümanı haline dönüşebilir.” Günümüzde yaşanan olaylar, bu tespitin açık kanıtıdır.
Hukuki çerçevede değerlendirdiğimizde ise; “F…Ö” olarak isimlendirilen “yapı” yasal zeminde faaliyette bulunmuş, devlet tarafından her türlü faaliyeti meşru sayılmış ve hatta desteklenmiştir. Ancak yasal kabul edilen bu süreç baz alınarak sanıklar bugün cezalandırılmaktadır.
Sonuç olarak, Bank Asya’da gerçekleşen hesap hareketlerinin suç unsuru sayılması mümkün değildir. Bu durumun hukuken haklı ve geçerli bir tarafı bulunmamaktadır. Para yatırma, para çekme, kredi kullanma gibi bankacılık eylemleri meşrudur “Silahlı Terör Örgütü Üyeliği” suçunun kanıtı olarak da kabul edilemez.
Yine aynı şekilde, söz konusu Banka ile ilgili olarak her hangi bir bankacılık işlemi yapılması eyleminin, “örgütü yardım” suçu olarak kabulü de öngörülebilirlik ve suç ve cezada kanunilik ilkelerine aykırılık teşkil edecektir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İmret-Türkiye davasında 10 Temmuz 2018 tarihinde vermiş olduğu karar tam olarak bu konuya ilişkindir. AİHM tarafından, TCK’nın 220/7. maddesinin lafzının ve uygulanış biçiminin çok geniş olduğu tespiti yapılmıştır. Buna dayalı olarak uygulamaların öngörülebilir olmadığına ve kanunilik ilkesinin ihlal edildiğine hükmedilerek Türkiye tazminat ödemeye mahkum edilmiştir.
Açıklanan tüm nedenlerden dolayı; “Silahlı Terör Örgütü Yöneticiliği/Üyeliği ve Örgüte Yardım” suçunun maddi ve manevi unsurları oluşmamıştır. Müvekkilin tek eylemi, herkes tarafından yapıldığı için meşru ve yasal hakkı olduğunu düşündüğü, Devletin denetim ve gözetiminde faaliyet gösteren bankada bankacılık işlemi yapmaktır. Bu eylemin de meşru bir eylem olması nedeni “suç ve cezada kanunilik ilkesi” gereğince suç oluşturmayacağı nazara alınarak müvekkilin isnad edilen suçlardan beraatine karar verilmesi müvekkil adına saygı ile arz ve talep olunur.
Türkiye’de 15 Temmuz kontrollü darbe girişiminin ardından yüz binlerce insan farklı suçlamalarla gözaltına alınıp, tutuklandı.
Tutukluların bir kısmının dosyasında ise Bank Asya’da yaptıkları işlemler gerekçe gösterildi.
savunmahakki.com‘da yer alan bir savunma metninde Bank Asya’ya dair yapılan suçlamalar hukuki delillerle çürütülü.
Avukatların hazırladığı güncel Bank Asya savunması şöyle:
Birçok dosyada Asya Katılım Bankası’nda hesabının bulunması ve bu hesaba para yatırılmış olmasının suç kanıtını oluşturacağı ileri sürüldü. Ancak; iddianamede belirtilen bu husus hukuki dayanaktan tamamen yoksundur.
Bankalar yasal olarak kurulurlar ve kuruluşu, faaliyet izinlerinin nasıl verileceği, faaliyet ve görevleri, nasıl denetlenecekleri yasada ayrıntılı olarak düzenlenir. Yasal olarak kurulmuş bankaların faaliyet ve çalışmaları BDDK ve TMSF’nin de kontrolüyle tamamen devletin denetim ve gözetimi altındadır.
Asya Katılım Bankası A.Ş ile ilgili süreci değerlendirdiğimizde;
Banka 24.10.1996 tarihinde dönemin önemli yürütme organı temsilcileri ve devlet görevlilerinin katılımı ile yasal olarak kurulmuş ve bankacılık faaliyetine başlamıştır.
Kontrollü darbe girişimi ardından Yargıtay’ın, on binlerce insanın tutuklanmasına bahane ettiği söz konusu bankada hesap hareketlerinin suç olmadığının delillerinden birisi; “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesidir. Suçta ve cezada kanunilik ilkesi gereğince, kanunun açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez. Suç teşkil eden fiilin bütün unsurlarının kanunla tanımlanmış olması gerekir.
Bir diğer delil ise; “Hukuk devletlerinde meşru bir hakkın kullanılması suç tanımı içinde değerlendirilemez” ilkesidir. Bu iddianın ileri sürülmesi bile, Anayasa’da teminat altına alınan “mülkiyet hakkı” ve “özel hayatın gizliliği ilkesine” açık bir müdahale anlamı taşır.
Hukuk devletinin en önemli önceliklerinden birisi fertlerin “hukuki güvenliğini”sağlamaktır. Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, fertlerin devlet tarafından “keyfi” olarak cezalandırılmalarının önlenmesi için getirilmiş en önemli ilkedir. “Zira hukukla sınırlandırılamayan devlet gücü, kolaylıkla organize suçluluk enstrümanı haline dönüşebilir.” Günümüzde yaşanan olaylar, bu tespitin açık kanıtıdır.
Hukuki çerçevede değerlendirdiğimizde ise; “F…Ö” olarak isimlendirilen “yapı” yasal zeminde faaliyette bulunmuş, devlet tarafından her türlü faaliyeti meşru sayılmış ve hatta desteklenmiştir. Ancak yasal kabul edilen bu süreç baz alınarak sanıklar bugün cezalandırılmaktadır.
Sonuç olarak, Bank Asya’da gerçekleşen hesap hareketlerinin suç unsuru sayılması mümkün değildir. Bu durumun hukuken haklı ve geçerli bir tarafı bulunmamaktadır. Para yatırma, para çekme, kredi kullanma gibi bankacılık eylemleri meşrudur “Silahlı Terör Örgütü Üyeliği” suçunun kanıtı olarak da kabul edilemez.
Yine aynı şekilde, söz konusu Banka ile ilgili olarak her hangi bir bankacılık işlemi yapılması eyleminin, “örgütü yardım” suçu olarak kabulü de öngörülebilirlik ve suç ve cezada kanunilik ilkelerine aykırılık teşkil edecektir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İmret-Türkiye davasında 10 Temmuz 2018 tarihinde vermiş olduğu karar tam olarak bu konuya ilişkindir. AİHM tarafından, TCK’nın 220/7. maddesinin lafzının ve uygulanış biçiminin çok geniş olduğu tespiti yapılmıştır. Buna dayalı olarak uygulamaların öngörülebilir olmadığına ve kanunilik ilkesinin ihlal edildiğine hükmedilerek Türkiye tazminat ödemeye mahkum edilmiştir.
Açıklanan tüm nedenlerden dolayı; “Silahlı Terör Örgütü Yöneticiliği/Üyeliği ve Örgüte Yardım” suçunun maddi ve manevi unsurları oluşmamıştır. Müvekkilin tek eylemi, herkes tarafından yapıldığı için meşru ve yasal hakkı olduğunu düşündüğü, Devletin denetim ve gözetiminde faaliyet gösteren bankada bankacılık işlemi yapmaktır. Bu eylemin de meşru bir eylem olması nedeni “suç ve cezada kanunilik ilkesi” gereğince suç oluşturmayacağı nazara alınarak müvekkilin isnad edilen suçlardan beraatine karar verilmesi müvekkil adına saygı ile arz ve talep olunur.