Türkiye, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından hemen sonra ilan edilen Olağanüstü Hâl ile tam iki yıl yaşadı. Yedi defa uzatılan OHAL, geride devasa rakamlarda ağır bir bilanço bıraktı ve sistemi kökünden değiştirecek adımların atılmasına bahane oldu.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, 2019 Dünya Raporu’nda bu duruma dikkat çekerek, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın baskıcı yönetiminin OHAL’in sona ermesiyle birlikte son bulmadığının altını çiziyor.
“Muhaliflerin uyduruk terör suçlamalarıyla uzun süreli ve keyfi olarak tutuklanması, Türkiye’nin normali olmuş durumda” denen raporda, Türkiye’nin 2018 Haziranında yapılan meclis ve cumhurbaşkanlığı seçimleri medyanın sansürlendiği, bazı milletvekillerininin ve bir cumhurbaşkanı adayının hapiste tutulduğu bir ortamda yapıldı. Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) güçsüzleştirilmiş meclisteki üstünlüğünü bir ittifak vasıtasıyla muhafaza etti” deniyor ve ekleniyor:
“Ve Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı seçildiği seçimlerle birlikte 2017 yılında yapılan referandumda onaylanan Türkiye’nin başkanlık sistemi tam olarak yürürlüğe girmiş oldu.”
İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson, “olağanüstü halin altı ay önce son bulmuş olmasıyla birlikte, insan haklarına saygı duyulan bir iklime geri dönüleceğine ilişkin tüm umutlar yıkıldı” dedi. Williamson, “Erdoğan hükümetinin muhaliflerin ve eleştirel seslerin peşine düşmesi, Türkiye’de hukukun üstünlüğüne dayanan çerçeveyi paramparça etti, adaletin ise altını üstüne getirdi” diye konuştu.
674 sayfalık Dünya Raporu’nun 29. baskısında, İnsan Hakları İzleme Örgütü 100’den fazla ülkedeki insan hakları uygulamalarını gözden geçiriyor. Genel Direktör Kenneth Roth, rapora yazdığı giriş makalesinde, birçok ülkede nefret ve hoşgörüsüzlük tohumları saçan popülistlerin dirençle karşılaştığını belirtiyor.
HRW’nin raporundan özet şöyle devam ediyor:
Haklara saygılı hükümetler arasında kurulan ve genellikle sivil toplum gruplarının ve kamuoyunun harekete geçirdiği ve katıldığı yeni ittifaklar, otokratik aşırılıkların maliyetini artıyor. Bu ittifakların başarıları insan haklarını zor günlerde dahi savunmanın mümkün olduğunu, hatta bunu yapmanın bir sorumluluk olduğunu gösteriyor.
Türkiye’de mahkemeler bağımsız değil ve yetkili makamlar eleştirel sesleri ve muhalifleri terör suçlamalarıyla uyduruk soruşturmalara ve davalara maruz bırakırken, mahkemeler de onları hapse tıkmaktan hiç gocunmuyor. Terörle mücadele yasalarının istismar edilerek, hükümete muhalif kişi ve kesimlere karşı yaygın bir şekilde kullanılması, 2016 askeri darbe girişiminin sorumlulularının yargılanması yönündeki meşru çabaları baltaladı.
Gazetecilere siyasi saiklerle açılmış çok sayıda dava, 2018 yılında mahkumiyetle sonuçlandı. Bir mahkeme tanınmış yazarlar Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ı, şiddeti savunmayan ama mahkemenin hükümeti devirmeye teşebbüs ettiğine karar verdiği yorum yazıları nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum etti.
Yetkili makamlar insan hakları savunucularını hedef almaya hız verdiler. Bunların arasında İstanbul’da 2013 yılında gerçekleşen ve Gezi Protestoları olarak bilinen eylemlere odaklanan yeni bir soruşturma da vardı. Soruşturulanların başında haksız bir şekilde hapiste tutulan iş adamı ve bir kültür örgütünün lideri Osman Kavala yer alıyordu.
Hükümet Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin muhalif politikacı Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi yönünde verdiği bir kararı hiçe saydı. Demirtaş iki yıldan beri başka milletvekilleri ve Kürt yanlısı partilerden seçilmiş belediye başkanlarıyla birlikte, keyfi bir şekilde hapiste tutuluyordu. 2019 Mart’ında yapılacak yerel seçimler öncesinde, ülkenin güneydoğusunda yerel demokrasi askıya alınmış durumda. Hükümet, Kürt nüfusun seçtiği temsilcileri görevden aldıktan sonra, bölgedeki 94 belediyenin kontrolunu kendi eline aldı.
2019 Dünya raporu ayrıca Türkiye’de barışçıl gösteri ve toplanma haklarına getirilen kısıtlamaları, akademik özgürlüklere yönelik saldırıları ve polis gözetimi altında işkence yapıldığına ilişkin iddiaların soruşturulmamasını da ele alıyor. Türkiye, dünyadaki en çok mülteciye ev sahipliği yapan ülke olmaya devam ediyor.
Türkiye, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından hemen sonra ilan edilen Olağanüstü Hâl ile tam iki yıl yaşadı. Yedi defa uzatılan OHAL, geride devasa rakamlarda ağır bir bilanço bıraktı ve sistemi kökünden değiştirecek adımların atılmasına bahane oldu.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, 2019 Dünya Raporu’nda bu duruma dikkat çekerek, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın baskıcı yönetiminin OHAL’in sona ermesiyle birlikte son bulmadığının altını çiziyor.
“Muhaliflerin uyduruk terör suçlamalarıyla uzun süreli ve keyfi olarak tutuklanması, Türkiye’nin normali olmuş durumda” denen raporda, Türkiye’nin 2018 Haziranında yapılan meclis ve cumhurbaşkanlığı seçimleri medyanın sansürlendiği, bazı milletvekillerininin ve bir cumhurbaşkanı adayının hapiste tutulduğu bir ortamda yapıldı. Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) güçsüzleştirilmiş meclisteki üstünlüğünü bir ittifak vasıtasıyla muhafaza etti” deniyor ve ekleniyor:
“Ve Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı seçildiği seçimlerle birlikte 2017 yılında yapılan referandumda onaylanan Türkiye’nin başkanlık sistemi tam olarak yürürlüğe girmiş oldu.”
İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson, “olağanüstü halin altı ay önce son bulmuş olmasıyla birlikte, insan haklarına saygı duyulan bir iklime geri dönüleceğine ilişkin tüm umutlar yıkıldı” dedi. Williamson, “Erdoğan hükümetinin muhaliflerin ve eleştirel seslerin peşine düşmesi, Türkiye’de hukukun üstünlüğüne dayanan çerçeveyi paramparça etti, adaletin ise altını üstüne getirdi” diye konuştu.
674 sayfalık Dünya Raporu’nun 29. baskısında, İnsan Hakları İzleme Örgütü 100’den fazla ülkedeki insan hakları uygulamalarını gözden geçiriyor. Genel Direktör Kenneth Roth, rapora yazdığı giriş makalesinde, birçok ülkede nefret ve hoşgörüsüzlük tohumları saçan popülistlerin dirençle karşılaştığını belirtiyor.
HRW’nin raporundan özet şöyle devam ediyor:
Haklara saygılı hükümetler arasında kurulan ve genellikle sivil toplum gruplarının ve kamuoyunun harekete geçirdiği ve katıldığı yeni ittifaklar, otokratik aşırılıkların maliyetini artıyor. Bu ittifakların başarıları insan haklarını zor günlerde dahi savunmanın mümkün olduğunu, hatta bunu yapmanın bir sorumluluk olduğunu gösteriyor.
Türkiye’de mahkemeler bağımsız değil ve yetkili makamlar eleştirel sesleri ve muhalifleri terör suçlamalarıyla uyduruk soruşturmalara ve davalara maruz bırakırken, mahkemeler de onları hapse tıkmaktan hiç gocunmuyor. Terörle mücadele yasalarının istismar edilerek, hükümete muhalif kişi ve kesimlere karşı yaygın bir şekilde kullanılması, 2016 askeri darbe girişiminin sorumlulularının yargılanması yönündeki meşru çabaları baltaladı.
Gazetecilere siyasi saiklerle açılmış çok sayıda dava, 2018 yılında mahkumiyetle sonuçlandı. Bir mahkeme tanınmış yazarlar Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ı, şiddeti savunmayan ama mahkemenin hükümeti devirmeye teşebbüs ettiğine karar verdiği yorum yazıları nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum etti.
Yetkili makamlar insan hakları savunucularını hedef almaya hız verdiler. Bunların arasında İstanbul’da 2013 yılında gerçekleşen ve Gezi Protestoları olarak bilinen eylemlere odaklanan yeni bir soruşturma da vardı. Soruşturulanların başında haksız bir şekilde hapiste tutulan iş adamı ve bir kültür örgütünün lideri Osman Kavala yer alıyordu.
Hükümet Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin muhalif politikacı Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi yönünde verdiği bir kararı hiçe saydı. Demirtaş iki yıldan beri başka milletvekilleri ve Kürt yanlısı partilerden seçilmiş belediye başkanlarıyla birlikte, keyfi bir şekilde hapiste tutuluyordu. 2019 Mart’ında yapılacak yerel seçimler öncesinde, ülkenin güneydoğusunda yerel demokrasi askıya alınmış durumda. Hükümet, Kürt nüfusun seçtiği temsilcileri görevden aldıktan sonra, bölgedeki 94 belediyenin kontrolunu kendi eline aldı.
2019 Dünya raporu ayrıca Türkiye’de barışçıl gösteri ve toplanma haklarına getirilen kısıtlamaları, akademik özgürlüklere yönelik saldırıları ve polis gözetimi altında işkence yapıldığına ilişkin iddiaların soruşturulmamasını da ele alıyor. Türkiye, dünyadaki en çok mülteciye ev sahipliği yapan ülke olmaya devam ediyor.
Türkiye, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından hemen sonra ilan edilen Olağanüstü Hâl ile tam iki yıl yaşadı. Yedi defa uzatılan OHAL, geride devasa rakamlarda ağır bir bilanço bıraktı ve sistemi kökünden değiştirecek adımların atılmasına bahane oldu.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, 2019 Dünya Raporu’nda bu duruma dikkat çekerek, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın baskıcı yönetiminin OHAL’in sona ermesiyle birlikte son bulmadığının altını çiziyor.
“Muhaliflerin uyduruk terör suçlamalarıyla uzun süreli ve keyfi olarak tutuklanması, Türkiye’nin normali olmuş durumda” denen raporda, Türkiye’nin 2018 Haziranında yapılan meclis ve cumhurbaşkanlığı seçimleri medyanın sansürlendiği, bazı milletvekillerininin ve bir cumhurbaşkanı adayının hapiste tutulduğu bir ortamda yapıldı. Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) güçsüzleştirilmiş meclisteki üstünlüğünü bir ittifak vasıtasıyla muhafaza etti” deniyor ve ekleniyor:
“Ve Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı seçildiği seçimlerle birlikte 2017 yılında yapılan referandumda onaylanan Türkiye’nin başkanlık sistemi tam olarak yürürlüğe girmiş oldu.”
İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson, “olağanüstü halin altı ay önce son bulmuş olmasıyla birlikte, insan haklarına saygı duyulan bir iklime geri dönüleceğine ilişkin tüm umutlar yıkıldı” dedi. Williamson, “Erdoğan hükümetinin muhaliflerin ve eleştirel seslerin peşine düşmesi, Türkiye’de hukukun üstünlüğüne dayanan çerçeveyi paramparça etti, adaletin ise altını üstüne getirdi” diye konuştu.
674 sayfalık Dünya Raporu’nun 29. baskısında, İnsan Hakları İzleme Örgütü 100’den fazla ülkedeki insan hakları uygulamalarını gözden geçiriyor. Genel Direktör Kenneth Roth, rapora yazdığı giriş makalesinde, birçok ülkede nefret ve hoşgörüsüzlük tohumları saçan popülistlerin dirençle karşılaştığını belirtiyor.
HRW’nin raporundan özet şöyle devam ediyor:
Haklara saygılı hükümetler arasında kurulan ve genellikle sivil toplum gruplarının ve kamuoyunun harekete geçirdiği ve katıldığı yeni ittifaklar, otokratik aşırılıkların maliyetini artıyor. Bu ittifakların başarıları insan haklarını zor günlerde dahi savunmanın mümkün olduğunu, hatta bunu yapmanın bir sorumluluk olduğunu gösteriyor.
Türkiye’de mahkemeler bağımsız değil ve yetkili makamlar eleştirel sesleri ve muhalifleri terör suçlamalarıyla uyduruk soruşturmalara ve davalara maruz bırakırken, mahkemeler de onları hapse tıkmaktan hiç gocunmuyor. Terörle mücadele yasalarının istismar edilerek, hükümete muhalif kişi ve kesimlere karşı yaygın bir şekilde kullanılması, 2016 askeri darbe girişiminin sorumlulularının yargılanması yönündeki meşru çabaları baltaladı.
Gazetecilere siyasi saiklerle açılmış çok sayıda dava, 2018 yılında mahkumiyetle sonuçlandı. Bir mahkeme tanınmış yazarlar Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ı, şiddeti savunmayan ama mahkemenin hükümeti devirmeye teşebbüs ettiğine karar verdiği yorum yazıları nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum etti.
Yetkili makamlar insan hakları savunucularını hedef almaya hız verdiler. Bunların arasında İstanbul’da 2013 yılında gerçekleşen ve Gezi Protestoları olarak bilinen eylemlere odaklanan yeni bir soruşturma da vardı. Soruşturulanların başında haksız bir şekilde hapiste tutulan iş adamı ve bir kültür örgütünün lideri Osman Kavala yer alıyordu.
Hükümet Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin muhalif politikacı Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi yönünde verdiği bir kararı hiçe saydı. Demirtaş iki yıldan beri başka milletvekilleri ve Kürt yanlısı partilerden seçilmiş belediye başkanlarıyla birlikte, keyfi bir şekilde hapiste tutuluyordu. 2019 Mart’ında yapılacak yerel seçimler öncesinde, ülkenin güneydoğusunda yerel demokrasi askıya alınmış durumda. Hükümet, Kürt nüfusun seçtiği temsilcileri görevden aldıktan sonra, bölgedeki 94 belediyenin kontrolunu kendi eline aldı.
2019 Dünya raporu ayrıca Türkiye’de barışçıl gösteri ve toplanma haklarına getirilen kısıtlamaları, akademik özgürlüklere yönelik saldırıları ve polis gözetimi altında işkence yapıldığına ilişkin iddiaların soruşturulmamasını da ele alıyor. Türkiye, dünyadaki en çok mülteciye ev sahipliği yapan ülke olmaya devam ediyor.
Türkiye, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından hemen sonra ilan edilen Olağanüstü Hâl ile tam iki yıl yaşadı. Yedi defa uzatılan OHAL, geride devasa rakamlarda ağır bir bilanço bıraktı ve sistemi kökünden değiştirecek adımların atılmasına bahane oldu.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, 2019 Dünya Raporu’nda bu duruma dikkat çekerek, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın baskıcı yönetiminin OHAL’in sona ermesiyle birlikte son bulmadığının altını çiziyor.
“Muhaliflerin uyduruk terör suçlamalarıyla uzun süreli ve keyfi olarak tutuklanması, Türkiye’nin normali olmuş durumda” denen raporda, Türkiye’nin 2018 Haziranında yapılan meclis ve cumhurbaşkanlığı seçimleri medyanın sansürlendiği, bazı milletvekillerininin ve bir cumhurbaşkanı adayının hapiste tutulduğu bir ortamda yapıldı. Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) güçsüzleştirilmiş meclisteki üstünlüğünü bir ittifak vasıtasıyla muhafaza etti” deniyor ve ekleniyor:
“Ve Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı seçildiği seçimlerle birlikte 2017 yılında yapılan referandumda onaylanan Türkiye’nin başkanlık sistemi tam olarak yürürlüğe girmiş oldu.”
İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson, “olağanüstü halin altı ay önce son bulmuş olmasıyla birlikte, insan haklarına saygı duyulan bir iklime geri dönüleceğine ilişkin tüm umutlar yıkıldı” dedi. Williamson, “Erdoğan hükümetinin muhaliflerin ve eleştirel seslerin peşine düşmesi, Türkiye’de hukukun üstünlüğüne dayanan çerçeveyi paramparça etti, adaletin ise altını üstüne getirdi” diye konuştu.
674 sayfalık Dünya Raporu’nun 29. baskısında, İnsan Hakları İzleme Örgütü 100’den fazla ülkedeki insan hakları uygulamalarını gözden geçiriyor. Genel Direktör Kenneth Roth, rapora yazdığı giriş makalesinde, birçok ülkede nefret ve hoşgörüsüzlük tohumları saçan popülistlerin dirençle karşılaştığını belirtiyor.
HRW’nin raporundan özet şöyle devam ediyor:
Haklara saygılı hükümetler arasında kurulan ve genellikle sivil toplum gruplarının ve kamuoyunun harekete geçirdiği ve katıldığı yeni ittifaklar, otokratik aşırılıkların maliyetini artıyor. Bu ittifakların başarıları insan haklarını zor günlerde dahi savunmanın mümkün olduğunu, hatta bunu yapmanın bir sorumluluk olduğunu gösteriyor.
Türkiye’de mahkemeler bağımsız değil ve yetkili makamlar eleştirel sesleri ve muhalifleri terör suçlamalarıyla uyduruk soruşturmalara ve davalara maruz bırakırken, mahkemeler de onları hapse tıkmaktan hiç gocunmuyor. Terörle mücadele yasalarının istismar edilerek, hükümete muhalif kişi ve kesimlere karşı yaygın bir şekilde kullanılması, 2016 askeri darbe girişiminin sorumlulularının yargılanması yönündeki meşru çabaları baltaladı.
Gazetecilere siyasi saiklerle açılmış çok sayıda dava, 2018 yılında mahkumiyetle sonuçlandı. Bir mahkeme tanınmış yazarlar Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ı, şiddeti savunmayan ama mahkemenin hükümeti devirmeye teşebbüs ettiğine karar verdiği yorum yazıları nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum etti.
Yetkili makamlar insan hakları savunucularını hedef almaya hız verdiler. Bunların arasında İstanbul’da 2013 yılında gerçekleşen ve Gezi Protestoları olarak bilinen eylemlere odaklanan yeni bir soruşturma da vardı. Soruşturulanların başında haksız bir şekilde hapiste tutulan iş adamı ve bir kültür örgütünün lideri Osman Kavala yer alıyordu.
Hükümet Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin muhalif politikacı Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi yönünde verdiği bir kararı hiçe saydı. Demirtaş iki yıldan beri başka milletvekilleri ve Kürt yanlısı partilerden seçilmiş belediye başkanlarıyla birlikte, keyfi bir şekilde hapiste tutuluyordu. 2019 Mart’ında yapılacak yerel seçimler öncesinde, ülkenin güneydoğusunda yerel demokrasi askıya alınmış durumda. Hükümet, Kürt nüfusun seçtiği temsilcileri görevden aldıktan sonra, bölgedeki 94 belediyenin kontrolunu kendi eline aldı.
2019 Dünya raporu ayrıca Türkiye’de barışçıl gösteri ve toplanma haklarına getirilen kısıtlamaları, akademik özgürlüklere yönelik saldırıları ve polis gözetimi altında işkence yapıldığına ilişkin iddiaların soruşturulmamasını da ele alıyor. Türkiye, dünyadaki en çok mülteciye ev sahipliği yapan ülke olmaya devam ediyor.