“Geçtim Meriç’ten” şiiriyle tanınan ve Atina’da hayatını kaybeden eğitimci Halil Dinç’in eşi, vefatın yıldönümünde tüm yaşadıklarını anlatan bir mektup yazdı.
BOLD MEDYA’ dan Sevinç ÖZARSLAN’ın haberine göre; Atina’da kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden Ankara Samanyolu Cemal Şaşmaz Kız Lisesi Müdürü Halil Dinç’in (45) ölümünün üzerinden 14 ay geçti. Herkes onu eğitimci kimliğinin yanı sıra “Geçtim Meriç’ten” şiiriyle tanıdı. Yunanistan’da kampta tanıştığı Pakistanlı çocuklara da, Meriç’i yol edinenlere de dizeleriyle umut oldu Halil Dinç. Fakat kalbi yaşadıklarına dayanamadı ve 16 Ağustos 2018 sabahı hayatını kaybetti.Oğlu İhsan’ı Türkiye’de bırakan, iki kızıyla Atina’da tek başına kalan eşi Nihayet Dinç ise eşinin ardından darmadağınık olan hayatını toparlamak için uğraştı. Aile Haziran 2019’da tekrar Belçika’da bir araya geldi ama o zorlu günlerin acısı hala geçmiş değil.
15 Temmuz’dan sonra başlayan Tenkil sürecinde yaşadıklarını kaleme alan Türkçe öğretmeni Nihayet Dinç, eşinin cenazesi için sela okunmasını engelleyen müftüyü, uyuşturucu konulan, ateşe verilen okullarını, hayat arkadaşının kalp krizi geçirdiği o sabahı ve zorlu yol hikayesini yazdı.
Halil Dinç ve Nihayet Dinç
Ben 1972 Van doğumluyum. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen Edebiyat Bölümü mezunuyum. 1995’te mezun oldum. Okul yıllarında hizmetin evlerinde kaldım. Son sınıfta hizmetin dershanesinde stajerlik yaptım.
Halil Dinç 1972 Trabzon doğumlu. Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi mezunu. 1992 mezunu. Eşim de öğrencilik yıllarında Ankara’da hizmetine evlerinde kaldı. Eşim mezun olduktan sonra Van’a sözleşmeli öğretmen olarak geldi. Serhat Fen Lisesi Kurumlarında Türkçe öğretmeni olarak çalıştı.
Ben de son sınıftayken stajerlik yapıyordum. Halil bey bize ders anlatıyordu. Eşimle orada tanıştık. Kaderi ilahi o öğretmen ben öğrenciydim. Daha sonra Halil bey bana izdivaç talebiyle geldi. Ben de kabul ettim ve 2 Ağustos 1995’te evlendik. İkimiz de hizmetin kurumlarında çalışıyorduk. Sonra o fen lisesi müdürü oldu. Toplam ben 4 yıl, eşim 8 yıl Van’da çalıştık.
Eşimle ilk tanıştığımızda bana yaptığımız işin zor olduğunu, gün gelir hapis gibi şeylerin başımıza gelebileceğini söyledi. “Ben seni kucağında 3 çocukla bırakıp hapse girebilirim” dedi. Beni böyle kabul eder misin diye sordu. Ben de kabul ettim.
DARBE GECESİ TATİLDEN DÖNMÜŞTÜK
Daha sonra 3 yıl Sivas’ta, 2 yıl Sinop’ta, 1 yıl Samsun’da çalıştık. 2007’de Ankara’ya geldik. O Yusuf Tanık’ta müdür oldu. Ben öğretmen. O daha sonra Ülkü Ulusoy İlköğretim’de müdür oldu. Daha sonra Halil Bey Cemal Şaşmaz Kız Lisesinde, ben de İbrahim Avcı İlköğretimde Türkçe öğretmeni olarak çalıştık.
Tabi 17-25 Aralık süreci başladı. Biz bundan hem maddi hem manevi çok etkilendik. Maaşlarımızı alamamaya başladık. Kayıtlarımızda azalma oldu. İnsanlar korkuyordu. Çocuklarını bizden almaya başladılar. Çevreden tepkiler almaya başladık. Bu durum 15 Temmuz darbeye kadar devam etti. Darbe gecesi biz tatilden dönmüştük. Evdeydik. Haberleri izliyorduk. O anda olanları gördük. Çok endişelendik.
OKULA UYUŞTURUCU VE 1 DOLAR KOYMUŞLAR
Eşimin okulunda güvenlik görevlileri eşimi aradılar. Okulun taşlandığını, kendilerinin herhangi bir can güvenliğinin olmadığını söylediler. Kaçtılar. Eşim, diğer okul müdürleri, öğretmenler okula gidemedi. Pursak İlköğretim Okulunu ateşe verdiler. Cemal Şaşmaz müdür yardımcısı bir gece okula girdi. Baktı. Her yere 1 Dolarlar koymuşlar. Masalarda, dolaplarda uyuşturucu koymuşlar. Hepsini klozete atmış. Çok kötü günlerdi.
Daha sonra biz iki aya yakın görümcemlerde kaldık. Ama eşim öğretmenlerini merak ettiği için kendisini tehlikeye atarak Ankara’ya gidip geliyordu.
HAPİSTE OLAN HER ARKADAŞIMIN ÇİLESİ SANKİ BOYNUMDA, DERDİ
Durumlara çok üzülüyordu. Tanıdıklarından, öğretmenlerden tutuklananlar olmuştu. Bizim eski evimize de gelmişler. Kapıları kırmışlar. Beni ve eşimi arıyorlarmış. Biz yeni taşındığımızdan ikametgahı almamıştık. Eşim bizden ayrıldı. Gaybubet yapmaya başladı. Her eve geldiğinde onu biraz daha çökmüş görüyordum. 15 kilo verdi. Sanki 10 yaş yaşlanmıştı. Elleri egzema olmuş, parmaklarından kan geliyordu. Ama doktora gidemiyorduk.
Elinden geldiğince mağdurlara yardım etti. Para buldu. Ziyaret etti. Diyebilirim ki son nefesine kadar Hizmet etti. Bana diyordu ki “Belki ben hapiste değilim ama hapiste olan her arkadaşımın çilesi sanki boynumda.” Çok ar etti. Yapılanları kabul edemiyordu. Bir şiiri vardı “Halkım beni tanımadı” Bunu okur ağlardı.
Derken böyle yaşamak zorlaşmaya başladı. Çocukların psikolojisi hiç kolay değildi. Her an yakalanma korkusu hiç kolay değildi. Eşimin ismi yeni oluşumda geçmeye başlamıştı. Tek çaremiz arabamızı satıp birkaç kuruş para bulup buralardan, vatandan terk-i diyar etmekti.
Tabi ben çok korkuyordum. Meriç’te boğulanları gördükçe cesaretim azalıyordu. Ama eşim bana cesaret verirdi. Her zaman öyleydi. Bizim ümitsizliğe kapılsam Allah bizimle beraber derdi. İmanına kurban olduğum çok imanlıydı.
Ben ona senin Amerika vizen var. İstersen sen git biz sonra geliriz dedim. Ama o hayır Nihayet ne sen bensiz (!), ne de ben sensiz yaparım dedi. Birlikte gitmeye karar verdik. Bu arada çocuklarım;
1) İnci Dinç (12) Yaş
2) Ahsen Dinç (18) Yaş
3) İhsan Dinç (22) Yaş
EŞİM HERKESE MORAL VERMEYE ÇALIŞIYORDU
İhsan’ Türkiye’de bıraktık. O sonra gelecekti. Meğer babasının cenazesini almak için kalmış orada yavrum. Meriç’i geçme hikayemiz korktuğumuz gibi olmadı. Kolay geçtik. Hapse konulduk. Askerler bize çok iyi davrandılar. Hapiste her saatte bir, bir aile geliyordu. Hepsi de bizim arkadaşlarımızdı. Doktor, avukat, hakim, hemşire, öğretmen… her meslekten vardı. Herkesin hikayesi farklıydı. Çok acı hikayeler dinledik.
Eşim herkese moral vermeye çalışıyordu. Saçları hep aktı. O yüzden herkes ona abi diyordu. Ama fark ediyordum. Yine çok üzülüyordu. Sürekli başı ağrıyordu. Ben de ona hep arveles verdim. Hapisten sonra bizi açık kampa aldılar. Orada Afrinli bir aile vardı. Afrin operasyonunda Türk askerleri evlerini basmış. Onlar da buralara gelmek zorunda kalmış. Onlarla ilgilenmeye çalıştı. Davasını anlattı. Bana, Nihayet Kürtçe bilen arkadaş varsa boş geçirmesinler, bu insanlara davamızı anlatsınlar derdi.
“BANA BİR ŞEY OLURSA BU ŞİİRİ YAYINLAYIN”
Kampta Pakistanlı çocuklar vardı. Perişan bir durumdalardı. Halil bey içlerinden birisine ezan okuma görevi verdi. Hep beraber cemaatle namaz kılıyorlardı. Duymuşlar Halil Bey’in öldüğünü kampta Meriç şiirini çalıyorlarmış.
Gelelim “Gülerek Geçtim Meriç” şiirine. Bence bu şiir Yunanistan’daki arkadaşların ağzında marş gibi söylendi. Yunanistan’ı geçen ancak bu şiiri anlar ve ağlardı. Çocuklar bile bu şiiri ezberlemişti.
Eşim bu şiiri yola çıkmadan 3 gün önce kalem almış. Bana ilk okuttuğunda çok şaşırdım. Halil bey dedim. Sen daha oradan geçmeden nasıl bu kadar anlamlı ve duygulu yazdın. Dedi ki ben bu şiirini oradaki şehitlerin hissiyatını düşünerek yazdım. Bana bir şey olursa bunu yayınlayın dedi.
Kamp, hapis, zindan derken 12 gün sonra Atina’ya geldik. Bizi bir misafirhaneye aldılar. İki aile birlikte kalıyorduk. Atina’yı pek sevmedik. Oradan hemen gitmek istedik. Evrakları hazırlattı. Çarşamba yolculuk var dedi. Maalesef o gün yolculuk olamadı. Biraz üzülmüştü. Gece paraları saydı. Nihayet biz bu paralarla ancak 4 defa deneyebiliriz (denemek geçmeye çalışmak). Ben olsun üzülme Allah kerimdir dedim.
MUTLUYDU, HASTA FİLAN DEĞİLDİ
Sabah oldu ev arkadaşlarımız başka bir yere kahvaltıya gittiler. Biz evde dört kişiyiz. Eşim evde bize güzel bir kahvaltı hazırlamıştı. Mutluydu. Hasta filan da değildi. Gel beraber pazara gidelim dedi. Pazardan o kadar çok şey aldı ki ben bile şaşırdım. Markete gittik. Bana dedi ki, gel elini tutayım nasılsa burada kimse görmez.
Eve geldik. Ortanca kızımın morali pek iyi değildi. Ona dedi ki, hazırlan seni döner yemeye götüreceğim. Kendisi tıraşını oldu. Banyoya girmek için hazırlandı. O anda bana seslendi. Bir baktım yere yığılmış. Bilinç yok. Kızımla banyonun dışına çıkardık. Evde yalnızız. Kimseyi tanımıyoruz. Dil bilmiyoruz. Abileri aradım ambulans çağırın diye.
ATİNA YIKILMIŞ, ALTINDA KALMIŞTIM
Apartmanları dolaştım. Kimse yok. Kızım bir saate yakın ağız ve kalp masajı yaptı. Ben de şuursuzca aynı Hz. Hacer gibi oradan oraya deli gibi koşturuyorum. Küçük kızım kanepelerden atlıyor. Ne olur baba ölme! Apartmanın altı doldu insan. Ben balkonda ambulans ambulans diyorum. Sonra abiler geldi. Eşimin kalbi durmuştu. Ben çaresizliğin dibine kadar vurmuş, gurbette çınarımı kaybetmiş, Atina yıkılmış, altında kalmış, kısaca kıyametim kopmuştu. Halil Bey’i ambulansa bindirdiler. Götürdüler. Ama ben iyileşecek gelecek diye bekliyorum. Sonra beni götürdüler. Ve o sözü, dünyayı başıma yıkan, benim yarımı öldüren, Halilin öldü lafını duyunca tek şey düşündüm. Ölmeyi.
BENİ MORGA GÖTÜRDÜLER
Ama ölemezdim. Çünkü ben bir anneydim. Kalbim parça parça Türkiye’deki oğlumu düşündüm. Evdeki kızlarımı gariplerimi düşündüm. Ben onlara nasıl babanız öldü diyecektim. O anda Hz. Meryem gibi “Keşke unutulsaydım, keşke hiç doğmasaydım, bir daha adımı kimse anmasaydı, kaybolup gitseydim.” sözünü söyledim.
Fakat imtihan yaşamak zorundaydım. Allah bana yeter ! dedim. Beni morga götürdüler. Kıyamıyorum Halilimin yüzüne bakmaya. Elini tuttum. Orada değildi. Kıyafetini çıkarmıştı. Tabi bayılmışım. Beni aldılar arabaya bindirdiler. Eve gitmek istemiyorum. Çocuklara ne diyecektim. Sığınağımız, çınarımız, duvarımız yıkıldı mı diyecektim.
ACIMIZI KİMSE ANLAYAMAZDI
Eve geldik. Ahsen bana baktı. Tabi anladı. O da orada düştü bayıldı. Küçük kızım dışarıdaydı. Ona da söylediler. Psikolog gelmişti. Ama psikolog senin yarana ne derman olur. Abiler, ablalar, Yunanistan oraya döküldü. Ama acımızı anlayamazlardı. Akraba kimse yok. Neyse abiler bizi o evden taşıdılar. Başka bir eve gittik. Yanımızda bize destek olan, benim canım arkadaşım ve eşinden Allah razı olsun. Tabi ben hiç iyi değilim. Yaşımı bile yaşayamıyorum. Ne yapacaktık Yunanistan’da. Eşimi Trabzon’a göndermeye karar verdik. Ailesi çok istiyordu. Kabrini açmış gelmesini bekliyorlardı.
KHK’LI BİR ARKADAŞI NAMAZINI KILDIRDI
Esma Uludağ’ın cenazesini taşıyan şirketle anlaştık. Eşimi otopsi için orada 9 gün beklettiler. O 9 gün bana ölüm gibi geldi. Sonra düşündük, Türkiye’de eşimi yıkamazlar. Orada abiler yıkadı, cenaze namazını bizim arkadaşlarımız kıldırdı. Eşimi en son o cenaze namazında gördüm. El salladım. Ahirette görüşürüz dedim. Tabi bayılmışım. Benden nabız alamıyorlar. Çocuklarım benim etrafımda anne ölme, anne ölme!
Bu arada oğlum haberi alır almaz bayılıyor. Daha dün babamla konuştum diyor. Yapayalnız. Bir iki arkadaşı yanına geliyor. Sonra o da cenazeyi almak için Trabzon’a geliyor. Trabzon havaalanında sadece İhsan ve bir enişte cenazeyi alıyor. Kardeşi korkuyor. Gelip almıyor. Trabzon’da eşim için ‘fetöcülerin elebaşısı geliyor, sakın selasını okutmayın ve namazını kıldırmayın diyor müftülük. Eşimin cenazesini bir KHK’lı arkadaşı kıldırıyor. Rabbim onların namert ellerini eşime sürdürmüyor. Bu arada ben perişan. Abiler bana ne yapalım abla, yola devam mı, yoksa Türkiye’ye mi dönersiniz. O kadar zor bir durum ki… Ne yapacağımı bilmiyorum. Atina bana mezar olmuş, nefes alamıyorum.
POLİS SENİ ALIYOR, KAFESE KOYUYOR
Türkiye’ye dönsem yakalanacağım. Akrabalarım dön ne olur, bir iki yıl yatarsın diyorlar. Ama çocuklarıma bir de bunu yaşatırsam kaldırmazlar. Sonra bir abi bana dedi ki, abla Halil abi, o namertlerin elini benim vücuduma sürdürmedi. Siz giderseniz Halil Abi çok üzülür.
Kızım da anne babam bizi buraya getirdi, o olsaydı tekrar onlara teslim olmamızı istemezdi deyince yola devam etmeye, hicretimizi tamamlamaya karar verdik. Bu arada ben ilaca başladım. Psikolog bir arkadaş bana yardımcı olmaya çalıştı. Kendimizi biraz toparlamaya başlayınca Belçika’da kamp olmadığı için Belçika’ya geçmeye karar verdik.
Ahsen çok zayıflamıştı. 45 kiloya düşmüştü. Panik atak geçiriyordu. 6 defa onunla denedik. Olmadı. Her denememizde Ahsen daha çok yıpranıyordu. Polis seni alıyor, kafese koyuyor, bunlar kolay şeyler değil. Sonra tek denemeye karar verdi ve Elhamdülillah geçti. Belçika’da bir arkadaşımda kaldı. Ben küçük kızımla denemelere devam ettim.
HEPİMİZ YARALI BİR KUŞ GİBİYİZ
Bu arada İhsan da Belçika’ya farklı yollardan geldi. Dış hatlardan teslim oldu. İki ay hapis yattı. Sonra oturum aldı. İki kardeş artık birbirlerine dayanak olmaya başlamıştı. Ben Yunanistan’da 12 defa deneme yaptım. O kadar ayrı bir imtihan ki. Allahım kim bu durumda ve geçmek istiyorsa sen yardım et.
Küçük kızım artık havaalanını görmek istemiyordu. Şimdi bile havaalanı fobisi var. Bir yerde polis ve asker görünce rengi soluyor, hemen elimi tutuyor. Ben 10 Haziran 2019’da Belçika’ya geldim. Eşime haber gönderdim. “Halilim emanetlerine kavuştum.”
Şimdi hepimiz yaralı bir kuş gibiyiz. Birbirimizin yaralarını bazen sarıyor, bazen kanatıyoruz. Ben yarım kaldım, yarım olarak yoluma devam ediyorum. Rabbim beni de onun gibi hizmete hadim eylesin. Çocuklarıma da hakkı ve hakikati göstersin.
Meğer bu yol uzundur
menzili çoktur
derin sular var
ilahisini şimdi hepimiz yaşar olduk.
Bu yaşadıklarımdan hiçbir zaman Rabbime küsmedim. Ben yetim büyüdüm. Annemi 7, babamı 12 yaşında kaybettim. Ama rabbim beni hiç bırakmadı. Her zaman himayesini hissettim. Halilim bana onun bir nimetiydi. Nimeti veren O alan O. Ben yetimken bana sahip çıktı, okuttu, evlendirdi, sağlıklı çocuklar verdi, hizmetle tanıştırdı. Bu kadar nimet vermişken biraz da nikmet olmuş çok mu?
“Rabbim ebedi kavuşmalar nasip etsin”
“Ölüm niçin zor bilir misin? Çünkü onu yaşayan sağdır.”
HALİL DİNÇ’İN HALKIM BENİ ANLAMADI” DİYE SÖYLEYİP SÖYLEYİP AĞLADIĞI “SİTEM” İSİMLİ ŞİİRİ
Haliktan geldiler dedim
Halkım beni tanımadı
Şu ömrümü sebil ettim
Halkım beni tanımadı.
Ben çamur içtim bir nice
Ayaza tipiye durdum
Bal yesin dedim ömrünce
Salkım beni tanımadı
Bir ağaç altı gölgede
Misafirdim her bölgede
Bir yer değil tüm ülkede
Mülküm beni tanımadı
Güzel bir şiirim olsun
Bestesi herdem duyulsun
Mürekkebi kalbden çektim
Kilkim beni tanımadı.
İyi günde kötü günde
Dost sanmışım… attı künde
Güzellikler kaldı dünde..
Bilgim beni tanımadı.
Miractan dönen Nebiyi
Örnek aldım döndüm ona
Görsünler diye iyiyi..
Yetmedim ben yetemedim..
Bir hiç uğruna aldandı.
Halkım beni tanımadı.
Halil Dinç’in cenazesi, Vakfıkebir Çelebi Köyü mezarlığına defnedildi.
KAYNAK: BOLD MEDYA