”Beni zerre kadar sevmediğini belli ettikleri halde, beni 3 defa yurt dışı geçici göreve gönderip, sonra bu görevlere gidenlerin hepsi ‘FETÖ’cü diyeceklerini düşünemedim.”
15 Temmuz’da 2016’da muvazzaf bir rütbeli asker olarak görevinin başında olan, sonrasında ise TSK’dan ihraç edilen Deniz Kurmay Binbaşı İsmail Gülmez ile gerçekleştirdiğimiz söyleşinin son bölümüne geldik. Ortaokul günlerinden bir subay olarak TSK’da görev aldığı yıllara kadar hayatını büyük bir açık yüreklilikle anlatan Binbaşı Gülmez, özellikle 15 Temmuz’a gelinen süreç ve sonrası ile ilgili önemli ayrıntılara değindi.
Yıllarca görev yaptığı kurumdan tıpkı öğretmen olan eşi gibi bir KHK ile ayrılmak zorunda kalan; ailesine Türkiye dışında bir yaşam kurmaya çalışan Deniz Kurmay Binbaşı İsmail Gülmez’in söyledikleri “zamana düşülen bir not” olarak tarihin sayfalarına kendi anlatımı yerini aldı.
Gülmez’e dürüst ve sağduyulu yaklaşımları, yalın anlatımı, cesur çıkışı için tekrar teşekkür ediyor, söyleşinin son bölümü ile Kronos okuyucularını baş başa bırakıyoruz.
KUVVET KOMUTANINIZIN SİZE TUZAK KURDUĞUNU NASIL FARK EDECEKSİNİZ?
15 Temmuz öncesi hiç mi kurulan sizin ifadenizle tuzakla ilgili duyum, istihbarat almadınız?
15 Temmuz öncesi tasfiye edileceklerin listeleri hazırlanıyormuş. Ben bizzat duymadım, ama 15 Temmuz sonrasında bu hazırlıklara vakıf olanlardan öğrendim. Daha önce de bahsettiğim gibi çeşitli hamlelerle 15 Temmuz’un taşları döşenmiş. Ne yazık ki ben bunun böyle olduğunu sonradan fark ettim. Sizin komutanınızın, komodorunuzun, donanma komutanınızın, kuvvet komutanınızın size tuzak kurduğunu nasıl tahmin edeceksiniz? Şu an kendimi çok saf olmakla suçluyorum, o davalar döneminde Balyozculara, Ergenekonculara yardım etmiştim. Avukat parasını karşılasınlar diye, ailelerine destek olalım diye. Gerçek yüzlerini 15 Temmuz’da gördüm.
Öngörülebilir değil miydi yani?
Aslında yine de tahmin edilebilirdi. Kendimi o konuda eksik ve suçlu görüyorum. Çünkü aslında pek çok emare verdiler. Akademi yani Kurmaylık sınavları ile kurum içi Genel Dil Sınavlarına 2014’ten itibaren bilerek çalışmadan topluca girip, düşük not alıp, sonra o sınavları kazananların hepsini FETÖ’cü diyeceklerini düşünemedim.
Beni zerre kadar sevmediğini belli ettikleri halde, beni 3 defa yurt dışı geçici göreve gönderip, sonra bu görevlere gidenlerin hepsi ‘FETÖ’cü diyeceklerini düşünemedim.
2014’ten itibaren Ulusalcı komutanlar, albay-amiral rütbesindeki bazı yüksek rütbeli subaylara dikkat çekici biçimde kötü davranıyor, sudan sebeplerle herkesin içinde bağırıp çağırıyor ve aşağılıyordu. Benim gördüğüm bunu en fazla da Cihat Yaycı yapıyordu. Bunları yapanların o gece tiyatro oynayıp, daha sonra “tasfiye edileceklerini anladıkları için son çare olarak darbe yaptılar” diyerek masum insanları darbeci diye hapse attıracaklarını düşünemedim.
Ülkede bir yılda hem de en kritik ve savunması en yüksek olan noktalarda 20 tane büyük terör saldırısı gerçekleştirip, gemilere de terör saldırısı düzenleneceğini söyleyen MİT’in asıl amacının bizi o gece terör saldırısı ihbarı verilince tereddütsüz gemimize koşmamızı sağlamak olduğunu düşünemedim.
15 Temmuz gibi bir kumpas kuracaklarını ben hiç düşünmedim, öngöremedim. Öngören var mıydı, bilmiyorum.
ASKERLERE İŞKENCE YAPTIKLARINI BİZZAT EŞLERİNDEN DİNLEDİM
Yurt dışına çıkma kararını nasıl aldınız ve nasıl bir süreç yaşadınız?
İçeride özellikle askerlere işkence yaptıklarını, olaylarla bir şekilde temas edenlerin kurulan kumpasın senaryosu doğrultusunda ifade vermeye zorlandıklarını, hiç temas etmeyenlere de en kötü itirafçı olsun diye gerçek dışı şeyler yazdırıp imza atmaya zorladıklarını duyuyordum, biliyordum. Bizzat kendi arkadaşlarım bunlara maruz kaldı ve ilk ağızdan veya eşlerinden dinledim. Mahkemelerin, savcıların sizi dinlemediğini, gelen talimata göre karar verdiklerini biliyordum. Ve keyfi olarak, delilsiz, ‘FETÖMETRE’ gibi saçma sapan gerekçeleri bahane ederek ihraç olan, açığa alınan herkesin günün birinde yapılanlar sanki meşru imiş gibi gösterilmek için bir şekilde adli soruşturma geçirmesinin sağlanacağı açıktı. Dolayısıyla “benim suçum yok, bir şey olursa hakime savcıya derdimizi anlatırız” denecek bir durum yoktu. Zaten içeri alınanlar da suçsuzdu, ama kimse ne dert ne de savunma dinlemiyordu. Dolayısıyla Türkiye’de durup beklemenin her açıdan yanlış olduğuna karar verdim. Sürekli, acaba yarın ne olacak diye beklemek çok yıpratıcı bir durum.
HAPİSTE BAŞINIZA NE GELECEĞİ BELLİ DEĞİL, BİZ DE YURT DIŞINA ÇIKTIK
Yurt dışına çıkma kararı almak sizi ve ailenizi zorladı mı?
Yine de ülkenizi terk etmek çok zor bir karar. Ama artıları eksilerinden fazla olduğu için bu kararı verdik. Eşim hala öğretmen olarak bir ilköğretim okulunda çalışıyordu. Ben ihraç olmuştum. Şöyle bir olay yaşadık. Akademide beraber okuduğumuz bir arkadaşım hakkında verilen ifadeler emniyet personeli tarafından değiştirilerek sözde darbeye destek vermiş gibi gösterildi. Hakimler de her ne kadar talimatla hareket etseler de hiçbir bahane bulamayınca artık kendilerini de korumak, apaçık hukuksuz karar vererek kendilerini de tehlikeye atmamak için bu arkadaşımı sanırım ikinci celsede tutuksuz yargılanmak üzere tahliye etti. Deniz Kuvvetleri hemen arkadaşımın tekrar tutuklanması için ilave suç duyurusunda bulundu. Suç duyurusunda itirafçı diye geçiyor ama resmen iftiracı olan bir albay sözde kod adı X olan bir şahıs ile konuşmuş. O şahıs bu albaya, “O dönemde herkesin soruları çalarak girdiğini duydum” diyen bir şahsı duyduğunu söylemiş.
BİRİ ‘SORU ÇALDIĞINI DUYDUM’ DESE HAKKINIZDA YAKALAMA ÇIKIYOR
Hakkınızda itirafçı ifadesi mi oluşturuldu?
Ben de o dönemdeydim. Düşünün birisi birisiyle konuşurken onların soru çaldığını duydum diyen birisini duydum deyince hakkınızda tutuklama kararı çıkabiliyor. Ve arkadaşım hakkında tekrar tutuklama kararı çıkıyor. Bunu duyunca dedik ki bunlar bizim hakkımızda da tutuklama kararı çıkartabilir. Zaten sırf beni ihraç edebilmek için eşime iftira atmışlardı. Benim yüzümden yeteri kadar acı yaşamıştı. Asker eşi olmak normal şartta da zor. Uzun seyirler, nöbetler, eve geç gelip erken gitmeler, hafta sonu mesailer… 15 Temmuz’dan sonra farklı boyutta çok daha büyük zorluklar yaşadı. Boş yere hapis yatıp, eşimi, çocuklarımı daha fazla mağdur etmek istemedim. Ayrıca sizin başınıza da gözaltında, hapiste ne geleceği belli değil, o nedenle yurt dışına çıktık.
ATİİİ ŞUBE SİLAH ARKADAŞLARIMIZA ‘İTİRAFÇI’ OLMA BASKISI YAPTI
Sonra eşim hakkında da KPSS iddianamesi hazırlandı. Önceki gün dediğim gibi yaptıklarını meşru göstermek için suç üretmeleri gerekiyordu. Eşimin notlarını söylemiştim. Bilgi alma komisyonu başkanı Önder Gürbüz amiral bile “Aslında sizde bir şüphe yokmuş” demişti. Eşimin iddianamesine de sınavdan elle tutulur bir şey bulamayınca benim 15 Temmuz sonrası açığa alındığımı ve bizim akademide topladığımız sosyal fon paralarını koymuşlar. Gemide ve kara birliklerinde bile her ay çay-kahve için ve düğünü, doğum günü olanlara hediye almak için büfe parası ve sosyal fon parası toplanır. Akademide de yine bu sebeplerle artı topluca gittiğimiz opera, konser, sinema, yemek vs faaliyetler için tek tek uğraşmamak için her ay belli bir miktar para toplanırdı. Eşimin iddianamesine göre o paraları sözde bize soruları veren kişiye karşılık olarak toplamışız. Sosyal fon paralarını, asli görevinde de mali işlerden sorumlu olduğu için bu işleri bilen ikmal sınıfı bir silah arkadaşımıza havale ediyorduk. Ona da iftiracı olması için çok baskı yaptılar, hem de kim yaptı biliyor musunuz? ATİİİ Şube.
Yani Deniz Kuvvetleri Adli Takip, İdari İşlem ve İnceleme…
Evet, emniyet, savcılık bile değil. Deniz Kuvvetleri ATİİİ Şube. Hatta bir arkadaşıma bizzat Cihat Yaycı itirafçı ol, yoksa seni gözaltına alacaklar diyor. Arkadaşım neyi itiraf edeyim deyince, polisler deniz kuvvetlerine gelip arkadaşımı göz altına alıyorlar. Sosyal fon paralarını toplayan arkadaşımıza da “seni biliyoruz, sen de FETÖcüsün; itiraf et” vs baskı yaptılar. Ama kabul etmedi. Ve Allah’tan bütün kayıtları açıklamalarıyla birlikte tuttuğu için girdi-çıktılar net. Yani bizim onun sosyal fon için açtığı hesaba yatırdığımız paraları, o da ilgili yerlere (restorana, sinema salonuna vs) havale etmiş. Her şeyin kaydını tutmuş. Ancak ona rağmen, çamur at izi kalsın; bahane göster, doğru olması önemli değil mantığıyla, ihraçları, açığa almaları, tutuklamaları yaptılar.
Velhasıl yıllarca askerlik yapmışız, kanun kural dahilinde hareket etmişiz; ama mecburen kaçakçılarla para karşılığı anlaşıp yurtdışına çıktık. Çünkü pasaportlarımız iptal edilmiş, yurt dışı çıkış yasağı konmuştu. Birkaç gün de olsa ailecek zindan gibi yerlerde kaldık, aç kaldık. Hatta orada biri “Yahu” dedi “Bu ne yahu! Ben bir buçuk yıl hapis yattım ama dedi böyle kötü değildi” dedi. Hadi biz neyse de eşimize, çocuklarımıza bile bunu yaşattılar. Bir ülkeye gidip sığınmak zorunda kaldık.
YÜZDE YÜZ EMİN OLDUĞUM KONULARDA BİLE ‘ACABA’LARI OLANLAR VARDI
Bugünden bakınca yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Daha o gece bile bunun normal bir olay olmadığını, işin içinde bir iş olduğunu anlamıştım. Ama nasıl bir iş olduğunu çözemiyordum. Açıkçası ben 15 Temmuz öncesinde çok fazla medyayı takip etmezdim. 15 Temmuz’dan sonra ise cep telefonu elimden düşmüyordu, sürekli haberleri, köşe yazılarını okuyordum. Açığa da alınınca artık tüm zamanımı neredeyse medyayı takip etmekle geçirmeye başladım. Ancak bir iki ay sonra medyadaki yalanlar, iftiralar o kadar canımı sıkıyor, moralimi bozuyordu ki, 2016 sonundan itibaren medyayı takip etmeyi bıraktım ta ki bu sene Mart ayına kadar. Bu arada askeri-politik kitaplar, makaleler okuyup, bir sitede yazılar yazmaya başladım. Uzun vadede böyle bir yolun faydalı olacağını düşünüyordum. Twitter’da yazan arkadaşlarım vardı. Onların yaptıklarını gereksiz buluyordum.
Neden sosyal medyada yer almayı gereksiz buluyordunuz?
Sosyal medyada siz doğruları anlatıyordunuz ancak insanların çoğu zaten sizi görmüyor, görse de sabit fikirli olduğu için inanmıyordu. Ben öyle düşünüyordum. Ancak, iki şey oldu. Birincisi Hüseyin Demirtaş Albay’ın 15 Temmuz’la ilgili kitabını okudum. Orada anlatılan haksızlıkları engellemek için ben ne yapıyorum diye düşündüm. Ve 2019 sonlarında bulunduğum ülkeye genç bir silah arkadaşım geldi ve 15 Temmuz konusunda kafasında benim yüzde yüz emin olduğum konularda bile “Acabalar” vardı.
ULUSALCI ASKERLERİ İYİ TANIYAN BİRİ OLARAK NE YAPABİLECEĞİMİ DÜŞÜNDÜM
15 Temmuz’la ilgili iktidarın iddiaları doğrultusunda şüpheleri mi vardı?
Evet, onunla bu konuları uzun uzun konuştum ve dedim ki 15 Temmuz’u bizzat yaşayan, yıllarca Ulusalcı askerlerle birlikte çalışmış, askeri literatürü bilen biri olarak benim şu an yapabileceğim en faydalı iş bu haksızlıkları gidermek için elimden geleni yapmak. Siyasi yazıların bir derde derman olmadığını anladım. Siz orada da doğru bildiklerinizi yazsanız da siyasiler doğru, haklı olanı değil kendi çıkarlarına veya ülkelerinin çıkarlarına uygun olanı yaptıkları için yazdıklarınızın çok da bir faydası olmuyordu. Ve açıkçası o konuda akademik tecrübem de olmadığı için eksik ve yanlışlarım da oluyordu. Dolayısıyla Mart 2020’den itibaren sosyal medyayı takip etmeye başladım. Ve gün geçtikçe yeni yeni şeyler öğrendim. Bu millete kurulan tuzağın bu kadar büyük olduğunu önceden fark etmemiştim.
Neleri fark ettiniz örneğin?
Mesela olayın sıcaklığı ile bir SAT komandosunun veya bir amiralin Akıncı Hava Üssü’nde o gece ne aradığı konusunda acaba gerçekten darbe yapmaya çalıştılar mı, kandırıldılar mı diye düşünüyordum. Çünkü her ne kadar başımızda o makamı hak etmeyen, yasalara aykırı şekilde orada bulunan biri bulunsa da bunu düzeltmenin yolu darbe olmamalıydı diye düşünüyordum. Ama bunları okumadan, o kişiler savunmalarında ne demiş bakmadan yapıyordum. Ve ister istemez ilk birkaç ay da olsa medyadaki olumsuz propagandaya maruz kalmıştım.
İSTEMESENİZ DE BİLİNÇALTINIZA O KAYGILAR, PROPAGANDALAR KAYDOLUYOR
15 Temmuz gecesini bire bir yaşamış bir asker bile tereddüt ediyorsa…
Tabii, bildikleriniz konusunda medyada yazanlar sizi kandıramasa bile tam bilmedikleriniz konusunda içinizden “muhtemelen yalandır” bile deseniz ister istemez bilinç altınıza o algılar, propagandalar kaydoluyor. Ancak mahkeme tutanaklarını okudukça gördüm ki nasıl biz terör saldırısı nedeniyle seyre çıktığımızda darbeye destek vermedik, onlar da benzer bir tuzakla oraya çekilmişlerdi. Yani bana göre 15 Temmuz yüzde yüz tuzak. Yok sivillermiş, yok o kişi orada ne arıyormuş, hepsi tuzak. Şu an maalesef cezaevinde esir tutulan olan bir komutanım “Genomizasyon ne demek?” diye sormuş ve bilemeyince kızmıştı bana. Kendini çok iyi yetiştirmişti. Askerliği aşmış, artık bana tıp soruyor, genel kültür olarak, ben direkt cevap veremeyince de kızıyor. Sonra araştırdım, tıpta genom analizi diye bir şey de varmış. Genlerin diziliminde bir genin fonksiyonunu anlamak için o geni diziden çıkarıp vücutta ne tür değişiklikler olacağına bakıyorlar. O değişikliklere göre genin fonksiyonunu anlamaya çalışıyorlar. Tabii bunu fareler üzerinde yapıyorlar, gen dizilimleri insana benzediği için. Aynı şekilde mesela Akıncı’daki, sağda-soldaki sivillerin fonksiyonunu anlamak için onları oradan çıkaralım, 15 Temmuz’da ne değişecek? Ben size söyleyeyim FETÖ diye muhalif herkesi içine atacakları bir çuval oluşturamazlardı. Sadece darbe tuzağına çekebildikleri, resmi rakam 8000, onların da 3’te 1’i er ve öğrenci; en fazla birkaç bin kişiyi yargılayabilirlerdi. Benim gibi diğer askerlere dokunamazlardı. Hakime, savcıya, ne bileyim öğretmene, sivillere zaten hiç dokunamazlardı. Bu analizi başka aktörler için de yapabilirsiniz. Mesela, Hulusi Akar’ı çıkarsak Akıncı’dan ne olur? O olmasa, kim orada olanlara yalancı şahitlik yapacak?
Aylar yıllar sonra görüntüler, ses kayıtları ortaya çıkıyor. 143. Filonun kayıtları yakılıyor, parmak izi alınmıyor. Ulusalcıların fişleme kayıtları ile sıkıyönetim emrindeki atama listesinde sıralamalar ve hatalar birebir aynı. Ama 250 kişiyi kim öldürdü o zaman? deniyor. Buna karşılık o sivilleri askerlerin öldürmediği, keskin nişancılar tarafından öldürüldüğü ispatlandı. Hatta geçenlerde çıkan bir araştırmada eski SAT komandosu Ali Türkşen’in o gece bulunduğu yerler keskin nişancı ateşlerinin olduğu yerlerle örtüştüğü görülüyor.
Mahkeme tutanakları ve ilgili belgeler okununca daha kapsamlı analizler yapılacaktır. Yıllardır da yapılmaya çalışılıyor. 15 Temmuz’u öncesi, esnası ve sonrasıyla kapsamlı şekilde ele alan farklı kuvvetlerden askerlerin kendi kuvvetleri ile alakalı olayları değerlendirdiği, hatta bu olanların sebeplerini, amaçlarını, sonuçlarını da değerlendirecek diplomatlar olsun, akademisyenler olsun, siyasi bilimciler ve hatta siyasetçiler olsun yetkin şahısların katkıda bulunacağı kapsamlı bir eser ortaya konabilir belki bu konuda.
Buradan nasıl dönülür? Harp Okulları kapatıldı, TSK büyük bir kayıp yaşadı? TSK tekrar emir-komuta zinciri içinde eski gücüne kavuşabilir mi?
Ben 2008’de Amerika’ya gittim. 2010’da döndüm yüksek lisanstan. En büyük değişimi o iki senede gördüm. Bir süre uzak kalınca değişim daha da belirgin oluyor. 2008’de Ergenekon, Balyoz vb davalar başladı malum. O davalar ile bazı askerler tutuklandı, görevden alındı. Ve 2010’da ben gemiye tayin olduğumda hemen birkaç gün sonra taktik eğitime çıktık. Bir grup gemi dost, bir grup düşman olarak ayrılıp suüstü harbi eğitimi icra ediliyordu. Eskiden gemilerde bir hakem karargâhı olmaz, suüstü harbi eğitimlerinde gemiler simüle angajmanlar icra eder ve bunları kaydedip, yazıya dökerler. Bu kayıtlar üzerinden eğitim komutanlıkları değerlendirme yapar ve hangi tarafın kazandığını belirlerdi. Halbuki gerçek bir savaşta bir gemi vurulup, battıktan sonra bir daha ateş edemezdi. Ama eski sistemde tüm gemiler sürekli harp oyununda kalır, dolayısıyla gerçekçi olmayan bir şekilde eğitim yapılırdı.
Yani?
SİSTEMİN TAMAMEN YIKILDIĞI 15 TEMMUZ BELKİ DE TSK’YA FIRSAT SAĞLAYACAK
2010’daki taktik eğitimde gördüm ki artık bizzat denizdeki bir gemide hakem karargâhı var ve gemiler gerçeğe daha yakın şekilde hakem karargâhı tarafından “vuruldu” şeklinde değerlendirilince oyun dışı kalıyorlar. 2 yılda bile pek çok değişim olmuştu. Benim gördüğüm kadarıyla Ulusalcı subaylar sürekli örf adetlerden dem vurur, değişime gelişime kapalıdırlar. Gemilerin harbe hazırlık eğitim seviyesinden çok dış görünüşünün, boyasının iyi olmasına önem verirler. Mesela Askeri Casusluk davası olan eski Donanma Komutanı Veysel Kösele, Deniz Kuvvetlerinde yeni kurulan NATO’daki Dönüşüm Komutanlığı benzeri, sürekli olarak bilimsel analiz ve değerlendirme yaparak Deniz Kuvvetlerini her zaman daha iyiye götürmek amaçlı kurulan bir daireye karşıydı. 15 Temmuz’dan sonra ilk mesai günü, yani 18 Temmuz 2016 Pazartesi günü gemiye gelen ilk evrak neydi biliyor musunuz? “Yüzer Birliklerde Bürokratik İşlemlerin Azaltılması-2” konulu bir evraktı. Bürokratik kayıtlar o kadar fazlaydı ki bunların tutulması çok fazla zaman alıyor, kayıt tutmaktan eğitim yapmaya zaman kalmıyordu. Hatta Yunanlıların “Türk donanması o kadar çok evrak yazıyor ki, eğitim yapmaya fırsat bulamıyor” dediklerini duymuştuk. Bahsettiğim daire başkanlığı gemilerde gereksiz yere zaman harcanmasına neden olan bürokratik işlemlerin azaltılmasına ilişkin bir çalışma yapıyordu. 15 Temmuz öncesi vatana millete son hizmetleri de ilk bölümünü daha önce yayınladıkları bu çalışma olmuştu. Tabii ki çoğu, belki de hepsi şu an KHK’lar ile ihraç oldular.
İşte tür iyileştirmeler yapılırken, bazen görüyorduk ki bir yerde yapılan lokal bir düzeltme bir iki yıl sonra başka bir yerde farklı komplikasyonlara sebep olabiliyordu. Bunun sebebi sistemin baştan hatalı kurulması, temelin yanlış atılmasıydı bana göre. O yüzden lokal, nokta düzeltmeler yapmak yerine kökten değişim yapmak gerekiyordu belki de. Dolayısıyla sistemin tamamen yıkıldığı bu 15 Temmuz belki de TSK’ya bu fırsatı sağlayacak. İyi ki olmuş diyeceğiz belki de bu yönüyle.
Kaynak: Kronos Haber