Hizmet’le irtibatlı diye ihraç edilen polisin mektubu bize çok şey anlatıyor.
Mektup bir polis memurunun, Güneydoğu’da görev yaparken gördükleri, milliyetçi-muhafazakar duygularındaki değişim, Türkiye’nin gerçeklerini farketme eğilimi ve farklı kesimlerle empati yapmaya başlaması açısından oldukça çarpıcı.
Mektubu Artıgerçek’ten Fehim Işık köşesine taşıdı.
Mektup şöyle:
“Sevgili Demirtaş,
Bu mektubu maalesef geç kalmış bir çığlık olarak kabul et. Daha önce bir mektup yazacaktım ama mümkün olmadı. Olmadı, çünkü gerçekten kamu gücünden(!) kaynaklı yaşadığım sorunlar beni çok ayrı boyutlara götürdü.
Daha önce yazacağım mektup ölümümle ilgili olacaktı. Biliyorsun zatı muhteremin biri ‘400’ü verin bu işler huzur içinde çözülsün’ dedikten sonra yaşanılan huzursuzluklar daha şeddeli olmaya başladı. O kadar çok ölüm oluyordu ki ölüm yoruluyor ama öldürücüler yorulmuyordu. Üniformamdaki bedenden önce içimdeki insan olarak ümitlendiğim özgür ve demokratik ülke arzum ölüyor, öldürülüyor, yok oluyordu…
Ama hayır bir şeyler yanlış gidiyordu. Böyle olmamalıydı. Askeri vesayetin hukuk(!) anlayışı bir hırsızın bünyesinde hayat bulmamalı; bir çocuğun annesini yuhalatamamalı; Nuriye gibi aydınlık yüzleri solduramamalı; Maden ailesi gibi yüzlerce aileyi boğamamalıydı…
Umursadığım tek şey evrensel değerlerin etrafında insanca buluşabilmek; Munzur’un kenarında polis olduğum bilinse de rahatça Ankara’da çay içer gibi çay içebilmek; Dicle kenarında gezebilmek…
Ölüm o kadar karanlık ve nefret saçıyor ki ben barışa bu katkıyı yapamadığım için ancak bugün pişman olabildim. Evet, çok pişmanım, Sevgili Selo. O gün yazamadığım mektubu bu nedenle şimdi yazıyorum.
Daha önce yazmayı düşündüğüm mektupta bir PKK bombasıyla ya da kurşunuyla ölürsem senin bizzat cenaze törenime katılmanı, vasiyet edecektim. Eğer kardeş kavgası bitecek ise cenazem buna hizmet edebilirdi, diye düşünüyordum.
Samimiyetine inanıyorum Selo. Evet, ben polistim ve bu çıkışım hamaset severlerin hiç hoşuna gitmeyecekti. Çünkü gerçek katili biliyordum Sevgili Selo. Kaybettiğimiz polislerimizin tabutlarına el koyarak konuşanları görüyordum. Bizden şu kadar öldü ama onlardan bu kadar öldü diyen, iğrenç yaklaşımı görüyordum. Profesyonel yönetimlerin elinde olması gereken kadroların intikamcı ve öfkeli ellerde nerelere götürüldüğünü görüyordum. Hiçbir devlet adabına uymayan bu aptallıktan yoruldum, Selo.
Bu arada ölen Kürt gençlerinin de halini görüyordum. Yetim polis-asker çocuklarını, çocuklarını kaybetmiş tüm anneleri görüyordum. Herkes görüyordu. Görmemiş gibi yapanlar yüzünden bu haldeyiz Selo.
Sen yıllar önce bir televizyon programında terör ve şiddet kavramını anlatırken daha iyi kavramıştım yaşadıklarımı. Kirli savaşlar kesinlikle kamu gücünü kullananların iğrençlikleri nedeniyle bitmiyordu. Bu kan birilerinin işine geldikçe bitmiyor maalesef.
Sevgili Selo açık sözlülüğü severim. Silahsız her söz umudumdur. Bu sözüm üzerine FETÖ-PKK işbirliği diyenleri duyar gibi oluyorum. Hiç umurumda değil. Kendileri gibi herkesi trol sananların çok ucuz bir ithamı bu! Zerre umursamıyorum. Ben sadece hukuktan yana olan eski bir kamu görevlisiyim ve sadece kurbanım… Tıpkı yüzbinlerce KHK’lı gibi. Tıpkı sen gibi…
Sen silahı tercih edenlerin kurbanısın, Selo. Nasıl Hrant Dink ve Tahir Elçi kurbansa sen de kurbansın.
Tek umudum senin yaşaman Selo. Söylemlerin, özgürlükçü evrensel değerlere tabi sivil inisiyatife dayandığı sürece daha etkili olacak. Dilerim ki bu hep böyle devam eder.
Belirtmek isterim ki amacım polemik amaçlı bir PKK çıkışı yapmak ya da kaybı olanların acılarını tazelemek değil. Sadece kansız ve savaşsız bir geleceği arzuluyorum. Silah sesleri yerine ırmakların coşkulu akan sesini duyduğum bir vadidir, özlemim.
Sevgili Selo,
Kim silahtan yana tavır aldıysa o kadar çok senin işini zorlaştırdı. Bu nedenle de sana yazıyorum. Durumlar şimdi o kadar karışık ki bir tek çaremiz var. Bizi sadece sivil inisiyatifler özgür günlere taşır. Biliyorum, sen de bunu tercih edenlerdensin. Kitabını, mektuplarını bir çırpıda okuyorum. Bilmeni istiyorum ki bir Türk olarak, eski bir polis olarak senin yanındayım. Bu ‘Türk olarak’ kısmına da kimsenin takılmasını istemem. Çünkü ben insanca niyetimi dile getiriyorum. Çünkü bayrakla gizlenen günahların ve suçların, kontrol illüzyonlarının etkisinde değilim. Ölen herkese üzülen bir yürek taşıyorum. Haksız yargılanan herkesle beraberim.
KHK ile işimden atıldım. Hakkımda yakalama kararı var. Buna rağmen inatla ve tepkiyle gidip teslim olmuyorum. Bireysel sivil itaatsizlik olarak nitelediğim bu tavrıma ülke evrensel hukuk normlarına dönene kadar devam etme düşüncesindeyim. Aynı şekilde askerlik düşüncesini de silmiş atmış ve vicdanı ret tarafını seçmiş durumdayım. Kusura bakmasınlar canı savaş çekenler için ölmek ya da öldürmek oyununu oynamayacağım. Düşünsenize terörist diye atıyorlar ama asker diye sizi göreve çağırıyorlar.
Bugün seninle aynı derdin, aynı şiddet sarmalının ve hırsız tekelinin büyük zulmü altında inleyen yüzbinlerdeniz. Vesayetin en sevmedikleriyiz. Tam da bugünlerde hukuk siyasetin köpeği olmuşken, yani kamu gücü illegal faaliyete girmişken benim sivil itaatsiz tavrım en legal ve insanca tepkidir. Belki çok kolay anlaşılmayabilirim. Ama senin anlayacağını bildiğim için yazıyorum,
Sevgili Selo,
Senin kadar güzel kalem kullanamam. O nedenle çok da uzatmadan söylemek istiyorum, bu konudaki fikirlerini de merak ediyorum. 15 Temmuz Komplosu ile içeriye giren binlerce siyasi mahkûmu, 15 Temmuz Komplosu ile dizayn edilmiş tiyatro mahkemelerini reddetmeye davet etmek için sana yazıyorum. Onların çelişkilerine, yalanlarına inat en uyumsuz polis refleksi ile yazıyorum. Çünkü mevcut siyasi arenada etrafımızı sarmış bu kanlı vesayeti yarmanın sivil oyuncularından birinin sen olduğuna inanıyorum.
Sivil itaatsizlik, şimdi değilse ne zaman!..”
Hizmet’le irtibatlı diye ihraç edilen polisin mektubu bize çok şey anlatıyor.
Mektup bir polis memurunun, Güneydoğu’da görev yaparken gördükleri, milliyetçi-muhafazakar duygularındaki değişim, Türkiye’nin gerçeklerini farketme eğilimi ve farklı kesimlerle empati yapmaya başlaması açısından oldukça çarpıcı.
Mektubu Artıgerçek’ten Fehim Işık köşesine taşıdı.
Mektup şöyle:
“Sevgili Demirtaş,
Bu mektubu maalesef geç kalmış bir çığlık olarak kabul et. Daha önce bir mektup yazacaktım ama mümkün olmadı. Olmadı, çünkü gerçekten kamu gücünden(!) kaynaklı yaşadığım sorunlar beni çok ayrı boyutlara götürdü.
Daha önce yazacağım mektup ölümümle ilgili olacaktı. Biliyorsun zatı muhteremin biri ‘400’ü verin bu işler huzur içinde çözülsün’ dedikten sonra yaşanılan huzursuzluklar daha şeddeli olmaya başladı. O kadar çok ölüm oluyordu ki ölüm yoruluyor ama öldürücüler yorulmuyordu. Üniformamdaki bedenden önce içimdeki insan olarak ümitlendiğim özgür ve demokratik ülke arzum ölüyor, öldürülüyor, yok oluyordu…
Ama hayır bir şeyler yanlış gidiyordu. Böyle olmamalıydı. Askeri vesayetin hukuk(!) anlayışı bir hırsızın bünyesinde hayat bulmamalı; bir çocuğun annesini yuhalatamamalı; Nuriye gibi aydınlık yüzleri solduramamalı; Maden ailesi gibi yüzlerce aileyi boğamamalıydı…
Umursadığım tek şey evrensel değerlerin etrafında insanca buluşabilmek; Munzur’un kenarında polis olduğum bilinse de rahatça Ankara’da çay içer gibi çay içebilmek; Dicle kenarında gezebilmek…
Ölüm o kadar karanlık ve nefret saçıyor ki ben barışa bu katkıyı yapamadığım için ancak bugün pişman olabildim. Evet, çok pişmanım, Sevgili Selo. O gün yazamadığım mektubu bu nedenle şimdi yazıyorum.
Daha önce yazmayı düşündüğüm mektupta bir PKK bombasıyla ya da kurşunuyla ölürsem senin bizzat cenaze törenime katılmanı, vasiyet edecektim. Eğer kardeş kavgası bitecek ise cenazem buna hizmet edebilirdi, diye düşünüyordum.
Samimiyetine inanıyorum Selo. Evet, ben polistim ve bu çıkışım hamaset severlerin hiç hoşuna gitmeyecekti. Çünkü gerçek katili biliyordum Sevgili Selo. Kaybettiğimiz polislerimizin tabutlarına el koyarak konuşanları görüyordum. Bizden şu kadar öldü ama onlardan bu kadar öldü diyen, iğrenç yaklaşımı görüyordum. Profesyonel yönetimlerin elinde olması gereken kadroların intikamcı ve öfkeli ellerde nerelere götürüldüğünü görüyordum. Hiçbir devlet adabına uymayan bu aptallıktan yoruldum, Selo.
Bu arada ölen Kürt gençlerinin de halini görüyordum. Yetim polis-asker çocuklarını, çocuklarını kaybetmiş tüm anneleri görüyordum. Herkes görüyordu. Görmemiş gibi yapanlar yüzünden bu haldeyiz Selo.
Sen yıllar önce bir televizyon programında terör ve şiddet kavramını anlatırken daha iyi kavramıştım yaşadıklarımı. Kirli savaşlar kesinlikle kamu gücünü kullananların iğrençlikleri nedeniyle bitmiyordu. Bu kan birilerinin işine geldikçe bitmiyor maalesef.
Sevgili Selo açık sözlülüğü severim. Silahsız her söz umudumdur. Bu sözüm üzerine FETÖ-PKK işbirliği diyenleri duyar gibi oluyorum. Hiç umurumda değil. Kendileri gibi herkesi trol sananların çok ucuz bir ithamı bu! Zerre umursamıyorum. Ben sadece hukuktan yana olan eski bir kamu görevlisiyim ve sadece kurbanım… Tıpkı yüzbinlerce KHK’lı gibi. Tıpkı sen gibi…
Sen silahı tercih edenlerin kurbanısın, Selo. Nasıl Hrant Dink ve Tahir Elçi kurbansa sen de kurbansın.
Tek umudum senin yaşaman Selo. Söylemlerin, özgürlükçü evrensel değerlere tabi sivil inisiyatife dayandığı sürece daha etkili olacak. Dilerim ki bu hep böyle devam eder.
Belirtmek isterim ki amacım polemik amaçlı bir PKK çıkışı yapmak ya da kaybı olanların acılarını tazelemek değil. Sadece kansız ve savaşsız bir geleceği arzuluyorum. Silah sesleri yerine ırmakların coşkulu akan sesini duyduğum bir vadidir, özlemim.
Sevgili Selo,
Kim silahtan yana tavır aldıysa o kadar çok senin işini zorlaştırdı. Bu nedenle de sana yazıyorum. Durumlar şimdi o kadar karışık ki bir tek çaremiz var. Bizi sadece sivil inisiyatifler özgür günlere taşır. Biliyorum, sen de bunu tercih edenlerdensin. Kitabını, mektuplarını bir çırpıda okuyorum. Bilmeni istiyorum ki bir Türk olarak, eski bir polis olarak senin yanındayım. Bu ‘Türk olarak’ kısmına da kimsenin takılmasını istemem. Çünkü ben insanca niyetimi dile getiriyorum. Çünkü bayrakla gizlenen günahların ve suçların, kontrol illüzyonlarının etkisinde değilim. Ölen herkese üzülen bir yürek taşıyorum. Haksız yargılanan herkesle beraberim.
KHK ile işimden atıldım. Hakkımda yakalama kararı var. Buna rağmen inatla ve tepkiyle gidip teslim olmuyorum. Bireysel sivil itaatsizlik olarak nitelediğim bu tavrıma ülke evrensel hukuk normlarına dönene kadar devam etme düşüncesindeyim. Aynı şekilde askerlik düşüncesini de silmiş atmış ve vicdanı ret tarafını seçmiş durumdayım. Kusura bakmasınlar canı savaş çekenler için ölmek ya da öldürmek oyununu oynamayacağım. Düşünsenize terörist diye atıyorlar ama asker diye sizi göreve çağırıyorlar.
Bugün seninle aynı derdin, aynı şiddet sarmalının ve hırsız tekelinin büyük zulmü altında inleyen yüzbinlerdeniz. Vesayetin en sevmedikleriyiz. Tam da bugünlerde hukuk siyasetin köpeği olmuşken, yani kamu gücü illegal faaliyete girmişken benim sivil itaatsiz tavrım en legal ve insanca tepkidir. Belki çok kolay anlaşılmayabilirim. Ama senin anlayacağını bildiğim için yazıyorum,
Sevgili Selo,
Senin kadar güzel kalem kullanamam. O nedenle çok da uzatmadan söylemek istiyorum, bu konudaki fikirlerini de merak ediyorum. 15 Temmuz Komplosu ile içeriye giren binlerce siyasi mahkûmu, 15 Temmuz Komplosu ile dizayn edilmiş tiyatro mahkemelerini reddetmeye davet etmek için sana yazıyorum. Onların çelişkilerine, yalanlarına inat en uyumsuz polis refleksi ile yazıyorum. Çünkü mevcut siyasi arenada etrafımızı sarmış bu kanlı vesayeti yarmanın sivil oyuncularından birinin sen olduğuna inanıyorum.
Sivil itaatsizlik, şimdi değilse ne zaman!..”