CHP İkinci Yüzyıla Çağrı buluşmasına konuşan Acemoğlu’nun açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
“Türkiye’nin büyüme dinamikleri az çok biliniyor. 80’lerin sonunda ve 90’larda potansiyelinin çok altında büyüdükten sonra; Türkiye, 2001-2006 yılları arasında, gayri safi hasıla büyüme oranını yüzde 6’lara kadar çıkardı. Sonra daha istikrarsız ve orta oranlı bir büyüme görüyoruz. Ama büyüme oranından daha da önemlisi, büyümenin kalitesi. Büyümenin kalitesinin çok yönü var ama ana problem Türkiye’de verimlilik. Büyümenin, verimliliği artırmaması.
2001-2006 arasında yani; enflasyon kontrol altına alındığı zaman, mali politikalar doğru bir çerçevede adım attığı zaten, yolsuzluğa karşı ufak birkaç adım atıldığı zaman ve başka reformlarla beraber Türkiye ekonomisinin potansiyeli artıyor ve büyüme daha kaliteli bir hale geliyor. Yüzde 5 oranında, toplam faktör verimliliği var. Bu, Türkiye ekonomisinin ne kadar önü açık olduğunun göstergesi. 2006’dan sonra yolsuzluk altıyor, reformlar tam tersine gidiyor; ortalama yüzde sıfıra, hatta negatife gidiyor.
Toplam faktör verimliliği biraz soyut bir kavram, daha somut bakalım.
1990’ların ortasında Türkiye, ne ihraç ediyor diye baktığımızda bunun çoğu tarımsal ürünler ve düşük kaliteli ürünler. Ama burada bir iyileşme görüyoruz 2006 senesine kadar. Orta kaliteli, orta teknolojisi olan ürünlerin payı hızlı bir şekilde artıyor. İhracatın, teknoloji katkısı giderek artıyor ama ne yazık ki 2006 2007 senesinden sonra burada bir duruluş var ve ilerleme yok. Türkiye yine düşük kaliteli büyümeye geri dönüyor. Malezya, Meksika, Çin gibi ülkeler; Türkiye’de çok daha ilerideler, daha fazla teknoloji içerek ürün ihraç ediyorlar ve giderek artıyor. Türkiye’de bir durgunluk var.
Bu, düşük kaliteli, verimsiz büyümenin en önemli unsurlarından biri, Türkiye’nin kaynaklarını doğru kullanmaması. Bu kaynakların içinde en önemlilerinden biri, insan kaynakları. Eğitim düzeyi ve eğitim kalitesi çok kötü durumda. Türkiye’den gelen öğrencilerin, uluslararası sınavlarda aldığı notlar çok düşük. Ya da Türkiye’deki öğrencilerin üniversiteye gitme ya da liseden mezun olma oranları, Avrupa’ya hatta Güney Amerika’ya oranla çok düşük.
Teknolojiye yatırım yapmamak, verimsiz büyüme, insan kaynaklarını doğru kullanmamak, bunun çok net bir sonucu var. Düşük verimli istihdam, düşük ücret düzeyi, yoksulluk. Bu yoksulluk problemini çözmek istiyorsak, verimliliği artırmalıyız. Türkiye’deki problem bundan da daha derin. Olan gelir, çok eşitsiz bir şekilde dağılıyor. Türkiye’de gelir dağılımı çok hüzün verici.
Bu kadar problemin içinde Türkiye nasıl büyüdü? En önemli unsurlardan biri kredi. Türkiye, çok büyük bir kredi patlamasından geçti. 2000’lerin başında, Türkiye’de toplam kredi; GSYH’ye oranla yüzde 10 gibiydi. Hızlı bir büyümeyle, bu yüzde 80’e yaklaşmış durumda. Bu kredi patlaması, büyümenin en büyük motoru oldu. Türkiye yurt dışından da çok kaynak aldı, dış borçlanma da çok arttı son 20 senede. Bu kaynaklar, yatırıma, ArGe’ye, teknolojiye, insani kaynaklara, eğitime, bilime gidiyorlarsa; bu, ülkenin gelecek potansiyelini artırır. Ama Türkiye’de olan bu değildi. Türkiye’de büyüme nasıl geldi, nerede kapital var diye bakarsanız, Türkiye’de, dünyada nadir olarak görülebilecek bir tablo ortaya çıkıyor. İnşaat sektörü, sermayeye olan yatırımın yarısı. Makine, teçhizat, teknolojiye olan yatırım bunun altında. Ama inşaat ne yazık ki teknolojik ilerleme getirmiyor, yolsuzluk getiriyor, ücretleri artırmıyor.
Bu çarpıtılmış sistemin tabanı, kurumları düşünmeden anlamak mümkün değil. Türkiye, birçok kurumsal açıdan, her zaman problemi açık olan bir yer. Bunu yolsuzluğu denetleme sistemine bakabilirsiniz, yargı sistemine bakabilirsiniz, genel denetlemenin kalitesine, hükümetin kalitesine, hukuk üstünlüğüne bakabilirsiniz. Bunların hepsinde, Türkiye’nin durumu, uluslarası göreceli olarak iyi değil.
2001’den sonra yüksek kaliteli dediğim büyüme sırasında ufak bir iyileşme oluyor. Yolsuzluk biraz daha iyi kontrol altına alınıyor. Yargı kurumları biraz daha iyileşiyor, iş piyasasındaki kurumlar biraz daha iyileşiyor. Bu ufacık iyileşme ile verimlilik artıyor, teknoloji artıyor… 2006 2007’den sonra, kurumlarda bir çökme var. Çok daha geri gidiyorlar, yargı kurumu bağımsızlığı kaybediyor, denetleme kalmamış durumda.
Ekonomik kurumları, siyasi kurumları düşünmeden anlamamız mümkün değil. Türkiye’deki kurumların düzeyi giderek kötüleşiyor. Bunu birçok endeksle görmemiz mümkün. Freedom House adlı uluslararası örgütün verdiği verilere göre; Türkiye’deki siyasi haklar şu anda 1980’in başına gelmiş durumda. Hangilerde demokrasi en geriye gitti sorusuna yanıt veren verilerde de; çok büyük bir iç savaş geçiren Mali en yukarıda, Türkiye ikinci…
İfade özgürlüğüne bakıldığında daha kötü, 2006 2007’den sonra korkunç bir çöküş var. Özgür medya, özgür sivil toplum artık çok zor.
Şu anda, eksi reel faizlerle, devlet bankalarının verdiği kredilerle gelir dağılımı daha da kötüleşiyor. Bu, kaynaklar yandaş holdinglere gidiyor. Yeni yatırıma, yeni enerjiye sahip, yeni teknoloji getirecek şirketlere gitmiyor.
Net rezervler korkunç negatif hale gelmiş durumda. Önümüzdeki zorluklarda kullanacağımız rezerv kalmadı. Karşımızdaki tablo çok negatif ama ben karamsar görmüyorum Türkiye’nin geleceğini. İyimser olacak şeyler de var. En önemlisi, Türkiye’nin potansiyeli çok yüksek. Diğer pozitif şey ise, çözümlerin aslında çok açık olması. Ekonomi konusunda bilgisi olan insanlara sorarsanız, herkesin Türkiye’nin ne yapması konusunda genel olarak aynı fikirlere sahip olduğunu göreceksiniz.
Bunlar; kısa dönemde ekonominin makro ekonomik olarak normalleşmesi, orta dönemde teknolojiye, bilime, eğitime yatırım yapıp bir teknoloji stratejisi ile üretkenliği, verimliliği artırmak; bunu doğru bir kurumsal yapıya oturtmak.
Normalleşmeden bahsetmek istediğim ilk önemli şey, faiz politikalarını düzelterek enflasyonu düşürmek. Enflasyonun bu düzeyde olduğu ekonomide, başka kaynakların doğru olarak dağılması mümkün değil.”