Korucu’nun ”Antimadde” başlıklı yazısı şöyle;
Her şeye karşı gibi görünse de aslında öyle değil; o, sadece zayıflara karşı. Hep bağırgan, hep öfkeli ama muktedirlerin yanında süt dökmüş kedi adeta. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la konuşurken öylesine süklüm büklümdü ki eşi Hande, ‘utanç vericiydi’ demekten kendini alamamıştı.
“Nefret dolu bir adam vardı karşımda. Tahrik etmek istemedim. Orada çok üzerine gidip, kamuoyu önünde zor duruma düşürürsem, çılgınca bir şeyler yapılmasından korktum. Açık söyleyeyim, orada sinirlenip Taksim’e bir operasyon emri vermesinden çekindim.” Fatih Altaylı, Gezi Eylemleri sırasında röportaj yaptığı Erdoğan’ın önündeki ezikliğini izah etmekte zorlanırken söylüyordu bunları.
28 Şubat’ın rüzgarını arkasına alarak başörtülü kızlara ‘fahişe, kevaşe’ diye hakaret ederkenki cesaretinden eser kalmamıştır. İnsan hakları savunucusu avukat Eren Keskin’e “Onu gördüğün yerde taciz etmezsem namerdim” tehdidini savururken de ‘En Kahraman Rıdvan’ kostümü üzerindedir. Keskin’in ‘suçu’ güvenlik güçlerinin tacizlerini gündeme getirmesidir. Aynı günlerde, karakolda tacize uğradığını öne süren bir kadını yayınında konuk etmekte beis görmez. Çelişkiler onun üzerinde iğreti durmaz. Zira o Fatih Altaylı’dır.
Altaylı’nın güçle ilişkisini en iyi özetleyen örneklerden biri Fethullah Gülen ve Hizmet Hareketi’ne yaklaşım tarzıdır. Altaylı bir ampermetre gibi o anda siyaset, ekonomi ve medyadaki güçlü akımı ölçüp ona göre davranır. 28 Şubat Dönemi’nin en yüksek sesli destekçisi olarak ‘Türkiye’de irtica tehlikesi yok, Gülen tehlikesi var’ diye de yazar. Birkaç yıl sonra Türkçe Olimpiyatları’nın müdavimi haline de gelir. Yurt dışındaki Cemaat okullarını ziyaret edip methiyeler dizer. Düşüşle birlikte saldırılara tekrar başlar.
Ailesinin aralarında iki kilisenin de bulunduğu Ermeni mülklerine çöktüğünü düşündüğümüzde düşene vurmak bir aile geleneği de olabilir.
Bütün eleştirilere verilecek bir cevabı var, var olmasına lakin tutarlı oldukları pek söylenemez. Mesela Sağlık Bakanlığını eleştiren bir haberden dolayı üç gazeteci işten atılırken yayın yönetmenidir ve habere imza atan muhabir bunların arasında değildir. Çünkü o, Altaylı’nın baldızı Ceyda Erenoğlu’dur. Bu konudaki soruya verdiği cevap: “Ne yapayım ‘Baldızımı da kovun’ diye talimat mı verseydim?” Rahatlığın bu kadarına pişkinlik deniliyor halk arasında.
Yönettiği Habertürk Gazetesine Fatih Saraç’ın kayyım olarak atanmasını bile normalleştirmeye kalkmıştı bir defasında. “Kimsenin anlamadığı mesele şu; “Alo Fatih” dedikleri Fatih Saraç dışarıdan biri değil. Ben bu gazetenin sahibi değilim. Sahibi belli. Bir gün bana Fatih Saraç’ı tanıştırdı ve “Bundan böyle gazeteyle ilgili patron vekili Fatih Saraç’tır” dedi. Ben AKP’nin atadığı biriyle, bir bakanla, bir vekille muhatap olmadım. Ben gazetenin yönetim kurulu üyesi olmuş, patronun yetki devrettiği biriyle muhatap oldum. Bir tek siyasetçi çıksın desin ki “Ben Altaylı ile gazetenin içeriği ile ilgili konuştum.” Altaylı, Saraç’ın bizzat Erdoğan tarafından atanmış ve ona hesap veren biri olduğunu bilmediğimizi sanıyor. Eskilerin dediği gibi herkesi kör, alemi sersem yerine koyuyor.
Alo Fatih demişken iki adaşın anket manipülasyonunu unutmamak gerekiyor. Fatih Saraç’la bir telefon görüşmesinde yayınladıkları bir ankette nasıl manipülasyon yapacaklarını konuşmuşlardı ve kendini şöyle savunmuştu:
“Ben o anketle ilgili şunu söylüyorum: “Talep geldi ama asla oynamadık.” Siz yayınlanan ankete bakın gazetede. O günlerde açıklanmış diğer anketlere bakın. Arada bir fark varsa o zaman beni suçlayın.” Bozacı şahit olarak şıracıyı çağırıyor. Diğer gazeteler bizden daha fazla baskı altındaydı dedikten sonra onları mihenk göstermek Altaylıca bir kurnazlık ancak ses kaydı onu doğrulamıyor.
O konuşmalar özetle şöyle:
-Fatih Altaylı: Diyorum ki ben bu anketin BDP ile olan bölümünü ben biraz anket şirketiyle konuşsam… İki puan yüksek göstersek ne dersin?
-Fatih Saraç: MHP’ninkini alıp oraya koyun ya…
-Fatih Altaylı: Hı?
-Fatih Saraç: MHP’ninkini alıp oraya koyun.
-Fatih Altaylı: İşte biz kararsızlardan biraz aktarırım, biraz MHP’den aktarırım falan manipülasyon yapıyım.
-Fatih Saraç: Ama bazı bilgiler var. Ha onu şimdi oradan çıktım, şeyde Çamlıca’dayım… Yani seninle konuşacam nerelerini yayınlayacan, ne yapacan…
-Fatih Altaylı: İşte konuşalım onları bi.
Basın sektöründe adı istifa kelimesiyle aynı cümlede en çok geçen kişidir Altaylı. Muhatap olduğu çağrılar ve onun çağırdıkları uzun bir liste olur. Bekir Coşkun kovulurken, üç gazeteci işsiz kalırken ya da beraber yola çıktığı bir çok isim birer birer kulvar dışına itilirken her defasında gözler üzerindeydi. O ise havaya bakıp ıslık çalmayı yeğledi. Çok üsteleyen olursa ‘Kim etti ki..’ Diye çıkışır. Son sığınağı yine sahte kahramanlara özgüydü: “İstifa edeyim de medyanın başında sadece havuzcular mı olsun”. Öyle ya kahramanımız fedakarlık yapıp yayın yönetmenliği koltuğunda oturmakta direnmeseydi, mazallah Turgay Güler’i getirebilirlerdi. Fatih Saraç’ın kuklası olarak gösterdiği büyük kahramanlık için üste alkış bile bekliyor!
Altaylı’nın bir de çağrı yaptıkları var elbette. Mesela Kızılay Başkanı Kerem Kınık. Depremdeki skandallardan dolayı iyice gözden düşmüş ve AKP’lilerin taşımak istemediği bir ağırlığa dönüşmüş Kınık için en ağır eleştirileri ondan işittik. Güç kaybedenleri iyi takip edip üzerlerinde tepinme ve böylece popüler olma kurnazlığının yakın örneklerinden biriydi. Muktedir birine aynı çağrıyı yaptığını hatırlıyor musunuz?
Fatih Altaylı’yı Ahmet Hakan’a benzetmek de mümkün fakat ayrıştıkları yerler daha fazla. Ahmet Hakan’a dönek demek bir eleştiri değil ve onu rahatsız etmiyor; kariyerini dönme becerisi üzerinden inşa etti. Altaylı ise öylesine hızlı dönüyor ki farkedilmiyor bile. Üstelik yeni konumunu yadırgamak şöyle dursun 40 yıldır orada duranlara taş çıkartıyor.