İşsiz ve aşsız bırakılan kadının kapısını bir gece bir Hizmet gönüllüsü çalar…
Bir yardım hikayesi
Türkiye’de söz bitti. Akıl rafta. İnsanlık sona erdi. 80 milyon insan, ülkenin binbir problemi dururken bir adamın “başkan”lık sevdasına takılmış gidiyor. Cadı avı sürüyor. Aklını Saray’a ipotek etmiş zavallı yargıçlar eliyle hukuk tedavülden kalktı.
Ülke bir yandan böyle batarken diğer yandan ülkenin geleceğini omuzlayacak her biri binlerce kadın ve erkeğe bedel kahramanlar boy atıyor, sürgün veriyor. Bu azize ve azizlerin çile ve duaları memleketin tek ve biricik ümit kaynağı.
İşte bu zorlu velayet sürecinde eşi hapiste olan bir başka “Hatice” ve bir başka “Fatıma” hikayesi veya mektubu:
Ağabey,
bugün yeni bir hizmete başladık. İhtiyaç sahibi ablalarımızı, ağabeylerimizi ziyaret ediyoruz. Bugün gittiğim ablalarımı görünce insanlığımdan utandım. Bu nasıl bir tevekküldü, aklım hala almıyor. Fatma Abla’nın ilk sorduğu soru ‘biz iyiyiz de kendisinin sıhhati nasıl?’ O’nu merak ediyorlar. ‘İyi’ dedim. ‘Öyle söylüyorlar’ dedim. ‘Zaten her hafta beraber seyrediyoruz ya’ dedim. Yanında Hatice Abla da vardı. Yanımdaki içinde ufak bir miktar olan iki zarf ve erzak poşeti vardı. Masaya bırakınca baktım ikisi de buruklaştı. Dokunsam ağlayacaklardı. Ben hiç uzatmadan şöyle dedim:
– Abla aramızda konuştuk, siz artık lütfen çalışmayın. Sizin gibi yıllarca öğretmenlik yapmış insanların bu işlerde çalışması bize çok dokunuyor. Evde oturun. Dua edin. Biz gereken neyse bulup buluşturup getiririz.
Bu sefer burkulma gitti, gözyaşlarını saldılar. Ben kendimi nasıl tuttum bir bilsen. Sonra işin arka yanını öğrendim. Ben “çalışmayı bırakın” dedim ama meğer neler olmuş!
Hafta başında oturdukları apartmandan biri muhtarla Fatma Abla’nın bulaşıkçı olarak çalıştığı işyeri sahibine gitmiş. “Bu kadını kovmazsan seni de onlardan diye ihbar ederim” demiş.
İşyeri sahibi lokantacı da “Aman böyle bir şey yapmayın, hemen atarım” demiş. Ve o akşam işten çıkarmış. Fatma Abla ertesi sabah çocuklarına bir şey dememiş. Sanki işe gider gibi sabah evden çıkmış, iş aramaya başlamış. İki gün akşama kadar dolaşmış. İş bulamamış. Üçüncü gün öğleye kadar da iş bulamayınca son bir kez daha eski çalıştığı lokantanın sahibine gitmiş. “Kimse bize iş vermiyor, lütfen tekrar işe alın” demiş.
O kahrolası adam utanmadan “Size iş falan yok, git …luk yap” demiş. Fatma Abla yediği yeni şokla oradan çıkıp bulduğu ilk camiye girmiş. Caminin üst katına çıkmış gözyaşlarıyla ellerini kaldırmış: “Allah’ım senden başka kimsemiz yok. Anam yok, babam yok. Sana sığındım ne olur bizi yalnız bırakma” diye uzun uzun dualar etmiş. Sonra dua ederken orada bayılmış. Ne kadar öyle kaldığını bilmiyor. Telefonu çalınca aşağıda namaz kılanlar yukarı çıkıp onu buluyorlar. Sonra çaresizlik ve inkisar içinde eve dönüyor. Sonrasında da eve Hatice Abla gelmiş. Arkasından da biz gıda poşetleri ile kapıyı çalmışız.
Ben bir yandan ağlamamı bastırıyorum bir yandan konuşmaya çalışıyorum. Dedim ki “Abla biz aramızda konuştuk. Bunu Allah’ın izniyle her ay yapacağız. Düzenli olarak sizin iaşenizi temin edeceğiz.”
Bunu deyince ağlaması, sarsılarak devam etti ve şunu dedi: “Ben camide çok dua ettim. Ama neden nefsime dua ettim! Niye bütün arkadaşlarıma dua etmedim. Niye hizmetimize dua etmedim” diye ağlamaya devam etti. Sonra çocuklarını kucağına aldı dua etmeye başladı. Ben dayanamadım diğer odaya geçtim.
Ağabey ben Bamteli’ndeki kadar merhametli değilim. Orada ben de ellerimi kaldırdım, bu rezillikleri yapanlara Allah’tan hidayet falan da dilemedim. “Allah’ın bu melek gibi insanlara bu binler iftirayı atanları kahret” “Bu nezih insanları bu hale düşürenlere sessiz kalanları yerin dibine batır” diye uzun uzun dua ettim. Ve evde kenarda ne olur ne olmaz diye bir kenarda beklettiğim 12 bin lirama lanet ettim. ‘Bu insanlar neler yaşıyor sen yarınını düşünüyorsun’ diye kendime kızdım. Sonra yanlarına döndüm.
Fatma Abla çocuklarıyla konuşuyordu. “Artık öğretmenlik yapmayacağım. Sizin yanınızdan ayrılmayacağım.” diye konuşuyordu. Çocukların sevinçle bir zıplaması bir sarılmaları vardı ki görmeliydiniz. Sonra bize döndü:
– Allah razı olsun. Ben de inşaallah evde hafızlığımı tazelerim, dedi.
Meğer hafızmış!
Kapıdan çıkarken dudakları susmuyordu
– Allah gönderenlerden, bulanlardan hepinizden razı olsun, dedi.
Artık çıkarken dayanamadım.
– Abla biz de sizi namerde muhtaç edersek kahpeyiz, merak etmeyin. Ölmezsek her ay size uğrayacağız, dedim.
Çıkınca ağzımdan nasıl böyle kötü bir söz çıktı diye utandım. Dışarı çıktım az yürüdüm, takatim kesilmişti. Bir kenara oturdum. Yaşadığım hadiseyi anlamaya çalışıyordum. Bir yandan da bu olaylar olmasaydı bu ablalarımın kahramanlıklarını nasıl görecektim diye düşünüyordum.
Ağabey, hissiyatımı kattıysam özür dilerim. Bu arada söylemeden geçmeyeyim. Fatma Abla her maaş aldığında zaruri miktarı alır gerisini hizmete verirdi. Beş kuruş artırıp bir kenara koymazdı. Para yatırmak gerektiğinde ‘satma’ dememize rağmen arabasını satmıştı. Ağabey ben çok kazançlıyım. Yemin ederim riya olmasın şu an anamdan yeni doğmuş gibiyim. Bu veli insanların duasını aldım ya Allah benim sırtımı yere getirmez inşallah.
İşsiz ve aşsız bırakılan kadının kapısını bir gece bir Hizmet gönüllüsü çalar…
Bir yardım hikayesi
Türkiye’de söz bitti. Akıl rafta. İnsanlık sona erdi. 80 milyon insan, ülkenin binbir problemi dururken bir adamın “başkan”lık sevdasına takılmış gidiyor. Cadı avı sürüyor. Aklını Saray’a ipotek etmiş zavallı yargıçlar eliyle hukuk tedavülden kalktı.
Ülke bir yandan böyle batarken diğer yandan ülkenin geleceğini omuzlayacak her biri binlerce kadın ve erkeğe bedel kahramanlar boy atıyor, sürgün veriyor. Bu azize ve azizlerin çile ve duaları memleketin tek ve biricik ümit kaynağı.
İşte bu zorlu velayet sürecinde eşi hapiste olan bir başka “Hatice” ve bir başka “Fatıma” hikayesi veya mektubu:
Ağabey,
bugün yeni bir hizmete başladık. İhtiyaç sahibi ablalarımızı, ağabeylerimizi ziyaret ediyoruz. Bugün gittiğim ablalarımı görünce insanlığımdan utandım. Bu nasıl bir tevekküldü, aklım hala almıyor. Fatma Abla’nın ilk sorduğu soru ‘biz iyiyiz de kendisinin sıhhati nasıl?’ O’nu merak ediyorlar. ‘İyi’ dedim. ‘Öyle söylüyorlar’ dedim. ‘Zaten her hafta beraber seyrediyoruz ya’ dedim. Yanında Hatice Abla da vardı. Yanımdaki içinde ufak bir miktar olan iki zarf ve erzak poşeti vardı. Masaya bırakınca baktım ikisi de buruklaştı. Dokunsam ağlayacaklardı. Ben hiç uzatmadan şöyle dedim:
– Abla aramızda konuştuk, siz artık lütfen çalışmayın. Sizin gibi yıllarca öğretmenlik yapmış insanların bu işlerde çalışması bize çok dokunuyor. Evde oturun. Dua edin. Biz gereken neyse bulup buluşturup getiririz.
Bu sefer burkulma gitti, gözyaşlarını saldılar. Ben kendimi nasıl tuttum bir bilsen. Sonra işin arka yanını öğrendim. Ben “çalışmayı bırakın” dedim ama meğer neler olmuş!
Hafta başında oturdukları apartmandan biri muhtarla Fatma Abla’nın bulaşıkçı olarak çalıştığı işyeri sahibine gitmiş. “Bu kadını kovmazsan seni de onlardan diye ihbar ederim” demiş.
İşyeri sahibi lokantacı da “Aman böyle bir şey yapmayın, hemen atarım” demiş. Ve o akşam işten çıkarmış. Fatma Abla ertesi sabah çocuklarına bir şey dememiş. Sanki işe gider gibi sabah evden çıkmış, iş aramaya başlamış. İki gün akşama kadar dolaşmış. İş bulamamış. Üçüncü gün öğleye kadar da iş bulamayınca son bir kez daha eski çalıştığı lokantanın sahibine gitmiş. “Kimse bize iş vermiyor, lütfen tekrar işe alın” demiş.
O kahrolası adam utanmadan “Size iş falan yok, git …luk yap” demiş. Fatma Abla yediği yeni şokla oradan çıkıp bulduğu ilk camiye girmiş. Caminin üst katına çıkmış gözyaşlarıyla ellerini kaldırmış: “Allah’ım senden başka kimsemiz yok. Anam yok, babam yok. Sana sığındım ne olur bizi yalnız bırakma” diye uzun uzun dualar etmiş. Sonra dua ederken orada bayılmış. Ne kadar öyle kaldığını bilmiyor. Telefonu çalınca aşağıda namaz kılanlar yukarı çıkıp onu buluyorlar. Sonra çaresizlik ve inkisar içinde eve dönüyor. Sonrasında da eve Hatice Abla gelmiş. Arkasından da biz gıda poşetleri ile kapıyı çalmışız.
Ben bir yandan ağlamamı bastırıyorum bir yandan konuşmaya çalışıyorum. Dedim ki “Abla biz aramızda konuştuk. Bunu Allah’ın izniyle her ay yapacağız. Düzenli olarak sizin iaşenizi temin edeceğiz.”
Bunu deyince ağlaması, sarsılarak devam etti ve şunu dedi: “Ben camide çok dua ettim. Ama neden nefsime dua ettim! Niye bütün arkadaşlarıma dua etmedim. Niye hizmetimize dua etmedim” diye ağlamaya devam etti. Sonra çocuklarını kucağına aldı dua etmeye başladı. Ben dayanamadım diğer odaya geçtim.
Ağabey ben Bamteli’ndeki kadar merhametli değilim. Orada ben de ellerimi kaldırdım, bu rezillikleri yapanlara Allah’tan hidayet falan da dilemedim. “Allah’ın bu melek gibi insanlara bu binler iftirayı atanları kahret” “Bu nezih insanları bu hale düşürenlere sessiz kalanları yerin dibine batır” diye uzun uzun dua ettim. Ve evde kenarda ne olur ne olmaz diye bir kenarda beklettiğim 12 bin lirama lanet ettim. ‘Bu insanlar neler yaşıyor sen yarınını düşünüyorsun’ diye kendime kızdım. Sonra yanlarına döndüm.
Fatma Abla çocuklarıyla konuşuyordu. “Artık öğretmenlik yapmayacağım. Sizin yanınızdan ayrılmayacağım.” diye konuşuyordu. Çocukların sevinçle bir zıplaması bir sarılmaları vardı ki görmeliydiniz. Sonra bize döndü:
– Allah razı olsun. Ben de inşaallah evde hafızlığımı tazelerim, dedi.
Meğer hafızmış!
Kapıdan çıkarken dudakları susmuyordu
– Allah gönderenlerden, bulanlardan hepinizden razı olsun, dedi.
Artık çıkarken dayanamadım.
– Abla biz de sizi namerde muhtaç edersek kahpeyiz, merak etmeyin. Ölmezsek her ay size uğrayacağız, dedim.
Çıkınca ağzımdan nasıl böyle kötü bir söz çıktı diye utandım. Dışarı çıktım az yürüdüm, takatim kesilmişti. Bir kenara oturdum. Yaşadığım hadiseyi anlamaya çalışıyordum. Bir yandan da bu olaylar olmasaydı bu ablalarımın kahramanlıklarını nasıl görecektim diye düşünüyordum.
Ağabey, hissiyatımı kattıysam özür dilerim. Bu arada söylemeden geçmeyeyim. Fatma Abla her maaş aldığında zaruri miktarı alır gerisini hizmete verirdi. Beş kuruş artırıp bir kenara koymazdı. Para yatırmak gerektiğinde ‘satma’ dememize rağmen arabasını satmıştı. Ağabey ben çok kazançlıyım. Yemin ederim riya olmasın şu an anamdan yeni doğmuş gibiyim. Bu veli insanların duasını aldım ya Allah benim sırtımı yere getirmez inşallah.
İşsiz ve aşsız bırakılan kadının kapısını bir gece bir Hizmet gönüllüsü çalar…
Bir yardım hikayesi
Türkiye’de söz bitti. Akıl rafta. İnsanlık sona erdi. 80 milyon insan, ülkenin binbir problemi dururken bir adamın “başkan”lık sevdasına takılmış gidiyor. Cadı avı sürüyor. Aklını Saray’a ipotek etmiş zavallı yargıçlar eliyle hukuk tedavülden kalktı.
Ülke bir yandan böyle batarken diğer yandan ülkenin geleceğini omuzlayacak her biri binlerce kadın ve erkeğe bedel kahramanlar boy atıyor, sürgün veriyor. Bu azize ve azizlerin çile ve duaları memleketin tek ve biricik ümit kaynağı.
İşte bu zorlu velayet sürecinde eşi hapiste olan bir başka “Hatice” ve bir başka “Fatıma” hikayesi veya mektubu:
Ağabey,
bugün yeni bir hizmete başladık. İhtiyaç sahibi ablalarımızı, ağabeylerimizi ziyaret ediyoruz. Bugün gittiğim ablalarımı görünce insanlığımdan utandım. Bu nasıl bir tevekküldü, aklım hala almıyor. Fatma Abla’nın ilk sorduğu soru ‘biz iyiyiz de kendisinin sıhhati nasıl?’ O’nu merak ediyorlar. ‘İyi’ dedim. ‘Öyle söylüyorlar’ dedim. ‘Zaten her hafta beraber seyrediyoruz ya’ dedim. Yanında Hatice Abla da vardı. Yanımdaki içinde ufak bir miktar olan iki zarf ve erzak poşeti vardı. Masaya bırakınca baktım ikisi de buruklaştı. Dokunsam ağlayacaklardı. Ben hiç uzatmadan şöyle dedim:
– Abla aramızda konuştuk, siz artık lütfen çalışmayın. Sizin gibi yıllarca öğretmenlik yapmış insanların bu işlerde çalışması bize çok dokunuyor. Evde oturun. Dua edin. Biz gereken neyse bulup buluşturup getiririz.
Bu sefer burkulma gitti, gözyaşlarını saldılar. Ben kendimi nasıl tuttum bir bilsen. Sonra işin arka yanını öğrendim. Ben “çalışmayı bırakın” dedim ama meğer neler olmuş!
Hafta başında oturdukları apartmandan biri muhtarla Fatma Abla’nın bulaşıkçı olarak çalıştığı işyeri sahibine gitmiş. “Bu kadını kovmazsan seni de onlardan diye ihbar ederim” demiş.
İşyeri sahibi lokantacı da “Aman böyle bir şey yapmayın, hemen atarım” demiş. Ve o akşam işten çıkarmış. Fatma Abla ertesi sabah çocuklarına bir şey dememiş. Sanki işe gider gibi sabah evden çıkmış, iş aramaya başlamış. İki gün akşama kadar dolaşmış. İş bulamamış. Üçüncü gün öğleye kadar da iş bulamayınca son bir kez daha eski çalıştığı lokantanın sahibine gitmiş. “Kimse bize iş vermiyor, lütfen tekrar işe alın” demiş.
O kahrolası adam utanmadan “Size iş falan yok, git …luk yap” demiş. Fatma Abla yediği yeni şokla oradan çıkıp bulduğu ilk camiye girmiş. Caminin üst katına çıkmış gözyaşlarıyla ellerini kaldırmış: “Allah’ım senden başka kimsemiz yok. Anam yok, babam yok. Sana sığındım ne olur bizi yalnız bırakma” diye uzun uzun dualar etmiş. Sonra dua ederken orada bayılmış. Ne kadar öyle kaldığını bilmiyor. Telefonu çalınca aşağıda namaz kılanlar yukarı çıkıp onu buluyorlar. Sonra çaresizlik ve inkisar içinde eve dönüyor. Sonrasında da eve Hatice Abla gelmiş. Arkasından da biz gıda poşetleri ile kapıyı çalmışız.
Ben bir yandan ağlamamı bastırıyorum bir yandan konuşmaya çalışıyorum. Dedim ki “Abla biz aramızda konuştuk. Bunu Allah’ın izniyle her ay yapacağız. Düzenli olarak sizin iaşenizi temin edeceğiz.”
Bunu deyince ağlaması, sarsılarak devam etti ve şunu dedi: “Ben camide çok dua ettim. Ama neden nefsime dua ettim! Niye bütün arkadaşlarıma dua etmedim. Niye hizmetimize dua etmedim” diye ağlamaya devam etti. Sonra çocuklarını kucağına aldı dua etmeye başladı. Ben dayanamadım diğer odaya geçtim.
Ağabey ben Bamteli’ndeki kadar merhametli değilim. Orada ben de ellerimi kaldırdım, bu rezillikleri yapanlara Allah’tan hidayet falan da dilemedim. “Allah’ın bu melek gibi insanlara bu binler iftirayı atanları kahret” “Bu nezih insanları bu hale düşürenlere sessiz kalanları yerin dibine batır” diye uzun uzun dua ettim. Ve evde kenarda ne olur ne olmaz diye bir kenarda beklettiğim 12 bin lirama lanet ettim. ‘Bu insanlar neler yaşıyor sen yarınını düşünüyorsun’ diye kendime kızdım. Sonra yanlarına döndüm.
Fatma Abla çocuklarıyla konuşuyordu. “Artık öğretmenlik yapmayacağım. Sizin yanınızdan ayrılmayacağım.” diye konuşuyordu. Çocukların sevinçle bir zıplaması bir sarılmaları vardı ki görmeliydiniz. Sonra bize döndü:
– Allah razı olsun. Ben de inşaallah evde hafızlığımı tazelerim, dedi.
Meğer hafızmış!
Kapıdan çıkarken dudakları susmuyordu
– Allah gönderenlerden, bulanlardan hepinizden razı olsun, dedi.
Artık çıkarken dayanamadım.
– Abla biz de sizi namerde muhtaç edersek kahpeyiz, merak etmeyin. Ölmezsek her ay size uğrayacağız, dedim.
Çıkınca ağzımdan nasıl böyle kötü bir söz çıktı diye utandım. Dışarı çıktım az yürüdüm, takatim kesilmişti. Bir kenara oturdum. Yaşadığım hadiseyi anlamaya çalışıyordum. Bir yandan da bu olaylar olmasaydı bu ablalarımın kahramanlıklarını nasıl görecektim diye düşünüyordum.
Ağabey, hissiyatımı kattıysam özür dilerim. Bu arada söylemeden geçmeyeyim. Fatma Abla her maaş aldığında zaruri miktarı alır gerisini hizmete verirdi. Beş kuruş artırıp bir kenara koymazdı. Para yatırmak gerektiğinde ‘satma’ dememize rağmen arabasını satmıştı. Ağabey ben çok kazançlıyım. Yemin ederim riya olmasın şu an anamdan yeni doğmuş gibiyim. Bu veli insanların duasını aldım ya Allah benim sırtımı yere getirmez inşallah.
İşsiz ve aşsız bırakılan kadının kapısını bir gece bir Hizmet gönüllüsü çalar…
Bir yardım hikayesi
Türkiye’de söz bitti. Akıl rafta. İnsanlık sona erdi. 80 milyon insan, ülkenin binbir problemi dururken bir adamın “başkan”lık sevdasına takılmış gidiyor. Cadı avı sürüyor. Aklını Saray’a ipotek etmiş zavallı yargıçlar eliyle hukuk tedavülden kalktı.
Ülke bir yandan böyle batarken diğer yandan ülkenin geleceğini omuzlayacak her biri binlerce kadın ve erkeğe bedel kahramanlar boy atıyor, sürgün veriyor. Bu azize ve azizlerin çile ve duaları memleketin tek ve biricik ümit kaynağı.
İşte bu zorlu velayet sürecinde eşi hapiste olan bir başka “Hatice” ve bir başka “Fatıma” hikayesi veya mektubu:
Ağabey,
bugün yeni bir hizmete başladık. İhtiyaç sahibi ablalarımızı, ağabeylerimizi ziyaret ediyoruz. Bugün gittiğim ablalarımı görünce insanlığımdan utandım. Bu nasıl bir tevekküldü, aklım hala almıyor. Fatma Abla’nın ilk sorduğu soru ‘biz iyiyiz de kendisinin sıhhati nasıl?’ O’nu merak ediyorlar. ‘İyi’ dedim. ‘Öyle söylüyorlar’ dedim. ‘Zaten her hafta beraber seyrediyoruz ya’ dedim. Yanında Hatice Abla da vardı. Yanımdaki içinde ufak bir miktar olan iki zarf ve erzak poşeti vardı. Masaya bırakınca baktım ikisi de buruklaştı. Dokunsam ağlayacaklardı. Ben hiç uzatmadan şöyle dedim:
– Abla aramızda konuştuk, siz artık lütfen çalışmayın. Sizin gibi yıllarca öğretmenlik yapmış insanların bu işlerde çalışması bize çok dokunuyor. Evde oturun. Dua edin. Biz gereken neyse bulup buluşturup getiririz.
Bu sefer burkulma gitti, gözyaşlarını saldılar. Ben kendimi nasıl tuttum bir bilsen. Sonra işin arka yanını öğrendim. Ben “çalışmayı bırakın” dedim ama meğer neler olmuş!
Hafta başında oturdukları apartmandan biri muhtarla Fatma Abla’nın bulaşıkçı olarak çalıştığı işyeri sahibine gitmiş. “Bu kadını kovmazsan seni de onlardan diye ihbar ederim” demiş.
İşyeri sahibi lokantacı da “Aman böyle bir şey yapmayın, hemen atarım” demiş. Ve o akşam işten çıkarmış. Fatma Abla ertesi sabah çocuklarına bir şey dememiş. Sanki işe gider gibi sabah evden çıkmış, iş aramaya başlamış. İki gün akşama kadar dolaşmış. İş bulamamış. Üçüncü gün öğleye kadar da iş bulamayınca son bir kez daha eski çalıştığı lokantanın sahibine gitmiş. “Kimse bize iş vermiyor, lütfen tekrar işe alın” demiş.
O kahrolası adam utanmadan “Size iş falan yok, git …luk yap” demiş. Fatma Abla yediği yeni şokla oradan çıkıp bulduğu ilk camiye girmiş. Caminin üst katına çıkmış gözyaşlarıyla ellerini kaldırmış: “Allah’ım senden başka kimsemiz yok. Anam yok, babam yok. Sana sığındım ne olur bizi yalnız bırakma” diye uzun uzun dualar etmiş. Sonra dua ederken orada bayılmış. Ne kadar öyle kaldığını bilmiyor. Telefonu çalınca aşağıda namaz kılanlar yukarı çıkıp onu buluyorlar. Sonra çaresizlik ve inkisar içinde eve dönüyor. Sonrasında da eve Hatice Abla gelmiş. Arkasından da biz gıda poşetleri ile kapıyı çalmışız.
Ben bir yandan ağlamamı bastırıyorum bir yandan konuşmaya çalışıyorum. Dedim ki “Abla biz aramızda konuştuk. Bunu Allah’ın izniyle her ay yapacağız. Düzenli olarak sizin iaşenizi temin edeceğiz.”
Bunu deyince ağlaması, sarsılarak devam etti ve şunu dedi: “Ben camide çok dua ettim. Ama neden nefsime dua ettim! Niye bütün arkadaşlarıma dua etmedim. Niye hizmetimize dua etmedim” diye ağlamaya devam etti. Sonra çocuklarını kucağına aldı dua etmeye başladı. Ben dayanamadım diğer odaya geçtim.
Ağabey ben Bamteli’ndeki kadar merhametli değilim. Orada ben de ellerimi kaldırdım, bu rezillikleri yapanlara Allah’tan hidayet falan da dilemedim. “Allah’ın bu melek gibi insanlara bu binler iftirayı atanları kahret” “Bu nezih insanları bu hale düşürenlere sessiz kalanları yerin dibine batır” diye uzun uzun dua ettim. Ve evde kenarda ne olur ne olmaz diye bir kenarda beklettiğim 12 bin lirama lanet ettim. ‘Bu insanlar neler yaşıyor sen yarınını düşünüyorsun’ diye kendime kızdım. Sonra yanlarına döndüm.
Fatma Abla çocuklarıyla konuşuyordu. “Artık öğretmenlik yapmayacağım. Sizin yanınızdan ayrılmayacağım.” diye konuşuyordu. Çocukların sevinçle bir zıplaması bir sarılmaları vardı ki görmeliydiniz. Sonra bize döndü:
– Allah razı olsun. Ben de inşaallah evde hafızlığımı tazelerim, dedi.
Meğer hafızmış!
Kapıdan çıkarken dudakları susmuyordu
– Allah gönderenlerden, bulanlardan hepinizden razı olsun, dedi.
Artık çıkarken dayanamadım.
– Abla biz de sizi namerde muhtaç edersek kahpeyiz, merak etmeyin. Ölmezsek her ay size uğrayacağız, dedim.
Çıkınca ağzımdan nasıl böyle kötü bir söz çıktı diye utandım. Dışarı çıktım az yürüdüm, takatim kesilmişti. Bir kenara oturdum. Yaşadığım hadiseyi anlamaya çalışıyordum. Bir yandan da bu olaylar olmasaydı bu ablalarımın kahramanlıklarını nasıl görecektim diye düşünüyordum.
Ağabey, hissiyatımı kattıysam özür dilerim. Bu arada söylemeden geçmeyeyim. Fatma Abla her maaş aldığında zaruri miktarı alır gerisini hizmete verirdi. Beş kuruş artırıp bir kenara koymazdı. Para yatırmak gerektiğinde ‘satma’ dememize rağmen arabasını satmıştı. Ağabey ben çok kazançlıyım. Yemin ederim riya olmasın şu an anamdan yeni doğmuş gibiyim. Bu veli insanların duasını aldım ya Allah benim sırtımı yere getirmez inşallah.