Aylarca cezaevinde kalan bir mağdurun gerçek hikayesi…
Bir tiyatronun üstünden aylar geçti, herkesin kafasında binlerce soru işareti. Oluşturulan gri alan, her türlü kirliliğe açık.
Geçenlerde gazeteci İsmail Küçükkaya, “Darbeden dolayı tutuklu öğretmen sayısı; tutuklu asker – polis sayısından fazla. Sizce de bir gariplik yok mu?” diye sordu.
Gariplik olmaz mı? Hem de fazlasıyla garip….
İşte o tutuklanan öğretmenlerden biri de benim abim.
Kelle hesabına kurban gitmesin, canlı kanlı bir örnek olsun diye hikayesini anlatmak istiyorum:
Ailesiyle beraber Anadolu’nun küçük bir ilinde, işinde gücünde olan birisiydi.
Abim diye söylemiyorum onu sevmeyen, onunla anlaşamayan yoktu. Ta ki bir sabah vakti evlerine polis baskını yapılana kadar….
Geçtiğimiz günlerde mahkemesi oldu.
500 küsür gündür tutukluydu.
3 çocuğundan ailesinden ayrı geçen uzun tutukluluk süresinde yazdığı mektuplarda hiç kavuşmaktan bahsetmedi.
Ailesini her türlü sonuca hazırlamaya için çalıştı.
Soranlara “Ben burda rahatım, yiyip içip yatıyoruz.” diye espiriler yapıyordu.
Fakat gerçek ruh hali mektuplarında yazdığı “Benim için en zor geçen günler görüşme günleri. Sizden ayrıldıktan sonra bir gün kendime gelemiyorum.” itirafıyla ortaya çıkıyordu.
Bir mektubunda da Dedikleri deli benim/bilmeyenler bilsin beni/ben Aliyim, Ali benim!” diye yazdı kardeşine.
Uzun tutukluluk sürecinden sonra 3. Duruşmada karar günü geldi çattı.
Malum, Diktatör “Uzun sürmesin!” emri vermişti, uzun sürmeyecekti(!) Avukatı ‘itirafçı ol kurtul’ telkinini tekrar yaptı.
Güldü “Ben bir suç işlemedim.” dedi. Karısı araya girip destek ve teselli vermek için “Belki az ceza verirler. Yattığın güne sayılır, bırakırlar.” Bu sefer canı sıkıldı.
“Bıraksalar ne olacak, ne değişecek.” dedi. “Bütün arkadaşlarım ceza aldı. Onlar içerdeyken ben rahat mı edeceğim?” diye sordu, biraz kızgın biraz acıklı bakışlar altında karısına.
Duruşma salonuna geçildi. Cep telefonuyla oynayan hakim, karısına “Eve ekmek lazım mı?” diye sorduktan sonra 5 dakikanın içinde ‘9 yıl 9 ay’ deyiverdi.
Ne de kolay söyledi!
Katibe önceki kararlardan kopyala yapıştır emrini verdikten sonra telefonuyla oynamaya devam etti.
Bütün bunları niye yazdım?
Neden tüm detayları anlatmak istedim?
Zift medyası her gün binlerce yalan yazıyor. ‘İtirafçı oldu, onu bunu ispiyonladı, pişmanlık duydu’ şeklinde iftiralar atıyor.
Gerçekse öyle değil! İçerdeki binlerce insan yaşanan tüm zorluklara rağmen duruşundan, karakterinden taviz vermiyor.
İşte onlardan birinin hikayesini anlatmak istedim…
Keşke bütün bunlar masal olsaydı da ben bu yazıyı gökten üç elma düştü diyerek bitirebilseydim…
Mithat Çetin, Gazeteci