Fethullah Gülen Hocaefendi’nin vefatı sonrası X’te yaptığı paylaşım gerekçe gösterilerek tutuklanan Yeni Asya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kâzım Güleçyüz’ün eşi Yasemin Güleçyüz, eşinin gözaltına alındığı sabah yaşadıklarını anlattı.
Yasemin’in Güleçyüz’ün ‘Bir şafak fotoğrafı‘ başlıklı yazısı şöyle:
“Demokrasi, sabahın alacakaranlığında kapınız çaldığında; kapınızı çalanın sütçü olduğundan emin olduğunuz rejimdir.”
Merhum Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in İngiliz Başbakan Winston Churchill’e atfen sıklıkla ifade ettiği bu sözün ne anlama geldiğini 23 Ekim şafağında yaşayarak öğrendik. Üç kez ziyaret etmenin nasip olduğu İslâmköy’deki ‘Demokrasi Müzesi’nde gözüm her daim bir fotoğrafa takılırdı. 1980 İhtilâlinde 12 Eylül sabahı evinden askerler tarafından götürülürken Demirel’in mütebessim, eşi Nazmiye Hanımın hüzünlü siması bana çok ibretli gelirdi. Benzerini yaşayacakmışız demek ki. Süleyman Demirel’in hayatı boyunca verdiği demokrasi mücadelesi için müze kurmasındaki ince fikri sıkça tefekkür ediyorum.
Gecenin şafak sökmesine yakın zamanlarında alışılmadık şekil- de kapının zili ısrarla hızlıca çalınıyor. Eşim elektrik düğmesini, ardından kapıyı açıyor. Şefika eşimin yanında, ben arkasında. İçinde bir hanımın da olduğu sanırım 10-12 sivil giyimli polis ellerinde belge arama yetkileri olduğunu belirterek eve doluşu- yorlar. Kedimiz Şefika ok gibi bir tarafa fırlıyor. Gelenler ayaklarında galoş salona doluyor odalara bakıyorlar. Ev zaten ‘Şahtık şahbaz olduk’ misali. Kedimizin açık kapıdan kaçmasından korkarak “Şefika kızım nerdesin?” diye sesleniyorum. Bir ses “O da kim?” diye soruyor “kedimiz” diyorum. Eşim sakin sadece sorulara cevap veriyor. Bense söylenip duruyorum. “Polis Bey ha-ber verseydiniz gelinirdi emniyete. Neden böyle yapıyorsunuz? Komşularımızı da rahatsız ettiniz bu saatte?” diyorum. Gerçekten de apartman dairelerinin kapıları tek tek ısrarla çalınıyor yumruklanıyor. İki komşuyu getiriyorlar. “Şahit gerekiyor” diyor biri. Şahitler de şaşkın. Komşumuz “Bunların kimseye zararı yok kendi hallerinde sessiz sedasız insanlar” diye uykulu gözlerini oğuşturarak söyleniyor. Kimlikler isteniyor veriyoruz. “Allah’ım güzel ülkemi koru!” diyorum. Bir taraftan sabah ezanları ard arda okunmaya başlıyor. Ezanın kelimelerini içimden tekrar ediyorum, rahatlıyorum. Zaten ağzımdan meleke hâline gelen zikirler kendiliğinden dökülüyor. Sonra “Abdest almam, namaz kılmam gerekiyor” diyor namaz kılıyorum. Eşim sonradan söylediğine göre teheccüd ve ardından sabah namazını zaten kılmış. Tesbihatta iken kapı çalınmış. Ön sorgulamalar bitiyor, eşim derdest edip götürülüyor. Ardından bakakalıyoruz. Şefika korkudan saklandığı yerden çıkıyor. Hemen avukatı arıyorum ardından benden duymuş olsunlar diye yakınlarıma, arkadaşlarıma haber veriyorum. Hadiseler karşısındaki soğuk- kanlılığına şaşırdığım kızım sınavı olduğu için okuluna gidiyor.
(Bu arada ilginç bir anekdot: Bir önceki akşam kedimiz olağandışı canhıraş şekilde miyavlayıp kapıya gidip gelerek bir şeyler anlatmaya çalıştı. Hiç alışkın olmadığımız miyavlamalar karşısında mamasını ve suyunu kontrol ettik. Hepsi tamam. İçimden seslendirmeye korkarak “Acaba beklenen İstanbul depremi mi olacak?” diye geçirdiğimi hatırlıyorum. Ertesi sabah yaşadıklarımız kedimizin manevî depremi önceden hissettiğinin delili hükmünde.)
Olay sonrası sinyal problemi baş gösteren zayıf internet bağlantımızla gazeteleri, sosyal medyayı takip etmeye çalışıyorum. Korkunun kokusu olur mu bilmem, ama korkunun garip enerjisi her yeri sarmış hissediyorum. Olan bitenleri izliyor, pencerelerden seyredip içlerine girmiyorum.
Musibet anları, aynı zamanda Rabbimize en yakın olduğumuz fark ediş zamanları. Şahs-ı manevînin anne baba kardeş şefkatini aratmayan şefkatine de şahit oluyorum. En başta kendi duygularım hislerim, okuyup anladığımı sandığım bir çok kavram, tanıdığımı sandığım birçok kişi âdeta tek tek elekten geçiyor “Sen böyle sanmıştın, ama aslı budur” diyerek kendilerini manen anlatıyorlar. Ateşin tene değdiğindeki hâli gibi, tesbih tanelerini çeker gibi kavramlar zihnimden tek tek geçiyor. Evrad ve zikirlerime, Risalelerime sımsıkı sarılıyorum. Zikirlerim benim şahidim olacak, ama ben de şahidim zaten. “Şahidim Rabbim diyorum olan biten her şeye şahidim!” Ayetü’l-Kübra Risalesi’ndeki “Kâinattan Hâlıkını soran seyyah”ın müşahede makamındaki şehadetlerini her dem hatırlıyorum. Artık Tarihçe-i Hayat’taki “Müdafaalar” bölümü benim için daha farklı bir anlam ifade ediyor. “Yanlış hesap Bağdat’tan döner” deyip âdil hâkimlerden evham ve şüphelerden arınmış adalete lâyık bir hüküm bekliyorum.
Ateşi gül bahçesine çeviren “Hasbünallahu venimelvekil” zikrini çokça hatırlıyorum. Ve dahi Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın (ks) dizelerini:
Hak şerleri hayreyler,
Zannetme ki gayreyler,
Ârif ânı seyreyler,
Mevlâ görelim n’eyler,
N’eylerse güzel eyler.