DW Türkçe’den Değer Akal’ın haberinden aktarıyoruz;
Türkiye’de son yıllarda uygulanan siyasi ve ekonomik politikalar, on binlerce doktor, mühendis ve nitelikli insan kaynağının yurtdışına göç etmesine yol açtı. Yüksek öğretim için başka ülkelere giden gençlerin sayısı artıyor, Türkiye’den Avrupa’ya iltica başvuruları da rekor üstüne rekor kırıyor.
Son aylarda bu gelişmelere yeni bir trend daha eklendi: Türk vatandaşlarının yurtdışında gayrimenkul alımları dikkat çekici şekilde yükselişte.
Maddi durumu iyi olan Türk vatandaşları artık Türkiye’de değil İngiltere, İspanya, Yunanistan ya da Dubai’de ev alıyor.
Türkler neden yurtdışına yöneldi?
DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan finans uzmanı Tunç Şatıroğlu’na göre yurtdışından gayrimenkul alımına ilginin bu kadar çok artmasının gerisinde Türkiye’de hükümetin izlediği hatalı ekonomi ve göç politikaları yatıyor. Dövizin sürekli olarak baskılanması ve mevduat faizinin enflasyonun altında kalmasının elindeki birikimi korumak isteyen vatandaşı yeni arayışlara yönlendirdiğine işaret eden Şatıroğlu, Türkiye’deki gayrimenkul piyasasında fiyatların anormal şekilde artmasının da bu tercihte etkili olduğunu kaydetti.
Düzensiz göç nedeniyle artan nüfus ve gayrimenkul alımı karşılığı vatandaşlık verilmesinin de fiyatların artmasına yol açtığını ifade eden Şatıroğlu şöyle devam etti:
“Ayrıca kira artışına yüzde 25 sınır getirilmesi, adeta ev sahibini bir düşman olarak gören bir anlayışını ortaya çıkması, ev sahipleri ile kiracılar arasındaki ihtilafların yargı yoluyla hızlıca çözüme kavuşturulamaması nedeniyle Türkiye’de konut alıp kiraya vermek cazibesini yitirdi. Bunun üstüne bir de gayrimenkullere yeni vergiler getirileceği yönünde haberler çıkmaya başladı. Özetle, insanlar ‘Gayrimenkul yatırımımı Türkiye’de yapmam için enayi olmam lazım’ diyecek noktaya getirildi.”
Şatıroğlu, yurtdışında gayrimenkul alanların kira gelirlerini döviz olarak aldıklarını, bunu kendileri açısından bir güvence olarak gördüklerini belirterek bunun da yurtdışına ilgiyi arttıran önemli bir etmen olduğunu ifade etti.
Uzmanlar, Türk vatandaşları için Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden vize almanın artık çok zor olduğuna, vize derdinden kurtulmak isteyenlerin de gayrimenkul alarak bu sorunu aşmaya çalıştıklarına işaret ediyor.
Yurtdışına giden döviz artıyor, cari açık büyüyor
Türklerin yurtdışından gayrimenkul alımlarına bağlı olarak ülkeden çıkan döviz miktarı da artıyor. Hatta piyasa uzmanlarına göre, çıkan döviz miktarı, Türk vatandaşlığı için gayrimenkul alan yabancıların getirdiği döviz miktarını yıl sonunda aşacak, sektör tarihinde ilk kez “cari açık” verecek.
2023 bu alanda zaten bir rekor yılı olmuş, bir önceki yıla kıyasla gayrimenkul yatırımları yüzde 163,7 artmış; 2 milyar 86 milyon dolarlık yatırım da yurt dışına gitmişti. Bu yıl ise Ocak-Nisan döneminde, Türkiye’den gayrimenkul için giden yatırım geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 56,4, yani iki kat artış kaydetti.
“Nas ve Ensar anlayışıyla sorunlara çözüm üretilemez”
Tunç Şatıroğlu’na göre Türkiye ekonomisini önümüzdeki günlerde çok daha zorlu günler bekliyor. Konut almanın artık bir hayale dönüştüğünü belirten Şatıroğlu, AKP hükümetinin ciddi boyutta artan kiralık konut ihtiyacını karşılayacak politikalar üretmediğine dikkat çekerek “Tedbir almak için çok geç kalındı. Kiralar daha artacak, kiralık ev bulmak daha da zor hale gelecek. İnsanlar ne yazık ki perişan olacak” öngörüsünü aktardı.
“Özgürlüğe inancın zayıf olduğu, biat kültürünün olduğu bir yerde serbest piyasa ekonomisi olmaz. Nas ve Ensar anlayışıyla sorunlara çözüm üretilemez. Yasakçı ve müdahaleci anlayışın terk edilmesi gerekiyor. O da bu zihniyetle mümkün değil” diyen Şatıroğlu, Türkiye’nin yalnızca döviz ve yatırımları değil, çok değerli insan sermayesini de kaybetmekte olduğu uyarısında bulundu.
Eğitim sisteminin ancak zenginlerin okuyabileceği bir noktaya geldiği eleştirisini dile getiren Şatıroğlu, tespitlerini ve gençlere tavsiyelerini şöyle aktardı:
“Diyelim bir çocuk çalıştı çok başarılı oldu, Alman Lisesi’ne, Robert Koleji’ne girmeye hak kazandı. Alım gücüyle karşılaştırıldığında artık çok pahalıya gelen okul paraları nasıl ödenecek? Sonra üniversite var. Bir dönem Türkiye’nin en iyi üniversitesi olan Boğaziçi’ni ne hale getirdikleri belli. Gençler Koç ya da Sabancı Üniversitesi’ne mi gitsin? O masraflar nasıl ödenecek? Hadi diyelim mezun oldu. İş bulabilecek mi? Ne kadar maaş alabilecek? Benim gençlere önerim: Finansal okur yazarlığı, yatırımcılığı öğrenin. Sosyal medyayı eğlence olarak değil, kendinizi geliştirmek, yetkinliklerinizi paylaşmak, CV’nizde buna yer vermek için kullanın. Yapay zeka büyük bir rönesans olacak dünyada, o işlere yatırım yapın, kendinizi kurtarmaya çalışın.”
“Beyin göçü bir milli güvenlik sorunu”
Sadece yatırımlar değil, nitelikli insan gücü de son yıllarda Türkiye’den ayrılıyor. Prof. Dr. M. Murat Erdoğan, “Türkiye’nin en büyük milli güvenlik sorunlarının başında beyin göçü yer alıyor” diye uyarıyor.
Ankara Üniversitesi SBF Mülkiye Göç Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. M. Murat Erdoğan, “Türkiye’nin aldığı düzensiz göç ve iltica, düzenli göç gibi ülke kalkınmasına katkı sunabilecek nitelikte değil. Verdiği göç ise ne yazık ki en niteliklilerin göçü” dedi.
Göç uzmanı, “Türkiye’nin petrolü, doğal gazı yok. Türkiye Cumhuriyeti bugüne gelebilmişse, ekonomisi ve sanayisi ile bölgesinde bir güç olabilmişse, bunu eğitimle, doğru insanların doğru yerlerde istihdam edilmesiyle başarabildi. Yıllarca emek verip yetiştirdiğiniz, çok nitelikli insanlarımız gidiyor. Yapay zekanın, mühendisliğin, teknolojinin egemen olacağı dünyada, bu kopuşun ülkenin geride kalma riskini daha da artırma riski çok yüksek” diye konuştu.
“En etkili faktör liyakattaki kırılma”
Batı’da da aslında daha iyi kariyer ya da daha yüksek gelir gibi nedenlerden ötürü göç son derece yaygın. Ancak M. Murat Erdoğan, nitelikli insanların Türkiye’de aldıkları maaştan daha azını almaya razı olarak ülkeden ayrıldıklarına dikkat çekiyor, bunun nedenlerini şöyle sıralıyor:
“Beyin göçü engellenemez ama itici faktörleri azaltarak makul seviyeye çekmek bizim elimizde. Hukuk sistemi ve insan haklarındaki erozyon, insanların kendilerini güvende hissetmemesine, aslında onları koruması gereken devletin onları korumayacağını düşünmesine, başlarına bir şeyler gelmesinden korkmaya başlamasına yol açtı. En önemlisi ise liyakattaki kırılma. ‘En iyi okullarda da okusam, çok başarılı da olsam, arkamda siyasi bir güç olmadan bir yere gelemem, gelsem de başıma öyle birini atarlar ki elim kolum bağlanır’ diye düşünüyorlar. Ne yazık bazı siyasiler bu nitelikli insanları Türkiye’nin zenginliği olarak değil, kendilerine rakip, bir tehdit olarak görüyor, ‘Giderlerse gitsinler’ gibi açıklamalar yapılabiliyorlar. Bu da daha büyük umutsuzluğa yol açıyor…”
Göç politikalarının yol açtığı güvenlik riskleri
M. Murat Erdoğan, nitelikli insanlarını kaybeden Türkiye’de aynı zamanda mülteciler ve düzensiz göçmen sayısının artmasının da ciddi riskleri beraberinde getirdiğine, bunun toplumda başta seküler yaşam biçimi, güvenlik ve demografik dönüşüm konusunda tedirginliğe yol açtığına dikkat çekiyor.
“Suriyelilerin gönüllü olarak geri dönmeleri Türk toplumu tarafından çok arzulansa da gerçekleşecek gibi görünmüyor” diyen göç uzmanı, Türkiye’de doğan Suriyeli bebek sayısının 950 bini, 18 yaşın altındaki Suriyeli genç sayısının da 1 milyon 500 bini bulduğu bilgisini paylaştı.
Türk devletinin toplumun kaygılarını ciddiye alarak bu konuda nasıl politikalar geliştirildiğine dair doğru ve güvenilir bilgiler vermesi ve uyum politikalarını da ertelememesi gerektiğini vurgulayan M. Murat Erdoğan, “Uyum politikalarının, dünyanın her yerinde olduğu gibi, Suriyeliler için değil, Türk toplumunun huzuru ve refahı için yapılacağının anlatılması gerekiyor. Toplumun makul kaygılarının devlet tarafından ciddiye alınmaması, popülist politikacılara alan açıyor” dedi.
Türkiye bu süreci iyi yönetemez ise iki taraflı radikalleşme sorunu ile karşı karşıya kalınabileceği uyarısında bulunan göç uzmanı, ihmal edilen bir başka noktaya da dikkat çekti:
“Çok ihmal edilen bir konu da Türkiye’de Suriyeli gençlerin içinde gelişen yeni kimlikler ve milliyetçilik akımları. Böyle bir gelişim, ırk temelli çatışma risklerini daha da artırır. Ayrıca Gazze savaşı, İslamcı hareketleri daha keskin hale getirecektir. İsrail, Gazze’de insan haklarına aykırı, akıl almaz uygulamaları ile aynı zamanda her ülkenin güvenliğini de sabote ediyor. Yaşanan otorite boşluğu ve parçalanma Suriye’nin kronik bir terör bölgesine dönmesi riski büyük. Bu durum en fazla milyonlarca mülteci ve düzensiz göçmene ev sahipliği yapan Türkiye’yi olumsuz etkiler. Başka IŞİD’ler, başka El Kaide’ler ortaya çıkabilir. Türk toplumunun kaygıları sömürülebilir, ama kaygıların temelsiz olmadığı ve ırkçılığa savrulmadan nasıl mücadele edeceğimizin topluma anlatılması gerekiyor.”