Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren yönetmeliğe göre iki yıl işlenmeyen tarım arazileri tarımsal amaçlı kullanılmak üzere kiraya verilecek. Çiftçi eylemlerinin ülke geneline yayıldığı bir dönemde çıkarılan yönetmelik, ‘küçük çiftçiliğin sonu’ olarak yorumlandı. Yüksek maliyetler nedeniyle borçlanarak üretim yapmaya devam eden, hasat zamanında ise maliyetlerin altında fiyatlarla zararına ürün satmaya zorlanan çiftçiler, bu yönetmelik ile arazilerine el koyulması tehdidi ile karşı karşıya kaldı.
Ülkede yaklaşık 2 milyon hektar tarım arazisinin atıl durumda olduğu tahmin ediliyor. Eski Bakan Bekir Pakdemirli, bir açıklamasında bu 2 milyon hektarın tarıma kazandırıldığı takdirde yıllık ortalama 13 milyar liralık bir gelir artışı sağlamanın mümkün olduğunu açıklamıştı.
Ancak tarım arazileri son yıllarda ekilmemesinin temel nedeni girdi fiyatlarındaki artışlara karşı, ürün fiyatlarının yetersiz kalması olarak görülüyor. Yönetmelikle birlikte üreticilerin endişeleri büyürken BirGün‘den Havva Gümüşkaya ülke tarımının geleceğini ve tehlikeleri Tarım Ekonomisti Tayfun Özkaya’ya sordu. Özkaya, uygulama ile uluslararası büyük şirketlerin hegemonyasının artacağını belirtti
İki yıl işlenmeyen tarım arazilerinin kiraya verilmesi kararı Türkiye için ne tür tehlikeleri barındırıyor? Üretimin önündeki engelleri kaldırabilecek bir uygula mı?
Küçük ve orta çiftçilerin elindeki toprakların yerli ve yabancı kökenli şirketlerin veya güçlü zenginlerin eline geçmesi tehlikesi söz konusu. Bir bölgedeki bütün işlenmeyen toprakların bir şirket tarafından kiralanması durumunda kiralayanın yapacağı bazı uygulamalarla buradaki bütün çiftçiler topraklarını satmak zorunda kalabilecektir.
Şirketler kısa vadeli düşünecekleri için toprağı, suyu, ürünleri kirletecek endüstriyel tarım sistemini sonuna kadar uygulayacaklardır. Yoğun tarım ilacı, kimyasal gübreler, tek tip tohum, aşırı su, ağır makineler kullanacaklardır.
Emek konusunda tek kanal olacaklarından tarım işçisi ücretlerini de düşürebileceklerdir. Bu şirketler devletten de destek almada daha etkili olabilirler. Belli ürünleri satın alan ve işleyen yabancı veya yerli kökenli şirketlerin bu toprakları ele geçirmesi durumunda çiftçi kendi toprağında ırgat olacak ve bu ürünler üzerindeki şirketlerin hegemonyası daha da artacaktır. Ulusaşırı büyük şirketler uzun vadeli stratejileri ile ilgilendikleri ürünlerde yerli şirketlerden de daha büyük bir hegemonya oluşturabilirler.
Kısa vadede işlenmeyen toprakların sorunu kimyasal gübre, tarım ilacı, mazot, sanayi yemi gibi endüstriyel girdilerin aşırı pahalılaşması ve çiftçi eline geçen ürün fiyatlarının düşük olmasıdır. Bu nedenle kiralanan arazilerde kısa vadede bir üretim artışı bekleyemeyiz.
Küçük çiftçiliği ne bekliyor?
Orta ve uzun vadede küçük çiftçiler ellerindeki toprakları yitirme tehlikesi içindeler. Tarım işçisi olacaklar veya bu defa kendi topraklarını kiralayarak belli şirketlere sözleşmeli tarım bağlantısı kuracaklardır.
Ekilmeyen arazilerin kiraya verilmesi bir başlangıç uygulaması olabilir mi? Devamında nasıl bir adım gelebilir?
Kanunda kiralama işlemlerini şirketlerin de yapabileceği yazmaktaydı. Yönetmelikte bu görülmedi. Harita konusundaki şirketler kanunla yakından ilgilidir. Yönetmelik ileride değiştirilebilir ve bu tür şirketlere görev verilebilir.
Bu şirketler büyük gıda şirketleri için operasyon yaparak belli bölgeleri kapatabileceklerdir. Aynı kanunda sözleşmeli tarımın bazı ürünlerde zorunlu olması, üretim planlaması etiketi altında çiftçiye belli ürünleri ekmesinin dikte edilmesi söz konusudur.
Üretim planlaması genellikle aydınlarımızca olumlu karşılanmakta. Ancak bu planlama belli şirketler lehine ve endüstriyel tarımı derinleştirecek tarzda yürüyecektir. Ayrıca agroekolojik açıdan örneğin buğday üretiminin çok verimli olmadığı bir bölgede çiftçiler kısıtlı bir şekilde değerli yerel buğdayları üretmek, malç veya saman olarak kullanmak, nöbetleşme yapmak gibi çok değişik amaçlarla buğday yetiştirebilirler. Merkezi bir oterite bu amaçları anlayamaz… Şüphesiz tarımda planlama gereklidir. Ama böyle değil.
Katılımcı, çiftçileri de planlamaya katan, biyoçeşitliliğe saygı gösteren bir planlama ancak yararlı olacaktır.
Neoliberal tarım politikaları çiftçilerin elindeki toprakların giderek büyük şirketlerin eline geçtiğini gösteriyor. ABD’de bir yandan buğday, mısır, soya, pirinç gibi ürünleri eken büyük topraklarda endüstriyel tarım yapan şirketler yoğunlaşırken, diğer yandan agroekoloji ilkelerine uyan, sebze, meyve üretiminde yoğunlaşan, doğrudan tüketiciye ulaşan çiftçiler ortaya çıkmaktadır. İkili bir yapı oluşmakta.
Neoliberal tarım politikaları büyük şirketlere dayalı tarımın daha başarılı olacağı düşüncesinde. Bu tarım sistemi eşitsizlikleri arttırmakta, tarım topraklarının, suların tahrip olmasına, ürünlerin toksik hale gelmesine yol açmakta, küresel iklim değişikliğini arttırmaktadır.
Peki, tarımın kârlı hale gelebilmesi ve tüketicilerin temiz gıdaya erişimini kolaylaştırmak için çözüm ne olmalıdır?
Çözüm gıda egemenliğine ve agroekolojiye dayalı bir politikayı seçmektir. Uygulanan tarım politikası ülkeyi tarım ürünleri ithalatına mahkûm ediyor. Ülkemiz, çiftçilerimiz ve tüketicilerimiz için yararlı olacak tarım politikalarını uygulayabilmeliyiz. Endüstriyel tarım çıkmaz yolda. Agroekolojide mazot kullanımı anıza ekim sayesinde düşecek, toprakta su daha iyi tutulacak, toprağın organik maddesi artacaktır. Biyoçeşitlilikle tarım ilaçlarını kullanmaya gerek kalmayacak, hayvan beslemede meralara daha önem verileceğinden yem maliyeti düşecektir. Bunlar bir yılda gerçekleşmeyebilir. Ama endüstriyel tarım ile her yıl biraz daha batacağız. Sadece geçiş aşamasında taktik olarak endüstriyel girdilerin bir süre desteklenmesi düşünülebilir. Mazottan, yemden vergilerin kaldırılması gibi. Ancak en başından itibaren agroekolojik uygulamalar desteklenmeli, tanıtılmalıdır.
Gerek tarımsal kooperatifler gerekse de ekolojik ilkeleri takip eden tüketim kooperatifleri, gıda grupları, ekolojik köylü pazarları desteklenerek ürünlerin çiftçiden en kısa yol ile tüketicilere ulaştırılması sağlanırsa, çiftçilerin eline daha iyi bir fiyat geçerken tüketiciler de daha ucuza, temiz ve besleyici gıdalara kavuşacaklardır. Tarım ve Orman Bakanlığı şirket tarımı ve endüstriyel tarımı desteklemektedir. Agroekolojiyi yaymak konusunda elde sadece kooperatifler, gıda grupları ve belediyeler bulunmaktadır. Belediyeler popülist olmayı tercih ederek agroekolojiye sırtlarını dönerlerse fazla bir yol alamayacaklarını göreceklerdir. Endüstriyel tarım girdilerini ucuzlatmak sadece kısa vadede taktik bir uygulama olabilir. Uzun vadede tarımsal kaynakları yok ettiği gibi üstlenilecek mali yük de belediyelerin kaldıramayacağı kadar ağır olacaktır. Agroekolojik tarım organik tarıma indirgenemez. Herkes için temiz ve uygun fiyatlarla üretim yapmak mümkündür. Agroekolojide verim sorunu yoktur. Sadece geçiş aşamasında bazı sorunlar çıkabilir.