Adem Yavuz Arslan’ın TR724’te yayımlanan ‘Türkiye bunu başarabilirse’ başlıklı yazısı şöyle;
Zaman Gazetesi’nin son genel yayın yönetmeni Abdulhamit Bilici, ABD Kongresi İnsan Hakları Komitesi’nde Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerini anlatırken aklımda dönüp duran bir soru vardı: “Türkiye bu seviyeye ne zaman gelecek?”
Kastım ABD Kongresi’nin komisyonlar aracılığıyla yürüttüğü etkili denetim mekanizmaları değil. Keşke Türkiye’de bir gün o seviyeye gelse ama Erdoğan rejimi herşeyi olduğu gibi TBMM’yi de işlevsizleştirip içini boşalttı.
Dikkat çekmek istediğim yer meslektaşım Abduhamit Bilici’nin sunumundaki bir bölüm. Bilici, Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlalleri ve Erdoğan rejiminin hukuksuzluklarını anlatırken ‘mahalle ayrımı yapmadan’ tüm mağdurları gündeme getirdi.
Hidayet Karaca’dan öğrencilere ekmek verdiği için tutuklanan 78 yaşındaki Nihat Toktar’a, Selahattin Demirtaş’tan Can Atalay’a her kesimden mağdurları örnekleriyle anlatan Bilici, aslında bir kaç dakikada Türkiye’nin ihtiyacı olan formülü de göstermiş oldu.
Eğer Erdoğan rejimi mağdurları ‘mahallecilik’ yapmaz, mazlumların kimliğini sormaz, herkesin hakkını kendi hakkı gibi savunabilirse sorun zaten büyük oranda çözülmüş olacak. Malesef Bilici’nin gösterdiği olgunluğu başta gazeteci meslektaşlar ve siyasiler göstermiyorlar. Herkes kendi mağduruna ağlıyor.
Dahası ve en kötüsü ise kendi mağduriyeti için isyan edenler, kendi mahallelerinden olmayan toplum kesimlerini rejimin diliyle suçlamaktan da geri durmuyorlar. Düşünün Selahattin Demirtaş bile ki neden hapiste olduğunu herkesten çok kendisi biliyor, rejim söylemleriyle ‘fetö’ sakızını çiğneyebiliyor. Can Atalay da benzeri bir talihsizliğe imza attı.
Gazeteciler ise mahalleciliğin, kabileciliğin en pespaye örneklerini sergiliyorlar. Sözüm ona muhalif olan bu meslektaşlar cezaevindeki gazetecileri sayarken ya da rejim mağdurlarından bahsederken sadece kendi mahallesinden örnekleri veriyorlar. Hatta rejimin ‘onlar gazeteci değil terörist’ söylemini pervasızca tekrar edebiliyorlar.
Bugüne kadar sayısız toplantı, panel ya da televizyon programı izledim. Hiçbirinde dün Abdulhamit Bilici’nin gösterdiği demokratik olgunluk yoktu. İstisna bir iki kişi dışında kimse mağdurun kimliğine bakmadan hak savunculuğu yapamadı, yapamıyor.
Oysa ki zalime karşı mahalle ayrımı yapmadan bir araya gelmenin ne kadar etkili olduğunu daha geçen hafta Van örneği ile tecrübe ettik. Yerel seçimlerde tarihi bir tokat yiyen Erdoğan Van’da yeni bir oldu bitti ile halk iradesini çalmaya çalıştı. YSK eliyle halka ve DEM Parti’ye tuzak kurdular.
Ancak toplumun herkesimi olması gerektiği gibi omuz omuza verip bu oldu bitti ye karşı ayağa kalkınca Saray ve aparatları geri adım atmak zorunda kaldı. Türkiye bu refleksi başka durumlar da da gösterebilirse emin olun herşey çok farklı olacak.
Dünkü toplantıya geri dönersek; ben toplantıyı çok önemsedim. Çünkü İnsan Hakları Komisyonu ABD Kongresi’nin en önemli, en popüler komisyonlarından.
Toplantılar canlı yayınlanıyor ve sunumlar ABD Kongre kayıtlarına giriyor. Yani dünkü oturumda Abdulhamit Bilici ve Enes Kanter’in anlattıkları, paylaştıkları görseller ve gösterdikleri videolar tarihe geçti. Bu yönüyle çok değerli.
Hem Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgede yaşanan gelişmeler hem de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın uzun yıllar sonra Washintgon DC’ye yapacağı resmi ziyaret sebebiyle ilgi büyüktü. Salonda yer kalmadığı gibi canlı yayında komisyonun bugüne kadar en çok izlenen toplantısı oldu.
Erdoğan ve rejim aparatlarının icraatlarını anlatmak için iki saat yetmedi. Açıkçası tüm gün sürse de yetmezdi. Ama gerek Enes Kanter gerekse de Abdulhamit Bilici’nin anlattıkları ABD’li siyasileri fazlasıyla etkiledi. Çünkü ‘tanık’ olarak konuşan Bilici ve Kanter’in anlattıkları şahsi tecrübelerine dayanıyor. Ayrıca anlattıkları olaylar tarihin tozlu sayfalarından değil. Hali hazırda süren, güncel ve yaygın bir sorun.
Mesela Bilici’nin daha dün tutuklanan fırıncı Nihat Amca’yı anlattığı anlarda ABD’li siyasiler kulaklarına inanamadılar. Düşünsenize, 78 yaşındaki bir esnaf ihtiyaç sahibi öğrencilere ekmek verdiği için ‘terörizm’ suçlamasıyla tutuklanıyordu. Kongre üyesi Chriss Smith, yaşananları ‘zalimlik’ olarak tanımladı.
Panel sonrası kişisel hikayemi anlattığım ABD’li milletvekilinin şaşkınlığı görülmeye değerdi. Bu arada toplantı salonuna giderken ya da program sonrası ayrılırken onlarca tanıdık simaya rastladım.
ABD Kongresi’nde ‘Hill Day’ denen bir gelenek var. Ülkenin dört bir yanından gelen seçmenler veya lobi grupları kendilerini temsil eden siyasilerle buluşup dertlerini anlatıyorlar.
Yani öğrencilere ekmek verdiği için tutuklanan 78 yaşındaki Nihat Toktar veya hücrede 9. yılını bitiren Hidayet Karaca’nın yaşadığı mağduriyet sadece İnsan Hakları Komisyonu toplantı salonunda gündeme gelmedi.
Son olarak şunu da not etmekte fayda görüyorum: Hapiste işkence görmüş, hamile eşiyle Meriç’ten geçmiş, çocuğu komşu bir ülke de doğmuş nihayetinde Amerika’ya yerleşmiş bir mağdurun anlattıkları lobi şirketlerinin milyonlarca dolarlık sunumlarından daha etkili oluyor.