Hukuk mücadelesini sürdüren Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş, Sözcü TV’den İpek Özbey’in sorularını cevapladı.
İddianame hazırlama süresinin uzaması ve sık sık savcı değiştirilmesine tepki gösteren Ayşe Ateş, “Evet var. Büyük tedirginliğimiz var. Bu kadar sessizlik, iddianamenin bu kadar uzamış olması. uzatılmış olması. Aklımızda acaba deliller karartılacak mı?” sorularının geldiğini kaydetti.
Nihayetinde ülke ocakları genel başkanlığı yapmış biri var, eşiniz. Ve belli ki siz aynı zamanda çok tehdit alıyorsunuz. Ne tür tehditler bunlar ve niye tehdit ediliyorsunuz?
– Niye Sinan’ı tehdit edenlere sormak lazım. Niye Sinan’ı tehdit olarak gördüler kendilerine? Niye bu kadar nefret ettiler? Niye bu kadar ötekileştirdiler? Niye bu kadar yapının dışına itmeye çalıştılar? Görevi bıraktığı günden beri sistematik olarak, düzenli olarak itibarsızlaştırma politikası Ülke Ocakları mensupları tarafından, yöneticileri tarafından. Zaten bu konuda suç duyurusu da var. Tehditler sürekli, hakaretler, işte ‘f…’cülükle suçlandığı, hırsızlıkla suçlandığı vs. bir sürü tamamen gerçek dışı hiçbir şekilde hiçbirisi ispatlanamamış iftiralar ve tehditlerle birlikte yaşadık biz görevi bıraktığından beri.
Birinin ya da birilerinin ayağına mı bastı Sinan Ateş?
– Şimdi güçlü bir karakterdi, güçlü bir figürdü. Sevilen bir figürdü. İnsanları seviyordu yani. Çok iyi bir insandı gerçekten. Çok temizdi. Mütevazıydı, dürüsttü. Çalmıyordu, çırpmıyordu elinde. Elini defalarca, çok çok imkan geçti yani. Az buçuk tahmin edersiniz. İstese çok milyoner de olurdu, çok zengin de olurdu. Çok bizim umurumuzda değildi. Biz huzurlu, mutlu bir hayat yaşamak istedik. Özellikle ben. Hiç şey yapmıyordum. O da öyleydi.
Okuyan, yazan bir adam. Kitleleri arkasından sürükleyebilen bir adam. Bu kadar çok sevilen bir adam. Ve maalesef zaafı yok. Maalesef açığı yok birileri için.
Bu maalesef. Yani herhalde kendilerini rakip mi gördüler, tehlike mi gördüler? Bir gün bir şey olursa bizim önümüzü keser mi dediler artık? Bunu siz nasıl yorumlarsanız yorumlayın.
Sinan Ateş bir ülkücüydü, siz de hep bir ülkücüsünüz. İnandığı şeyden, ülkücülükten, ideolojisinden şüpheye düştü mü o tehdit dönemlerinde özellikle? Ben buna mı inanmışım? İşte benim etrafımda böyle insanlar mı varmış?
– Tabii ki de yani biz bunların içerisinde nasıl yaşadık, nasıl oldu? Bu insanlar nasıl bu kadar kötü olabildiler? Nasıl bu iftiraları atıyorlar? Sanki o daha önce Ülkü Öcakları Genel Başkanı değilmiş, o gruba dahil değilmiş, mensup değilmiş de can düşmanlarıymış gibi nasıl davranabiliyorlar diye bunun üzüntüsünü, kırgınlığını tabii ki de çok yaşadı.
Hayali neydi? Mesela bir siyasi partinin başına geçmek istiyor muydu?
– Ya olursa olur ama hani ille şu olacağım şekli bir hayali yoktu. Yani iyi bir hoca olmak istiyordu. Profesör olmak istiyordu mesela. Dünyayı gezmek istiyorduk beraber. Kızlarımızla. Nereye gitmek istiyordunuz? Bütün dünyayı dolaşmak istiyorduk. İlk fırsatta. Torunlarımızı sevmek istiyorduk. Birlikte yaşlanmak istiyorduk.
Hayallerimiz bunlardı aslında. Çok da maddi, büyük hayallerimiz yoktu. Veya bir koltuk kaygısı yoktu. İsteseydi, inanın elde ederdi. O güce sahipti.
Benim özellikle kitabınızı okuduğumda en etkilendiğim ifadelerinizden başında şu geliyordu. ”Sevgilim cennet böyle mi kokuyor?” diye sesleniyordunuz Sinan Ateş’e. Bir kokuyu tarif etmek zordur biliyorum. Hatta bazen imkansız ama yine de bunu isteyeceğim sizden. O cennet kokusunu tarif edin desem ne dersiniz?
– O bizim kızlarla oturup böyle bazen birlikte ağladığımız zamanlar oluyor. Bazen de oturup onunla birlikte yaşadığımız güzel şeyleri paylaşıyoruz, konuşuyoruz. Yani üzerine örtmüyorum ben hiçbir şeyimi. Biz hep yüzleştik. Hiçbir şeyi ertelemedik, ötelemedik.
Belki ideolojini kendisine değil ama o ideolojiyi taşıyan insanlara karşı bir hayal kırıklığınız var mı?
– Aynı ideolojiyi taşıyan insanlara da var. Bence insan olup da ben insanım deyip de kendine bu sıfatı layık görüp de bu işe ses çıkarmamak, işte bilip de biliyoruz bilenlerin hiçbir şekilde hiçbir şey dememesi, sonrasında sanki hiçbir şey olmamış gibi bir insan öldürüldü. Yani bir, ne bileyim, hiçbir şey olmamış gibi davranmış olmaları. Çok kırdı, çok incitti ama geldiğim noktada, şu an geldiğim noktada, artık insan bir süre sonra yaşayarak şu noktaya geliyorsunuz, hiç kimseye hiçbir şey beklememe. Sadece olması gereken olsun.
Sadece işte suçlular, adalet yerini bulsun. Ben şu anda gerçekten hiç kimseden hiçbir şey, ne başsağlığı, ne rahmet, ne merhamet, hiçbir şey beklememiş, bir beklentimi yok.
Adalet yerini bulacak mı sizce?
– Ben inanıyorum bulacağına.
Şöyle bir cümlede var ya, geç gelen adalet, adalet değil.
– Bir tarafı eksik kalacak, o ayrı. Bakın, kayınpederim vefat etti mesela. O adaleti beklerken vefat etti yani. Eksile eksile geliyor. Ama bir taraftan benim için şu çok önemli, kızlarıma, babanızın katilleri yakalandı cezaevinde diyebilmek, çocuklarımın korkmadan uyumaya başlaması.
Çocuklarınız korkuyor mu Ayşe Hanım?
– Özellikle küçük kızım. Çok, aşırı derecede korkuyor. Mesela arabaya bindiğimizde ilk söylediği şey, anne kapıları kilitli. Camın kenarına geçemiyor mesela geceleri. Karanlıkta işte koridora, mutfağa gidip su alıp içemiyor. Dedesi vefat ettiğinde ilk söylediği şey, ”Anne sen de ölecek misin?”.
Öfkeli mi çocuklar?
İlk başta çok öfkelilerdi. Şimdi biraz daha. Sakinleştiler. Birazcık belki kabullendiler ama biraz da belki de bana yansıtmıyorlar. Çünkü benim üzülmemi hiç istemiyorlar. Gerçekten. Böyle radar gibi takip ediyorlar yani.
Siz korkuyor musunuz?
– Yani İpek Hanım şöyle bir durum var. Şimdi Sinan’a güpe gündüz, gündüzün ortasında işte Ankara’nın en işlek, siyasetçilerin, bürokratların en çok bulunduğu AK Parti Genel Merkezi’nde birkaç kilometre mesafede herkesin ortasında, sokak ortasında öldürdüler. Nasıl bir cesaret, nasıl bir güven duygusu, nereden alınan güven duygusu? Bu kadar kendilerine güveniyorlarsa, bu kadar cesurlarsa bunu yapmak için ben bu insanlardan her kötülüğü beklerim. Bunun vermiş olduğu korku elbette var.
Koruma verdiler mi?
– Yok, hayır yok. Benim korumam yok.
Ve hep konuşmak istediğimde herkes bir durun bir iddianame çıksın, bir durun bir iddianame çıksın diyordu. Ama çıkmıyor iddianame. Size ne diyor bu olay?
-Yani tabii ki tedirginliklerimiz var. İşte en baştan beri süre gelen sürekli yapılan savcı değişiklikleri. Mesela davaya bakan savcı görevden alındı, getirildi, izne ayrıldı vs. vs. Bunlar bizim çok kafamızı karıştırdı.
Ne oluyor? Ne bitiyor? Dosya gizli. İnanın bizde de bir şey yok yani. Sizin bildiğiniz kadar.
– Biz de o kadarını biliyoruz. Bizimle hiç kimse hiçbir şey paylaşmıyor. Dosya gizli diyerek. Oradan buradan duyduklarımızı da çok dikkate almıyoruz açıkçası. Ben biraz da gerçekçi bir insanım. Somut olarak bir şeylerin önüme konulmasını istiyorum. Eğer varsa somut olarak önümüze koysunlar. Veya işte birisi bir şey biliyorsa gitsin savcılığa anlatsın.
Dedikodularla bir yere varılmayacağını düşünüyorum ama bizimle de paylaşılan hiçbir şey yok. Tedirginliğimiz var mı?
– Evet var. Büyük tedirginliğimiz var. Bu kadar sessizlik, iddianamenin bu kadar uzamış olması. uzatılmış olması. Aklımızda acaba deliller karartılacak mı?
Şüphesini mesela uyandırıyor. Mesela işte Serdar Öktem hastalanıp hastaneye gittiğinde üst düzey yöneticilerle bir siyasi partinin görüştüğü iddiası var. Bunlar bizi tabii ki duyduğumuz zaman tedirgin ediyor. O Serdar Öktem’in mesela kilit isim bu davada. Telefondaki şifre kırılamıyor efendim. O şifre kırılıp da o bilgiler, işte telefondaki kayıtlar vesaireler bir türlü alınamıyor ne hikmetse. İşte bunlar bizi tedirgin eden şeyler.
‘BİR SESSİZLİK VE SESSİZLİK SESSİZ KALANI ZAN ALTINDA BIRAKIYOR’
– Bir camia var ve aslında Sinan Ateş Bey’in içinden çıktığı camia. Bir sessizlik var ve sessizlik sessiz kalanı da zan altında bırakıyor. Bir yandan adaleti bekleyeni çıldırtan bir sessizlik bu. Musa Amca, kayınpederiniz Sinan Ateş’in Babası vefat etti geçtiğimiz haftalarda. Öncelikle başınız sağ olsun.
Hiç unutmuyorum evladının arkasından yazdıklarını. Buradan seyircilerimizle paylaşalım istiyorum. Diyor ki Musa Amca, ben devletimiz için gazi oldum. Ülke Ocakları Genel Başkanı’na kim, hangi cesaretle şehit edebilir? Ülkücüler buna nasıl sessiz kalabilir?
Peki devletimiz nerede? Neden Sinan’ı vurdurtanlar tutuklanmıyor? Bu kadar insanı bir torbacının bir araya getirdiğine devletiniz inanıyor mu? diyor Musa Amca. Bunlar aslında hepimizin cevabını bildiği sorular mı sizce?
– Aslında bu sorunun muhatabı aslında ben değilim. Niye sessiz kalınıyor? Niye hiçbir şey söylenmiyor? Bu soruları ben de sordum. Ama yasak sorular gibi zaten bunlar Ayşe Hanım.
Cumhurbaşkanımıza seslendim basın açıklamamda. Ben artık bu yükü taşıyamıyorum. Gerçekten omuzlarımda çok ağır bir yük var. Lütfen ben yanımda görmek, devletimi yanımda görmek istiyorum diye sordum ve seslendim. Ve henüz bir cevap alamadım.
Ama ben Sayın Cumhurbaşkanımızın bunu reva göreceğini düşünmüyorum yani. Mutlaka, mutlaka benim çağrıma cevap verecek. Ve benim beklediğim cevabı vereceğine inanıyorum. Bu vebalin altına hiç gireceğini düşünmüyorum yani.
Aile olarak yardımı neden Sayın Cumhurbaşkanı’ndan bekliyorsunuz?
– Evet, benim muhatabım o. MHP beklemiyorsunuz. Hayır, ben onlardan hiçbir şey beklemiyorum. Hiçbir cevap da beklemiyorum. Hiçbir şey beklemiyorum.
Benim muhatabım Sayın Cumhurbaşkanım. Kendisi yönetiyor, şahsı yönetiyor ve ben onun iradesiyle olması gerekenlerin, yapılması gerekenlerin görevini yapacağını, olması gerekenlerin olacağını, adaletin yerini bulacağını düşünüyorum.
Bir kesim bu kadar insanı bir torbacının bir araya getirmesine inanılmasını istiyor. Siz hiç inandınız mı?
– Bir kesim maalesef öyle. Aklı kiraya verilmiş mi diyeyim ona, uyuşmuş mu? Kendilerince. Olmaz mı? Olamaz.Mümkün mü böyle bir şey? Mümkün değil. Akıl dışı. Sokaktan geçen çocuğu çevirseniz, sorsanız böyle bir şey olur mu diye 8–10 yaşındaki çocuk bile güler yani. Güler yani.
İşin içinde işte efendim polisler getiriyor. Korumalık yaparak buraya, eskortluk yaparak. Katilleri. Ondan sonra burada eğitim alıyorlar. Profesyonel katil bunlar çok belli. Bu zaten şeyde de belli yani hani yanlışlıkla oldu falan filan demeye çalıştılar, öyle bir şey yok. Profesyonel katil bunlar. Gayet öldürme amaçlı ateş ediyorlar. Efendim, içinde işte siyasi uzantıları var. Bu siyasi bir cinayet, çok belli.
Ülkü Ocakları Genel Başkanını sokak ortasında güpegündüz öldürmeye kim cesaret eder, nasıl cesaret eder? Sorgulanması gereken aslında bu yani. Nasıl, bu cesaret nereden geliyor?
Şu anda tabii ki sizinle bir söyleşi yapıyoruz. Kamera önündesiniz. Verdiğiniz mesaj, söylediğiniz her söz son derece fazla tartışılacak. Dolayısıyla ben size göre katil, katiller kim diye sorsam elbette buna cevap vermeyeceksiniz. Ama evinizde oturduğunuzda, ailenizle birlikte siz katilin, katillerin kim olduğunu biliyor musunuz Ayşe Hanım?
– Bence herkes de var. Her şey gayet net ve ortada yani.Ama siz de söylemiyorsunuz. Ben de söylemiyorum ki. Bunu çünkü söyleyecek biliyor musunuz? Bunu bu devletin şerefli, namuslu, üstüne basarak söylüyorum, hakimleri, savcıları, polisleri görevini hakkıyla yerine getirecekler. Ben kimseden ayrıcalık beklemiyorum. Bir özellik beklemiyorum.
Benim yanımda bana yandaşlık yapmasını da beklemiyorum. Herkes hakkıyla görevini yerine getirsin. Namuslu, şerefli, dürüst bir şekilde. Ondan sonra onlar çıksın, onlar söylesinler. Ben kim olduklarını biliyorum.
Ama size somut olarak delileri ortaya koyamam. Ben cinayeti görmedim. Değil mi? Şahidi değilim. Nasıl diyebilirim ki şu yaptı? Diyemem. Bunu ortaya koyacak olan, o bağlantıları tespit edecek olan kurumlar var, kişiler var, şahıslar var. Hatta benim bildiklerimi, benim bilmediklerimi de onlar bulsunlar ve ortaya koysunlar. Benim isteğim bu.
Zaman zaman aslında çok konuşuldu. Özellikle uzmanlar, gazeteciler bu konu üzerinde çok durdular. Bir yıldır, bir yıl, üç aydır hatta bu konuşuluyor. Siyasetin, iktidarın, iktidar ortaklarının… Sinan Ateş cinayetinin aslında siyasetin bir tür konuşulmayan, yüksek sesle konuşulmayan pazarlık konusu olduğu düşünülüyor. Siz hiç böyle düşündünüz mü?
– Olmasın istiyorum, sanırım yapıyorlar gibi geliyor bana da. Ama olmasın istiyorum, yapmasınlar. Bir insanın hayatı, benim yavrularımın korkuları, hiç kimsenin siyasi pazarlık konusu olamaz olmamalı. Bu kadar basit olmamalı yani. İnsan hayatı ya.