Analiz / Ramazan Faruk Güzel (Eski Hakim)
Mansur Yavaş’ın “Silivri’yi kapatalım, özgür bir başlangıç yapalım” sözleri, Türkiye’nin son 20 yılda içine sürüklendiği adalet krizini ve cezaevlerindeki insan hakları ihlallerini bir kez daha gündeme taşıdı. Aslında bu söz, sadece bir cezaevinin kapatılmasını değil, hukuksuzluğun simgesi haline gelmiş bir düzenin sonlandırılmasını ifade ediyor. Ancak burada önemli bir soruyu da sormak gerekiyor:
Türkiye bu noktaya nasıl geldi? Ve bu süreçte kimler sessiz kalarak, “başka mahallenin derdi” diyerek bu zulmün büyümesine zemin hazırladı?
Silivri: Bir Cezaevi Değil, Bir Rejim Metaforu
Silivri Cezaevi, Türkiye’de siyasi tutsakların, muhaliflerin ve adalet talep edenlerin yıllardır en çok duyduğu, belki de en çok korktuğu isimlerden biri haline geldi. Son 10 yılda buraya gönderilenlerin büyük çoğunluğu, hukuksuz yargılamalarla, uydurma delillerle ya da sadece siyasi görüşleri nedeniyle mahkum edildi. Hukukun işlemesi gereken bir yerde, adalet yerine intikam kültürü hâkim oldu.
2010’lu yılların başında Ergenekon ve Balyoz davalarıyla sembolleşen Silivri, 15 Temmuz sonrası tamamen muhaliflerin ve iktidar karşıtlarının toplama kampına dönüştü. Gazeteciler, akademisyenler, avukatlar, öğrenciler, kadın hakları aktivistleri, Kürt siyasetçiler, Gülen Haraketi mensupları, solcular, sağcılar, dindarlar, sekülerler… Kısacası iktidarın çizgisinden çıkan herkes, bir şekilde Silivri’nin soğuk duvarlarıyla tanıştı.
Türkiye’deki cezaevleri sadece Silivri ile sınırlı değil. Ülkede yaklaşık 350 bin mahkûm ve tutuklu var ve bu rakam cezaevlerinin kapasitesini katbekat aşmış durumda. İşkence, kötü muamele, çıplak arama, keyfi disiplin cezaları ve cezaevindeki mahkumlara yönelik hukuk dışı uygulamalar sayısız raporla belgelendi. Ama ne yazık ki bunlara karşı toplumsal ve siyasi bir tepki hiçbir zaman yeterince güçlü olmadı.
Muhalefet Nerede Yanlış Yaptı?
Bugün Ekrem İmamoğlu’nun yargılanması ve Mansur Yavaş’ın Silivri çıkışı, aslında muhalefetin şimdiye kadar yapması gereken şeyi gecikmiş bir şekilde hayata geçirdiğini gösteriyor. Türkiye’de cezaevlerinde binlerce masum insan haksız yere tutulurken, bugüne kadar geniş çaplı bir muhalefet dayanışması oluşmadı. Herkes, kendisine dokunulmadığı sürece başkalarının yaşadığı zulme sessiz kaldı.
2016 sonrası KHK zulmüne uğrayan yüz binlerce insan, haksız yere hapse atılan gazeteciler, işkenceye uğrayan siyasetçiler, gözaltında kaybedilen insanlar, sadece kendi çevreleri içinde sahiplenildi. “Bizim mahalleden değil” diyerek başkalarının acılarına gözlerini kapatanlar, şimdi kendi kapılarına dayanan hukuksuzlukla yüzleşiyor. Oysa eğer 2016’da, 2017’de, 2018’de büyük bir toplumsal dayanışma ile bu hukuksuzluklara karşı çıkılsaydı, bugün Akın Gürlek gibi isimler yargıyı sopa gibi kullanmaya devam edemezdi.
Akın Gürlek, sadece bir isim değil, bir sistemin sembollerindendir… Onun gibi yargıyı siyasallaştıran figürler, ancak güçlü bir muhalefet ve halk dayanışması ile etkisiz hale getirilebilir. Ama bugüne kadar her haksızlık münferit bir olay gibi algılandı. Bugün Ekrem İmamoğlu yargılanırken verilen toplumsal tepki, keşke yıllar önce Ahmet Altan, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş veya KHK mağdurları için de verilseydi.
Normalleşme Güçlü Bir Hesaplaşmayla Mümkün
Mansur Yavaş’ın “Silivri’yi kapatalım” çağrısı, bir dönemin kapatılması anlamına geliyor. Ancak bu, sadece fiziki olarak bir cezaevinin kapatılmasıyla olmaz. Gerçek normalleşme, hukuksuz yargılamaların iptali, siyasi mahkumların serbest bırakılması ve yargının bağımsız hale getirilmesiyle mümkün olur.
Muhalefet artık şu gerçeği görmeli: Eğer adaleti savunuyorsanız, sadece size yakın olanlar için değil, herkes için savunmalısınız. Hukuksuzluğa uğrayan herkesin yanında durmalısınız. Çünkü bugün başkasına yapılan hukuksuzluk, yarın size de dönecektir.
Ekrem İmamoğlu’nun söylediği gibi, “Bu israf ve yağma düzeni, sadece hukuku değil, emekçinin ekmeğini, gençlerin umudunu da çalıyor.” Türkiye’nin gerçekten özgür bir ülke olabilmesi için öncelikle adaletsizliği ve hukuksuzluğu sistematik bir şekilde ortadan kaldırmak gerekiyor. Silivri’nin kapatılması, ancak güçlü bir demokrasi ve adalet anlayışıyla mümkün olabilir. Bu kez gerçekten bir daha geri dönmemek üzere…
Bu sürecin mağdurlarından, KHK’lı Askeri Hakim Dr. Cemil Çelik’in Silivri’ye dair X hesabından bir teklifi var, sözümü onun ifadeleri ile kapatıyorum:
“Silivri CİK’i kapayın, ayrıca Sincan CİK’i de kapayın. Yalnız bazı koğuşları müze haline getirin. Zaman zaman gidip hatıraları canlandıralım.”