Aktifhaber
  • GÜNDEM
  • ANALİZ
  • SİYASET
  • EKONOMİ
  • DÜNYA
  • ÖZEL HABER
  • 15 TEMMUZ
  • SPOR
  • İŞKENCE
  • MEDYA
  • MAGAZİN
  • DİĞER
    • EĞİTİM
    • KÜLTÜR & SANAT
    • SAĞLIK
    • TEKNOLOJİ
    • YAŞAM
No Result
View All Result
  • GÜNDEM
  • ANALİZ
  • SİYASET
  • EKONOMİ
  • DÜNYA
  • ÖZEL HABER
  • 15 TEMMUZ
  • SPOR
  • İŞKENCE
  • MEDYA
  • MAGAZİN
  • DİĞER
    • EĞİTİM
    • KÜLTÜR & SANAT
    • SAĞLIK
    • TEKNOLOJİ
    • YAŞAM
No Result
View All Result
Aktifhaber
No Result
View All Result

Sevinç: Ne işi var çoluk çocuğun musalla taşında, olacak iş mi; çok üzgünüm

by aktifhabercom
January 17, 2022
Sevinç: Ne işi var çoluk çocuğun musalla taşında, olacak iş mi; çok üzgünüm
5k
VIEWS
Share on FacebookShare on Twitter

“On altı yaşında bir çocuk yaşamına son verdi. On altı yaşında bir çocuk canına kıydı. On altı yaşında bir çocuk umudunu tümüyle kaybetti. On altı yaşında bir çocuk. ”


Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen ve 4 yıldır tutuklu yargılanan Nurettin Odabaşı’nın 16 yaşındaki oğlu Bahadır Odabaşı Diyarbakır’da yaşadığı sitenin apartman boşluğuna atlayarak yaşamına son verdi. KHK’li akademisyen Murat Sevinç, Diken’de, “Efendim, bu insanların hakkını savununca şunun bunun işine gelirmiş, saflıkmış, onlar sizi savunmazmış vs.” şeklinde akıl verenlere “Yahu, gidin işinize be!” diyerek Bahadır'(lar)ı yazdı.

Güzel yüzlü Bahadır Odabaşı için…


Bir uyarıyla başlamak istiyorum yazıya. On altı yaşında yaşamına son veren Bahadır Odabaşı’nın anısına kaleme alınan bu yazıyı, zihninde “Ama onlar fetö…” uyarısıyla okuyacak olan varsa, okumasın. Bu satırlar böylesi okur kitlesi için değil, boşa yormasınlar kendilerini.

Geçen hafta, Aysel Tuğluk için yazılıp söylenmemiş ne yazıp söyleyebilirim, durumun perişanlığını, Tuğluk’a çektirilenin boyutunu nasıl, hangi sözcüklerle anlatabilirim diye düşünürken, yirmi yaşında bir genç yaşamına son verdi, Enes için yazdım. Dün, bir diğer konu üzerine kafa yorarken bu kez on altı yaşında bir çocuk, Bahadır Odabaşı’nın canına kıydığını okudum. El kadar çocuklar, yazıya konu oluyor, adlarını hiç bilmememiz gereken çağlarında.

Üzülemiyor bu ülke, öyle görünüyor. Üzüntü samimi bir his, hayal kırıklığı istiyor, değer vermek istiyor, değer verdiği üzebilir insanı, demek ki bir hayali bir değeri olmalı insanın, toplumun, ülkenin, çoluk çocuğun ve yetişkinin; yoksa nasıl kırılacak, nasıl üzülecek, beklentisi olmayan, umudunu yitirmiş insan üzülür mü, toplum üzülür mü, ülke üzülür mü?

Beklenti için, birbirinin gözünü oyma isteği dışında ortak bir ideal gerekiyor, ortaklık, ortak olma, paylaşabilmek, benzer kaygıyı yaşamak, bir kayba birlikte üzülmek, ezilmek, utanmak, mahcup olmak… Bir iç dünyası var insanlığın, yalnızca bilgi ya da bilgisizlikle değil, vicdanı oluşturtan diğer unsurlarla örülmüş, onu sevk eden, onu durduran, onu şaşırtan, onu kızdıran, onu öfkelendirip sakinleştiren bir iç evren. Bu yüzden içimiz yanar, bu yüzden içten sevinip üzülür ve isteriz, bu yüzden içten içe hissederiz bazı şeyleri, bu yüzden içimiz dışımız birdir ya da değildir, bu yüzden kimi insan içlidir, bu yüzden bazen içimizden gelmez… 

On altı yaşında bir çocuk yaşamına son verdiğinde, bir an susup kendini dinlemeyi salık vermeli o ‘iç dünya’ her şeyden önce. İnsan utanmalı, insan mahcup olmalı, örneğin o gün yemek yiyeceğinden ya da bir film seyredebilecek olmaktan dolayı iç sıkıntısı yaşamalı, kötü hissetmeli insan, çok kötü hissetmeli… Her ne hesabı varsa görecek, sonra dile getirmeli, ama önce kötü hissetmeli, üzülmeli, çok üzülmeli, çok üzülmeli, üzülecek kadar olsun bir değere, bir ilkeye, bir kaygıya, bir vicdana sahip olmalı, insan. 

Enes Kara, kaldığı tarikat evinden, ailesinden ve geleceğine yönelik belirsizlikten şikâyetçi olup kıydı canına. Bıraktığı mektup açıkça bir ihbar mektubuydu, haliyle geniş toplum kesimlerinde infial yarattı. İktidar çevresi, kendilerinden beklendiği üzere yurtlara, bir başka deyişle arka bahçelerine siper oldu, hepsini topladığında bir kişi etmeyen kalemleri, yine beklendiği üzere, yurtları eleştirenleri dinî değerlere saldırmakla vs. itham etti. Bildikleri başka bir şey olmadığından, daha kârlı bir iş bulamadıklarından, aksi yönde bir talimat almadıklarından kuşkusuz. Tecavüze uğrayan çocuklara, yanan çocuklara üzülmedikleri gibi, Enes için de üzülmediler, üzülemezler, üzüntü hissinin filizlendiği iç dünyaya sahip değiller, bu kadarlar çünkü, etleri, butları, sözleri, hepsi bu.

Bahadır Odabaşı, daha da genç, on altı yaşında. Babası KHK ile atılmış ve dört yıldır ‘tutuklu’ yargılanıyormuş. On altı yaşında bir çocuk yaşamına son verdi. On altı yaşında bir çocuk canına kıydı. On altı yaşında bir çocuk umudunu tümüyle kaybetti. On altı yaşında bir çocuk. 

On altı yaşında bir çocuk yaşamına son verdiğinde, KHK’lerin sorumluları bir iç sıkıntısı yaşar mı? Mümkün mü böyle bir şey, olabilir mi, en ufak bir mahcubiyet emaresi? ‘Sivil ölüm’ ve ‘ağaç kemirsinler’ ifadelerinin haysiyetsiz mucitlerinde, tırnak ucu kadar pişmanlık duygusu belirir mi? O KHK listelerini, boş kararname sayfalarını imzalayan siyaset esnafında bir rahatsızlık? Peki, içtihadını değiştirip OHAL KHK’lerini incelemeyi reddeden AYM üyelerinde, o büyük hâkimlerimizde, o koca beyinlerimizde, zamanında ‘liberterliği’ hiç kimselere kaptırmayan Zühtü beylerimizde, Yusuf Şevki beylerimizde, küçük bir kafa karışıklığı, rahatsızlık? 

Ya bunca garibanın hayatını karartan, belli ki önemli isimleri yurt dışına kaçan, bir kısmı Türkiye’de hâlâ siyaset ve gevezelik yapabilen ‘cemaatçiler’, “Biz ne yaptık, neye yol açtık, nasıl kararttık insanların geleceğini” sorusunu yöneltiyorlar mıdır kendilerine, bir kez olsun?

Muhterem okur, 

Adalet, başlı başına değerli bir ilke. Bıkıp usanmadan yinelemek gerekiyor: İnsan, adalete, ‘bir gün bana da gerekir’ diye değil, o ilke eşsiz değerde olduğu için sahip çıkar. Adalet ilkesi, ona hiç ihtiyaç duymayacak yurttaşın koruyup kollamasıyla yaşayabilir.

OHAL KHK’leri anayasaya aykırıdır. İnsanların bu şekilde ihraç edilmesi anayasaya aykırıdır. Bunun tartışılacak bir yanı yok. Bir aykırılık, en sevdiğiniz insan için de en nefret ettiğiniz insan için de, aykırılıktır. Aykırılığı görüp bilip de bunun adını koymayanlar, tanık olduğuna gözünü kapayanlar, ahlaksızdır. Ahlaksızlık onur duyulacak, madalya beklenecek bir insanlık durumu değil.

Cemaatçi olduğu gerekçesiyle KHK’li olanların büyük bir kısmı, sade suya tirit ilişkileri, bağlantıları nedeniyle atıldı, yargılandı, yargılanıyor. On binlerce insanın yaşamı birkaç kararnameyle karartıldı. ‘FETÖ’ suçlamasıyla atılanlar, bu satırlarının yazarından farklı olarak kendi çevresinden bir destek ve dayanışmayla karşılaşmadı. Ben yalnızca işimden gücümden edildim, beş yıldır iş bulmam engelleniyor, iki-üç yıl yurt dışı yasağım vardı vs. Buna mukabil, onların dünyasında olup bitenlerin yanında bizimki hayli hafif kaldı sayılır.

KHK’ler nedeniyle muhafazakârlar içinde olup biteni, insanların çektiğini tahayyül dahi edemezsiniz. Bir günde terörist ilan edildiler, komşuları ilişkiyi kesti, arkadaşları isimlerini rehberden sildi, çocuklarını okuldan almak zorunda kaldılar, alınmayan çocuklar aşağılandı, çiftler boşandı, ev bulamadılar, kredi çekemiyorlar, mesleklerini yapamıyorlar, uzun süre hiç kimseye durumlarını anlatamadılar, avukat bulmakta zorlandılar, onlara farklı tarifeler uygulandı hayli zaman… 

Solun ‘dayanışma’ pratikleri pek yoktur mütedeyyin mahallede, kırk yıllık eş dostlarını iki dakikada terk ettiler, perdeyi çekip aralıktan seyrettiler olup biteni. Dün yan yana namaza durdukları arkadaşlarının cezaevlerinde eziyet görmesine sessiz kaldılar. Kazara ya da kayırmayla paçayı kurtaran cemaat sempatizanları ve üst düzey destekçileri ise en şedit cemaat karşıtına dönüştü, üç günde. İçlerinden biri çıkıp ‘vatan hainleri mezarlığı’ dahi önerdi, hatırlarsınız. 

Muhafazakâr dünya, on yıllarca atlatamayacağı bir parçalanma yaşadı ve yaşıyor kendi içinde. Biri cezaevinde ölüyor, diğeri siyasette, üniversitede, basında ve iş dünyasında muteber; taş olsa çatlar bu ölçüde adaletsizliğe, taş olsa. Memleket, bir taş duyarlılığına dahi sahip değil.

Bahadır gibi bir delikanlının şu koşullarda yaşadıklarını düşünün. Kimbilir nasıl bir yoksunluk hissetti yıllarca, nasıl küçük görüldü, neler işitti, tutuklu babası için neler söylendi. O yaşta bir çocuk, ne olur da umudu keser hayattan, nasıl bir acı bu, tahmin edebilir miyiz başına gelenleri.

Türkiye’de bir toplum var mı hakikaten, yoksa yalnızca zaman zaman çıkar birlikteliği yapan bir kalabalıktan mı ibaretiz, bilmiyorum. Buna mukabil, tüm bu adaletsizliğin ve acıların ancak milyonların duyarsızlığıyla, sessizliğiyle yaşanabileceğini biliyorum.

Efendim, bu insanların hakkını savununca şunun bunun işine gelirmiş, saflıkmış, onlar sizi savunmazmış vs. Yahu, gidin işinize be!

On altı yaşında hayattan vazgeçen güzelim çocuğa rahmet dilemek dahi ne kadar ağır, ne işi var çoluk çocuğun musalla taşında, olacak iş mi. Çok üzgünüm, üzgün olmayanlar için de, çok üzgünüm.

“On altı yaşında bir çocuk yaşamına son verdi. On altı yaşında bir çocuk canına kıydı. On altı yaşında bir çocuk umudunu tümüyle kaybetti. On altı yaşında bir çocuk. ”


Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen ve 4 yıldır tutuklu yargılanan Nurettin Odabaşı’nın 16 yaşındaki oğlu Bahadır Odabaşı Diyarbakır’da yaşadığı sitenin apartman boşluğuna atlayarak yaşamına son verdi. KHK’li akademisyen Murat Sevinç, Diken’de, “Efendim, bu insanların hakkını savununca şunun bunun işine gelirmiş, saflıkmış, onlar sizi savunmazmış vs.” şeklinde akıl verenlere “Yahu, gidin işinize be!” diyerek Bahadır'(lar)ı yazdı.

Güzel yüzlü Bahadır Odabaşı için…


Bir uyarıyla başlamak istiyorum yazıya. On altı yaşında yaşamına son veren Bahadır Odabaşı’nın anısına kaleme alınan bu yazıyı, zihninde “Ama onlar fetö…” uyarısıyla okuyacak olan varsa, okumasın. Bu satırlar böylesi okur kitlesi için değil, boşa yormasınlar kendilerini.

Geçen hafta, Aysel Tuğluk için yazılıp söylenmemiş ne yazıp söyleyebilirim, durumun perişanlığını, Tuğluk’a çektirilenin boyutunu nasıl, hangi sözcüklerle anlatabilirim diye düşünürken, yirmi yaşında bir genç yaşamına son verdi, Enes için yazdım. Dün, bir diğer konu üzerine kafa yorarken bu kez on altı yaşında bir çocuk, Bahadır Odabaşı’nın canına kıydığını okudum. El kadar çocuklar, yazıya konu oluyor, adlarını hiç bilmememiz gereken çağlarında.

Üzülemiyor bu ülke, öyle görünüyor. Üzüntü samimi bir his, hayal kırıklığı istiyor, değer vermek istiyor, değer verdiği üzebilir insanı, demek ki bir hayali bir değeri olmalı insanın, toplumun, ülkenin, çoluk çocuğun ve yetişkinin; yoksa nasıl kırılacak, nasıl üzülecek, beklentisi olmayan, umudunu yitirmiş insan üzülür mü, toplum üzülür mü, ülke üzülür mü?

Beklenti için, birbirinin gözünü oyma isteği dışında ortak bir ideal gerekiyor, ortaklık, ortak olma, paylaşabilmek, benzer kaygıyı yaşamak, bir kayba birlikte üzülmek, ezilmek, utanmak, mahcup olmak… Bir iç dünyası var insanlığın, yalnızca bilgi ya da bilgisizlikle değil, vicdanı oluşturtan diğer unsurlarla örülmüş, onu sevk eden, onu durduran, onu şaşırtan, onu kızdıran, onu öfkelendirip sakinleştiren bir iç evren. Bu yüzden içimiz yanar, bu yüzden içten sevinip üzülür ve isteriz, bu yüzden içten içe hissederiz bazı şeyleri, bu yüzden içimiz dışımız birdir ya da değildir, bu yüzden kimi insan içlidir, bu yüzden bazen içimizden gelmez… 

On altı yaşında bir çocuk yaşamına son verdiğinde, bir an susup kendini dinlemeyi salık vermeli o ‘iç dünya’ her şeyden önce. İnsan utanmalı, insan mahcup olmalı, örneğin o gün yemek yiyeceğinden ya da bir film seyredebilecek olmaktan dolayı iç sıkıntısı yaşamalı, kötü hissetmeli insan, çok kötü hissetmeli… Her ne hesabı varsa görecek, sonra dile getirmeli, ama önce kötü hissetmeli, üzülmeli, çok üzülmeli, çok üzülmeli, üzülecek kadar olsun bir değere, bir ilkeye, bir kaygıya, bir vicdana sahip olmalı, insan. 

Enes Kara, kaldığı tarikat evinden, ailesinden ve geleceğine yönelik belirsizlikten şikâyetçi olup kıydı canına. Bıraktığı mektup açıkça bir ihbar mektubuydu, haliyle geniş toplum kesimlerinde infial yarattı. İktidar çevresi, kendilerinden beklendiği üzere yurtlara, bir başka deyişle arka bahçelerine siper oldu, hepsini topladığında bir kişi etmeyen kalemleri, yine beklendiği üzere, yurtları eleştirenleri dinî değerlere saldırmakla vs. itham etti. Bildikleri başka bir şey olmadığından, daha kârlı bir iş bulamadıklarından, aksi yönde bir talimat almadıklarından kuşkusuz. Tecavüze uğrayan çocuklara, yanan çocuklara üzülmedikleri gibi, Enes için de üzülmediler, üzülemezler, üzüntü hissinin filizlendiği iç dünyaya sahip değiller, bu kadarlar çünkü, etleri, butları, sözleri, hepsi bu.

Bahadır Odabaşı, daha da genç, on altı yaşında. Babası KHK ile atılmış ve dört yıldır ‘tutuklu’ yargılanıyormuş. On altı yaşında bir çocuk yaşamına son verdi. On altı yaşında bir çocuk canına kıydı. On altı yaşında bir çocuk umudunu tümüyle kaybetti. On altı yaşında bir çocuk. 

On altı yaşında bir çocuk yaşamına son verdiğinde, KHK’lerin sorumluları bir iç sıkıntısı yaşar mı? Mümkün mü böyle bir şey, olabilir mi, en ufak bir mahcubiyet emaresi? ‘Sivil ölüm’ ve ‘ağaç kemirsinler’ ifadelerinin haysiyetsiz mucitlerinde, tırnak ucu kadar pişmanlık duygusu belirir mi? O KHK listelerini, boş kararname sayfalarını imzalayan siyaset esnafında bir rahatsızlık? Peki, içtihadını değiştirip OHAL KHK’lerini incelemeyi reddeden AYM üyelerinde, o büyük hâkimlerimizde, o koca beyinlerimizde, zamanında ‘liberterliği’ hiç kimselere kaptırmayan Zühtü beylerimizde, Yusuf Şevki beylerimizde, küçük bir kafa karışıklığı, rahatsızlık? 

Ya bunca garibanın hayatını karartan, belli ki önemli isimleri yurt dışına kaçan, bir kısmı Türkiye’de hâlâ siyaset ve gevezelik yapabilen ‘cemaatçiler’, “Biz ne yaptık, neye yol açtık, nasıl kararttık insanların geleceğini” sorusunu yöneltiyorlar mıdır kendilerine, bir kez olsun?

Muhterem okur, 

Adalet, başlı başına değerli bir ilke. Bıkıp usanmadan yinelemek gerekiyor: İnsan, adalete, ‘bir gün bana da gerekir’ diye değil, o ilke eşsiz değerde olduğu için sahip çıkar. Adalet ilkesi, ona hiç ihtiyaç duymayacak yurttaşın koruyup kollamasıyla yaşayabilir.

OHAL KHK’leri anayasaya aykırıdır. İnsanların bu şekilde ihraç edilmesi anayasaya aykırıdır. Bunun tartışılacak bir yanı yok. Bir aykırılık, en sevdiğiniz insan için de en nefret ettiğiniz insan için de, aykırılıktır. Aykırılığı görüp bilip de bunun adını koymayanlar, tanık olduğuna gözünü kapayanlar, ahlaksızdır. Ahlaksızlık onur duyulacak, madalya beklenecek bir insanlık durumu değil.

Cemaatçi olduğu gerekçesiyle KHK’li olanların büyük bir kısmı, sade suya tirit ilişkileri, bağlantıları nedeniyle atıldı, yargılandı, yargılanıyor. On binlerce insanın yaşamı birkaç kararnameyle karartıldı. ‘FETÖ’ suçlamasıyla atılanlar, bu satırlarının yazarından farklı olarak kendi çevresinden bir destek ve dayanışmayla karşılaşmadı. Ben yalnızca işimden gücümden edildim, beş yıldır iş bulmam engelleniyor, iki-üç yıl yurt dışı yasağım vardı vs. Buna mukabil, onların dünyasında olup bitenlerin yanında bizimki hayli hafif kaldı sayılır.

KHK’ler nedeniyle muhafazakârlar içinde olup biteni, insanların çektiğini tahayyül dahi edemezsiniz. Bir günde terörist ilan edildiler, komşuları ilişkiyi kesti, arkadaşları isimlerini rehberden sildi, çocuklarını okuldan almak zorunda kaldılar, alınmayan çocuklar aşağılandı, çiftler boşandı, ev bulamadılar, kredi çekemiyorlar, mesleklerini yapamıyorlar, uzun süre hiç kimseye durumlarını anlatamadılar, avukat bulmakta zorlandılar, onlara farklı tarifeler uygulandı hayli zaman… 

Solun ‘dayanışma’ pratikleri pek yoktur mütedeyyin mahallede, kırk yıllık eş dostlarını iki dakikada terk ettiler, perdeyi çekip aralıktan seyrettiler olup biteni. Dün yan yana namaza durdukları arkadaşlarının cezaevlerinde eziyet görmesine sessiz kaldılar. Kazara ya da kayırmayla paçayı kurtaran cemaat sempatizanları ve üst düzey destekçileri ise en şedit cemaat karşıtına dönüştü, üç günde. İçlerinden biri çıkıp ‘vatan hainleri mezarlığı’ dahi önerdi, hatırlarsınız. 

Muhafazakâr dünya, on yıllarca atlatamayacağı bir parçalanma yaşadı ve yaşıyor kendi içinde. Biri cezaevinde ölüyor, diğeri siyasette, üniversitede, basında ve iş dünyasında muteber; taş olsa çatlar bu ölçüde adaletsizliğe, taş olsa. Memleket, bir taş duyarlılığına dahi sahip değil.

Bahadır gibi bir delikanlının şu koşullarda yaşadıklarını düşünün. Kimbilir nasıl bir yoksunluk hissetti yıllarca, nasıl küçük görüldü, neler işitti, tutuklu babası için neler söylendi. O yaşta bir çocuk, ne olur da umudu keser hayattan, nasıl bir acı bu, tahmin edebilir miyiz başına gelenleri.

Türkiye’de bir toplum var mı hakikaten, yoksa yalnızca zaman zaman çıkar birlikteliği yapan bir kalabalıktan mı ibaretiz, bilmiyorum. Buna mukabil, tüm bu adaletsizliğin ve acıların ancak milyonların duyarsızlığıyla, sessizliğiyle yaşanabileceğini biliyorum.

Efendim, bu insanların hakkını savununca şunun bunun işine gelirmiş, saflıkmış, onlar sizi savunmazmış vs. Yahu, gidin işinize be!

On altı yaşında hayattan vazgeçen güzelim çocuğa rahmet dilemek dahi ne kadar ağır, ne işi var çoluk çocuğun musalla taşında, olacak iş mi. Çok üzgünüm, üzgün olmayanlar için de, çok üzgünüm.

Bu Haberlerde İlginizi Çekebilir

Dolar yeni haftaya rekorla başladı

Dolar yeni haftaya rekorla başladı

June 5, 2023
5k
6 yaşındaki çocuğa istismar davası

6 yaşındaki çocuğa istismar davası

June 5, 2023
5k

“On altı yaşında bir çocuk yaşamına son verdi. On altı yaşında bir çocuk canına kıydı. On altı yaşında bir çocuk umudunu tümüyle kaybetti. On altı yaşında bir çocuk. ”


Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen ve 4 yıldır tutuklu yargılanan Nurettin Odabaşı’nın 16 yaşındaki oğlu Bahadır Odabaşı Diyarbakır’da yaşadığı sitenin apartman boşluğuna atlayarak yaşamına son verdi. KHK’li akademisyen Murat Sevinç, Diken’de, “Efendim, bu insanların hakkını savununca şunun bunun işine gelirmiş, saflıkmış, onlar sizi savunmazmış vs.” şeklinde akıl verenlere “Yahu, gidin işinize be!” diyerek Bahadır'(lar)ı yazdı.

Güzel yüzlü Bahadır Odabaşı için…


Bir uyarıyla başlamak istiyorum yazıya. On altı yaşında yaşamına son veren Bahadır Odabaşı’nın anısına kaleme alınan bu yazıyı, zihninde “Ama onlar fetö…” uyarısıyla okuyacak olan varsa, okumasın. Bu satırlar böylesi okur kitlesi için değil, boşa yormasınlar kendilerini.

Geçen hafta, Aysel Tuğluk için yazılıp söylenmemiş ne yazıp söyleyebilirim, durumun perişanlığını, Tuğluk’a çektirilenin boyutunu nasıl, hangi sözcüklerle anlatabilirim diye düşünürken, yirmi yaşında bir genç yaşamına son verdi, Enes için yazdım. Dün, bir diğer konu üzerine kafa yorarken bu kez on altı yaşında bir çocuk, Bahadır Odabaşı’nın canına kıydığını okudum. El kadar çocuklar, yazıya konu oluyor, adlarını hiç bilmememiz gereken çağlarında.

Üzülemiyor bu ülke, öyle görünüyor. Üzüntü samimi bir his, hayal kırıklığı istiyor, değer vermek istiyor, değer verdiği üzebilir insanı, demek ki bir hayali bir değeri olmalı insanın, toplumun, ülkenin, çoluk çocuğun ve yetişkinin; yoksa nasıl kırılacak, nasıl üzülecek, beklentisi olmayan, umudunu yitirmiş insan üzülür mü, toplum üzülür mü, ülke üzülür mü?

Beklenti için, birbirinin gözünü oyma isteği dışında ortak bir ideal gerekiyor, ortaklık, ortak olma, paylaşabilmek, benzer kaygıyı yaşamak, bir kayba birlikte üzülmek, ezilmek, utanmak, mahcup olmak… Bir iç dünyası var insanlığın, yalnızca bilgi ya da bilgisizlikle değil, vicdanı oluşturtan diğer unsurlarla örülmüş, onu sevk eden, onu durduran, onu şaşırtan, onu kızdıran, onu öfkelendirip sakinleştiren bir iç evren. Bu yüzden içimiz yanar, bu yüzden içten sevinip üzülür ve isteriz, bu yüzden içten içe hissederiz bazı şeyleri, bu yüzden içimiz dışımız birdir ya da değildir, bu yüzden kimi insan içlidir, bu yüzden bazen içimizden gelmez… 

On altı yaşında bir çocuk yaşamına son verdiğinde, bir an susup kendini dinlemeyi salık vermeli o ‘iç dünya’ her şeyden önce. İnsan utanmalı, insan mahcup olmalı, örneğin o gün yemek yiyeceğinden ya da bir film seyredebilecek olmaktan dolayı iç sıkıntısı yaşamalı, kötü hissetmeli insan, çok kötü hissetmeli… Her ne hesabı varsa görecek, sonra dile getirmeli, ama önce kötü hissetmeli, üzülmeli, çok üzülmeli, çok üzülmeli, üzülecek kadar olsun bir değere, bir ilkeye, bir kaygıya, bir vicdana sahip olmalı, insan. 

Enes Kara, kaldığı tarikat evinden, ailesinden ve geleceğine yönelik belirsizlikten şikâyetçi olup kıydı canına. Bıraktığı mektup açıkça bir ihbar mektubuydu, haliyle geniş toplum kesimlerinde infial yarattı. İktidar çevresi, kendilerinden beklendiği üzere yurtlara, bir başka deyişle arka bahçelerine siper oldu, hepsini topladığında bir kişi etmeyen kalemleri, yine beklendiği üzere, yurtları eleştirenleri dinî değerlere saldırmakla vs. itham etti. Bildikleri başka bir şey olmadığından, daha kârlı bir iş bulamadıklarından, aksi yönde bir talimat almadıklarından kuşkusuz. Tecavüze uğrayan çocuklara, yanan çocuklara üzülmedikleri gibi, Enes için de üzülmediler, üzülemezler, üzüntü hissinin filizlendiği iç dünyaya sahip değiller, bu kadarlar çünkü, etleri, butları, sözleri, hepsi bu.

Bahadır Odabaşı, daha da genç, on altı yaşında. Babası KHK ile atılmış ve dört yıldır ‘tutuklu’ yargılanıyormuş. On altı yaşında bir çocuk yaşamına son verdi. On altı yaşında bir çocuk canına kıydı. On altı yaşında bir çocuk umudunu tümüyle kaybetti. On altı yaşında bir çocuk. 

On altı yaşında bir çocuk yaşamına son verdiğinde, KHK’lerin sorumluları bir iç sıkıntısı yaşar mı? Mümkün mü böyle bir şey, olabilir mi, en ufak bir mahcubiyet emaresi? ‘Sivil ölüm’ ve ‘ağaç kemirsinler’ ifadelerinin haysiyetsiz mucitlerinde, tırnak ucu kadar pişmanlık duygusu belirir mi? O KHK listelerini, boş kararname sayfalarını imzalayan siyaset esnafında bir rahatsızlık? Peki, içtihadını değiştirip OHAL KHK’lerini incelemeyi reddeden AYM üyelerinde, o büyük hâkimlerimizde, o koca beyinlerimizde, zamanında ‘liberterliği’ hiç kimselere kaptırmayan Zühtü beylerimizde, Yusuf Şevki beylerimizde, küçük bir kafa karışıklığı, rahatsızlık? 

Ya bunca garibanın hayatını karartan, belli ki önemli isimleri yurt dışına kaçan, bir kısmı Türkiye’de hâlâ siyaset ve gevezelik yapabilen ‘cemaatçiler’, “Biz ne yaptık, neye yol açtık, nasıl kararttık insanların geleceğini” sorusunu yöneltiyorlar mıdır kendilerine, bir kez olsun?

Muhterem okur, 

Adalet, başlı başına değerli bir ilke. Bıkıp usanmadan yinelemek gerekiyor: İnsan, adalete, ‘bir gün bana da gerekir’ diye değil, o ilke eşsiz değerde olduğu için sahip çıkar. Adalet ilkesi, ona hiç ihtiyaç duymayacak yurttaşın koruyup kollamasıyla yaşayabilir.

OHAL KHK’leri anayasaya aykırıdır. İnsanların bu şekilde ihraç edilmesi anayasaya aykırıdır. Bunun tartışılacak bir yanı yok. Bir aykırılık, en sevdiğiniz insan için de en nefret ettiğiniz insan için de, aykırılıktır. Aykırılığı görüp bilip de bunun adını koymayanlar, tanık olduğuna gözünü kapayanlar, ahlaksızdır. Ahlaksızlık onur duyulacak, madalya beklenecek bir insanlık durumu değil.

Cemaatçi olduğu gerekçesiyle KHK’li olanların büyük bir kısmı, sade suya tirit ilişkileri, bağlantıları nedeniyle atıldı, yargılandı, yargılanıyor. On binlerce insanın yaşamı birkaç kararnameyle karartıldı. ‘FETÖ’ suçlamasıyla atılanlar, bu satırlarının yazarından farklı olarak kendi çevresinden bir destek ve dayanışmayla karşılaşmadı. Ben yalnızca işimden gücümden edildim, beş yıldır iş bulmam engelleniyor, iki-üç yıl yurt dışı yasağım vardı vs. Buna mukabil, onların dünyasında olup bitenlerin yanında bizimki hayli hafif kaldı sayılır.

KHK’ler nedeniyle muhafazakârlar içinde olup biteni, insanların çektiğini tahayyül dahi edemezsiniz. Bir günde terörist ilan edildiler, komşuları ilişkiyi kesti, arkadaşları isimlerini rehberden sildi, çocuklarını okuldan almak zorunda kaldılar, alınmayan çocuklar aşağılandı, çiftler boşandı, ev bulamadılar, kredi çekemiyorlar, mesleklerini yapamıyorlar, uzun süre hiç kimseye durumlarını anlatamadılar, avukat bulmakta zorlandılar, onlara farklı tarifeler uygulandı hayli zaman… 

Solun ‘dayanışma’ pratikleri pek yoktur mütedeyyin mahallede, kırk yıllık eş dostlarını iki dakikada terk ettiler, perdeyi çekip aralıktan seyrettiler olup biteni. Dün yan yana namaza durdukları arkadaşlarının cezaevlerinde eziyet görmesine sessiz kaldılar. Kazara ya da kayırmayla paçayı kurtaran cemaat sempatizanları ve üst düzey destekçileri ise en şedit cemaat karşıtına dönüştü, üç günde. İçlerinden biri çıkıp ‘vatan hainleri mezarlığı’ dahi önerdi, hatırlarsınız. 

Muhafazakâr dünya, on yıllarca atlatamayacağı bir parçalanma yaşadı ve yaşıyor kendi içinde. Biri cezaevinde ölüyor, diğeri siyasette, üniversitede, basında ve iş dünyasında muteber; taş olsa çatlar bu ölçüde adaletsizliğe, taş olsa. Memleket, bir taş duyarlılığına dahi sahip değil.

Bahadır gibi bir delikanlının şu koşullarda yaşadıklarını düşünün. Kimbilir nasıl bir yoksunluk hissetti yıllarca, nasıl küçük görüldü, neler işitti, tutuklu babası için neler söylendi. O yaşta bir çocuk, ne olur da umudu keser hayattan, nasıl bir acı bu, tahmin edebilir miyiz başına gelenleri.

Türkiye’de bir toplum var mı hakikaten, yoksa yalnızca zaman zaman çıkar birlikteliği yapan bir kalabalıktan mı ibaretiz, bilmiyorum. Buna mukabil, tüm bu adaletsizliğin ve acıların ancak milyonların duyarsızlığıyla, sessizliğiyle yaşanabileceğini biliyorum.

Efendim, bu insanların hakkını savununca şunun bunun işine gelirmiş, saflıkmış, onlar sizi savunmazmış vs. Yahu, gidin işinize be!

On altı yaşında hayattan vazgeçen güzelim çocuğa rahmet dilemek dahi ne kadar ağır, ne işi var çoluk çocuğun musalla taşında, olacak iş mi. Çok üzgünüm, üzgün olmayanlar için de, çok üzgünüm.

“On altı yaşında bir çocuk yaşamına son verdi. On altı yaşında bir çocuk canına kıydı. On altı yaşında bir çocuk umudunu tümüyle kaybetti. On altı yaşında bir çocuk. ”


Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen ve 4 yıldır tutuklu yargılanan Nurettin Odabaşı’nın 16 yaşındaki oğlu Bahadır Odabaşı Diyarbakır’da yaşadığı sitenin apartman boşluğuna atlayarak yaşamına son verdi. KHK’li akademisyen Murat Sevinç, Diken’de, “Efendim, bu insanların hakkını savununca şunun bunun işine gelirmiş, saflıkmış, onlar sizi savunmazmış vs.” şeklinde akıl verenlere “Yahu, gidin işinize be!” diyerek Bahadır'(lar)ı yazdı.

Güzel yüzlü Bahadır Odabaşı için…


Bir uyarıyla başlamak istiyorum yazıya. On altı yaşında yaşamına son veren Bahadır Odabaşı’nın anısına kaleme alınan bu yazıyı, zihninde “Ama onlar fetö…” uyarısıyla okuyacak olan varsa, okumasın. Bu satırlar böylesi okur kitlesi için değil, boşa yormasınlar kendilerini.

Geçen hafta, Aysel Tuğluk için yazılıp söylenmemiş ne yazıp söyleyebilirim, durumun perişanlığını, Tuğluk’a çektirilenin boyutunu nasıl, hangi sözcüklerle anlatabilirim diye düşünürken, yirmi yaşında bir genç yaşamına son verdi, Enes için yazdım. Dün, bir diğer konu üzerine kafa yorarken bu kez on altı yaşında bir çocuk, Bahadır Odabaşı’nın canına kıydığını okudum. El kadar çocuklar, yazıya konu oluyor, adlarını hiç bilmememiz gereken çağlarında.

Üzülemiyor bu ülke, öyle görünüyor. Üzüntü samimi bir his, hayal kırıklığı istiyor, değer vermek istiyor, değer verdiği üzebilir insanı, demek ki bir hayali bir değeri olmalı insanın, toplumun, ülkenin, çoluk çocuğun ve yetişkinin; yoksa nasıl kırılacak, nasıl üzülecek, beklentisi olmayan, umudunu yitirmiş insan üzülür mü, toplum üzülür mü, ülke üzülür mü?

Beklenti için, birbirinin gözünü oyma isteği dışında ortak bir ideal gerekiyor, ortaklık, ortak olma, paylaşabilmek, benzer kaygıyı yaşamak, bir kayba birlikte üzülmek, ezilmek, utanmak, mahcup olmak… Bir iç dünyası var insanlığın, yalnızca bilgi ya da bilgisizlikle değil, vicdanı oluşturtan diğer unsurlarla örülmüş, onu sevk eden, onu durduran, onu şaşırtan, onu kızdıran, onu öfkelendirip sakinleştiren bir iç evren. Bu yüzden içimiz yanar, bu yüzden içten sevinip üzülür ve isteriz, bu yüzden içten içe hissederiz bazı şeyleri, bu yüzden içimiz dışımız birdir ya da değildir, bu yüzden kimi insan içlidir, bu yüzden bazen içimizden gelmez… 

On altı yaşında bir çocuk yaşamına son verdiğinde, bir an susup kendini dinlemeyi salık vermeli o ‘iç dünya’ her şeyden önce. İnsan utanmalı, insan mahcup olmalı, örneğin o gün yemek yiyeceğinden ya da bir film seyredebilecek olmaktan dolayı iç sıkıntısı yaşamalı, kötü hissetmeli insan, çok kötü hissetmeli… Her ne hesabı varsa görecek, sonra dile getirmeli, ama önce kötü hissetmeli, üzülmeli, çok üzülmeli, çok üzülmeli, üzülecek kadar olsun bir değere, bir ilkeye, bir kaygıya, bir vicdana sahip olmalı, insan. 

Enes Kara, kaldığı tarikat evinden, ailesinden ve geleceğine yönelik belirsizlikten şikâyetçi olup kıydı canına. Bıraktığı mektup açıkça bir ihbar mektubuydu, haliyle geniş toplum kesimlerinde infial yarattı. İktidar çevresi, kendilerinden beklendiği üzere yurtlara, bir başka deyişle arka bahçelerine siper oldu, hepsini topladığında bir kişi etmeyen kalemleri, yine beklendiği üzere, yurtları eleştirenleri dinî değerlere saldırmakla vs. itham etti. Bildikleri başka bir şey olmadığından, daha kârlı bir iş bulamadıklarından, aksi yönde bir talimat almadıklarından kuşkusuz. Tecavüze uğrayan çocuklara, yanan çocuklara üzülmedikleri gibi, Enes için de üzülmediler, üzülemezler, üzüntü hissinin filizlendiği iç dünyaya sahip değiller, bu kadarlar çünkü, etleri, butları, sözleri, hepsi bu.

Bahadır Odabaşı, daha da genç, on altı yaşında. Babası KHK ile atılmış ve dört yıldır ‘tutuklu’ yargılanıyormuş. On altı yaşında bir çocuk yaşamına son verdi. On altı yaşında bir çocuk canına kıydı. On altı yaşında bir çocuk umudunu tümüyle kaybetti. On altı yaşında bir çocuk. 

On altı yaşında bir çocuk yaşamına son verdiğinde, KHK’lerin sorumluları bir iç sıkıntısı yaşar mı? Mümkün mü böyle bir şey, olabilir mi, en ufak bir mahcubiyet emaresi? ‘Sivil ölüm’ ve ‘ağaç kemirsinler’ ifadelerinin haysiyetsiz mucitlerinde, tırnak ucu kadar pişmanlık duygusu belirir mi? O KHK listelerini, boş kararname sayfalarını imzalayan siyaset esnafında bir rahatsızlık? Peki, içtihadını değiştirip OHAL KHK’lerini incelemeyi reddeden AYM üyelerinde, o büyük hâkimlerimizde, o koca beyinlerimizde, zamanında ‘liberterliği’ hiç kimselere kaptırmayan Zühtü beylerimizde, Yusuf Şevki beylerimizde, küçük bir kafa karışıklığı, rahatsızlık? 

Ya bunca garibanın hayatını karartan, belli ki önemli isimleri yurt dışına kaçan, bir kısmı Türkiye’de hâlâ siyaset ve gevezelik yapabilen ‘cemaatçiler’, “Biz ne yaptık, neye yol açtık, nasıl kararttık insanların geleceğini” sorusunu yöneltiyorlar mıdır kendilerine, bir kez olsun?

Muhterem okur, 

Adalet, başlı başına değerli bir ilke. Bıkıp usanmadan yinelemek gerekiyor: İnsan, adalete, ‘bir gün bana da gerekir’ diye değil, o ilke eşsiz değerde olduğu için sahip çıkar. Adalet ilkesi, ona hiç ihtiyaç duymayacak yurttaşın koruyup kollamasıyla yaşayabilir.

OHAL KHK’leri anayasaya aykırıdır. İnsanların bu şekilde ihraç edilmesi anayasaya aykırıdır. Bunun tartışılacak bir yanı yok. Bir aykırılık, en sevdiğiniz insan için de en nefret ettiğiniz insan için de, aykırılıktır. Aykırılığı görüp bilip de bunun adını koymayanlar, tanık olduğuna gözünü kapayanlar, ahlaksızdır. Ahlaksızlık onur duyulacak, madalya beklenecek bir insanlık durumu değil.

Cemaatçi olduğu gerekçesiyle KHK’li olanların büyük bir kısmı, sade suya tirit ilişkileri, bağlantıları nedeniyle atıldı, yargılandı, yargılanıyor. On binlerce insanın yaşamı birkaç kararnameyle karartıldı. ‘FETÖ’ suçlamasıyla atılanlar, bu satırlarının yazarından farklı olarak kendi çevresinden bir destek ve dayanışmayla karşılaşmadı. Ben yalnızca işimden gücümden edildim, beş yıldır iş bulmam engelleniyor, iki-üç yıl yurt dışı yasağım vardı vs. Buna mukabil, onların dünyasında olup bitenlerin yanında bizimki hayli hafif kaldı sayılır.

KHK’ler nedeniyle muhafazakârlar içinde olup biteni, insanların çektiğini tahayyül dahi edemezsiniz. Bir günde terörist ilan edildiler, komşuları ilişkiyi kesti, arkadaşları isimlerini rehberden sildi, çocuklarını okuldan almak zorunda kaldılar, alınmayan çocuklar aşağılandı, çiftler boşandı, ev bulamadılar, kredi çekemiyorlar, mesleklerini yapamıyorlar, uzun süre hiç kimseye durumlarını anlatamadılar, avukat bulmakta zorlandılar, onlara farklı tarifeler uygulandı hayli zaman… 

Solun ‘dayanışma’ pratikleri pek yoktur mütedeyyin mahallede, kırk yıllık eş dostlarını iki dakikada terk ettiler, perdeyi çekip aralıktan seyrettiler olup biteni. Dün yan yana namaza durdukları arkadaşlarının cezaevlerinde eziyet görmesine sessiz kaldılar. Kazara ya da kayırmayla paçayı kurtaran cemaat sempatizanları ve üst düzey destekçileri ise en şedit cemaat karşıtına dönüştü, üç günde. İçlerinden biri çıkıp ‘vatan hainleri mezarlığı’ dahi önerdi, hatırlarsınız. 

Muhafazakâr dünya, on yıllarca atlatamayacağı bir parçalanma yaşadı ve yaşıyor kendi içinde. Biri cezaevinde ölüyor, diğeri siyasette, üniversitede, basında ve iş dünyasında muteber; taş olsa çatlar bu ölçüde adaletsizliğe, taş olsa. Memleket, bir taş duyarlılığına dahi sahip değil.

Bahadır gibi bir delikanlının şu koşullarda yaşadıklarını düşünün. Kimbilir nasıl bir yoksunluk hissetti yıllarca, nasıl küçük görüldü, neler işitti, tutuklu babası için neler söylendi. O yaşta bir çocuk, ne olur da umudu keser hayattan, nasıl bir acı bu, tahmin edebilir miyiz başına gelenleri.

Türkiye’de bir toplum var mı hakikaten, yoksa yalnızca zaman zaman çıkar birlikteliği yapan bir kalabalıktan mı ibaretiz, bilmiyorum. Buna mukabil, tüm bu adaletsizliğin ve acıların ancak milyonların duyarsızlığıyla, sessizliğiyle yaşanabileceğini biliyorum.

Efendim, bu insanların hakkını savununca şunun bunun işine gelirmiş, saflıkmış, onlar sizi savunmazmış vs. Yahu, gidin işinize be!

On altı yaşında hayattan vazgeçen güzelim çocuğa rahmet dilemek dahi ne kadar ağır, ne işi var çoluk çocuğun musalla taşında, olacak iş mi. Çok üzgünüm, üzgün olmayanlar için de, çok üzgünüm.

ShareTweet
Previous Post

İsmail S. Gülümser’in yazısı: Ağırlaşan şartlara katlanıp lehimize çevirmenin yolu

Next Post

Otobüs biletlerine yüzde 30’a varan zam talebi

İLGİLİ HABERLER

Dolar yeni haftaya rekorla başladı
EKONOMİ

Dolar yeni haftaya rekorla başladı

June 5, 2023
5k
6 yaşındaki çocuğa istismar davası
GÜNDEM

6 yaşındaki çocuğa istismar davası

June 5, 2023
5k
İstanbul’da evini satıp Portekiz’de konut alan Türkler yüzde 40 arttı
EKONOMİ

İstanbul’da evini satıp Portekiz’de konut alan Türkler yüzde 40 arttı

June 5, 2023
5k
Koca’nın kardeşine devrettiği iddia edilen Medipol Hastanesi’ne yatırım teşviği
GÜNDEM

Koca’nın kardeşine devrettiği iddia edilen Medipol Hastanesi’ne yatırım teşviği

June 5, 2023
5k
ENAG enflasyon verilerini açıkladı: 12 aylık artış yüzde 109
EKONOMİ

ENAG enflasyon verilerini açıkladı: 12 aylık artış yüzde 109

June 5, 2023
5k
Dünya Çevre Günü kutlu olsun: AB’nin en büyük çöp kutusu olduk
GÜNDEM

Dünya Çevre Günü kutlu olsun: AB’nin en büyük çöp kutusu olduk

June 5, 2023
5k
Daha Fazla Haber

ENAG enflasyon verilerini açıkladı: 12 aylık artış yüzde 109

ENAG enflasyon verilerini açıkladı: 12 aylık artış yüzde 109
by aktifhabercom
June 5, 2023
0
5k

Devamını oku

Dünya Çevre Günü kutlu olsun: AB’nin en büyük çöp kutusu olduk

Dünya Çevre Günü kutlu olsun: AB’nin en büyük çöp kutusu olduk
by aktifhabercom
June 5, 2023
0
5k

Devamını oku

Sayı 15 bini aştı: Yabancıların suç cenneti

Sayı 15 bini aştı: Yabancıların suç cenneti
by aktifhabercom
June 5, 2023
0
5k

Devamını oku

‘Önce hesap vereceğiz’ Buldan ve Sancar eş genel başkanlığa tekrar aday olmayacak

‘Önce hesap vereceğiz’ Buldan ve Sancar eş genel başkanlığa tekrar aday olmayacak
by aktifhabercom
June 5, 2023
0
5k

Devamını oku

Meteoroloji’den uyarı: 16 il için sarı ve turuncu kod

Meteoroloji’den uyarı: 16 il için sarı ve turuncu kod
by aktifhabercom
June 5, 2023
0
5k

Devamını oku

Gece gündüz demiyor: Dolar/TL gece saatlerinde 21,15’i gördü

Gece gündüz demiyor: Dolar/TL gece saatlerinde 21,15’i gördü
by aktifhabercom
June 5, 2023
0
5k

Devamını oku

Goldman Sachs’tan: Yeni dolar/TL tahmini

Goldman Sachs’tan: Yeni dolar/TL tahmini
by aktifhabercom
June 5, 2023
0
5.1k

Devamını oku

İsmail S. Gülümser’in yazısı: Baskılar yükselme rampasına dönüşebilir

İsmail S. Gülümser’in yazısı: Baskılar yükselme rampasına dönüşebilir
by aktifhabercom
June 5, 2023
0
5k

Devamını oku

Ankara ve Bolu‘da sağanak yağış: Dereler taştı, evleri ve yolları su bastı

Ankara ve Bolu‘da sağanak yağış: Dereler taştı, evleri ve yolları su bastı
by Özkan yazar
June 4, 2023
0
5.1k

Devamını oku

Hemşireler de Türkiye’den gitmek istiyor: Yüzde 76’sının hedefi yurt dışında çalışmak

Hemşireler de Türkiye’den gitmek istiyor: Yüzde 76’sının hedefi yurt dışında çalışmak
by Özkan yazar
June 4, 2023
0
5k

Devamını oku

MİT Başkanı olacak: İbrahim Kalın ‘karanlıktaki’ fotoğrafını koydu

MİT Başkanı olacak: İbrahim Kalın ‘karanlıktaki’ fotoğrafını koydu
by Özkan yazar
June 4, 2023
0
5.3k

Devamını oku

Nebati ‘oh’ çekerek görevi devretti: Şimşek ekonomide yeni bir sayfa açabilecek mi?

Nebati ‘oh’ çekerek görevi devretti: Şimşek ekonomide yeni bir sayfa açabilecek mi?
by Özkan yazar
June 4, 2023
0
5.1k

Devamını oku

Financial Times’tan dikkat çeken ‘Soylu’ yorumu: Sorunlu ve toksikti

Financial Times’tan dikkat çeken ‘Soylu’ yorumu: Sorunlu ve toksikti
by Özkan yazar
June 4, 2023
0
5.3k

Devamını oku

Sincan Kadın Cezaevi’nde siyasi mahkumlar tahliye edilmiyor: Yönetim şartlı tahliye hakkından yararlandırmıyor

Sincan Kadın Cezaevi’nde siyasi mahkumlar tahliye edilmiyor: Yönetim şartlı tahliye hakkından yararlandırmıyor
by Özkan yazar
June 4, 2023
0
5k

Devamını oku

Denizli’de faciaya ramak kala! Treni önünü kesip durdurdular

Denizli’de faciaya ramak kala! Treni önünü kesip durdurdular
by Özkan yazar
June 4, 2023
0
5.3k

Devamını oku

‘Yabancıdan Yabancıya Satış’: AKP’li Kenan Sofuoğlu, Ferrari’sini 10 milyon 650 bin TL’den satışa çıkardı

‘Yabancıdan Yabancıya Satış’: AKP’li Kenan Sofuoğlu, Ferrari’sini 10 milyon 650 bin TL’den satışa çıkardı
by Özkan yazar
June 4, 2023
0
5.3k

Devamını oku

Müge Anlı’nın Rabia Naz’ın babasına açtığı tazminat davasını istinaf mahkemesi de reddetti

Müge Anlı’nın Rabia Naz’ın babasına açtığı tazminat davasını istinaf mahkemesi de reddetti
by Özkan yazar
June 4, 2023
0
5.2k

Devamını oku

Erbaş ve Perinçek’in samimi fotoğrafı sosyal medyada gündem oldu

Erbaş ve Perinçek’in samimi fotoğrafı sosyal medyada gündem oldu
by Özkan yazar
June 4, 2023
0
5.1k

Devamını oku

Türkiye NATO’nun talebi üzerine gerginliğin arttığı Kosova’ya komando gönderiyor

Türkiye NATO’nun talebi üzerine gerginliğin arttığı Kosova’ya komando gönderiyor
by Özkan yazar
June 4, 2023
0
5.1k

Devamını oku

Türkiye‘deki suç artışı Jandarma raporuna yansıdı

Türkiye‘deki suç artışı Jandarma raporuna yansıdı
by Özkan yazar
June 4, 2023
0
5.1k

Devamını oku
Aktifhaber

© 2022 - - Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları haber kaynaklarına aittir. İzin alınmadan kopyalanamaz.J.

MENU

  • GÜNDEM
  • ANALİZ
  • SİYASET
  • EKONOMİ
  • DÜNYA
  • ÖZEL HABER
  • 15 TEMMUZ
  • SPOR
  • İŞKENCE
  • MEDYA
  • MAGAZİN
  • DİĞER

BİZİ TAKİP EDİN

No Result
View All Result
  • GÜNDEM
  • ANALİZ
  • SİYASET
  • EKONOMİ
  • DÜNYA
  • ÖZEL HABER
  • 15 TEMMUZ
  • SPOR
  • İŞKENCE
  • MEDYA
  • MAGAZİN
  • DİĞER
    • EĞİTİM
    • KÜLTÜR & SANAT
    • SAĞLIK
    • TEKNOLOJİ
    • YAŞAM

© 2022 - - Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları haber kaynaklarına aittir. İzin alınmadan kopyalanamaz.J.