magduriyetler.com’da yayınlanan yazıda Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne’nin 15 Temmuz sonrası tutuklanması ve o süreçte yaşadıkları kaleme alınıyor. Türköne’nin, kendisine ‘Cuntacıların bile yapmadığı şeylere maruz kaldığı’ örnekleriyle anlatılıyor.
İşte magduriyetler.com’da yayınlanan, Kıvanç DENİZ imzalı o yazı:
12 Eylül darbesinin hemen sonrası idi. Mamak Askeri Cezaevi’ndeki ‘Dış Kafes’te bekleyen genç adam, başına neler geleceğini az çok biliyordu. Dış Güvenlik Amiri Yüzbaşı Tuna, elinde altmış yetmiş santim uzunluğunda tahtadan bir copla geldi. Belli ki ‘törensel’ bir sopa atmaya niyetliydi. Bütün gücüyle genç adamın bacaklarına vurmaya başladı. Yoruldukça dinlendi ve tekrar başladı; tam bir buçuk saat boyunca dövdü. Genç adam aslında önceden tedbirliydi, içine kalın bir eşofman giymişti. Buna rağmen tam bir hafta boyunca A Blok 4. Koğuş’ta yattığı yerden kalkamadı.
‘Darbenin neden yapıldığı?’ ile ‘Yüzbaşının adamı neden dövdüğü?’ sorularının cevapları aslında aynıydı. Yüzbaşının dayak atarken hissettiği hazla, Kenan Evren’in gevrek gevrek gülerek “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü sarf ederken duyduğu haz darbenin anlamını yansıtıyordu. “Hayvani, vahşi basit ve adice bir güç gösterisi.”
Dayak yiyen genç, o dönem Ülkü Ocakları Derneği Yönetim Kurulu üyesi olan Mümtaz’er Türköne idi. Yediği bu ‘törensel’ sopanın dışında Türköne’nin hafızasında derin izler bırakan diğer bir olay da, ilk görüş günü annesinin gözleri önünde maruz kaldığı muamele oldu.
Türköne bir asker tarafından verilen komutla koşar adımlarla görüş kulübesinin önüne kadar getirildi. ‘Kıt’a dur’ komutuyla durdu ve ‘rahat’ komutunu beklemeye başladı. Çektiği o kadar işkenceden sonra annesini kulübenin içinde görünce belli ki pozisyonu bozuldu. Arkasından koşarak gelen asker, postalıyla baldırlarına tekmeler atmaya başladı. Yediği tekmeler canını ne kadar acıttı bilinmez ama annesinin gözleri önünde gerçekleşen bu aşağılanma içinde derin yaralar bıraktı. “Hiçbir evlat annesine böyle bir şey yaşatmamalı” dedi. O anne ki çok kısa bir süre önce de diğer evladını kaybetmişti. Türköne’nin kardeşi, 12 Eylül öncesinde yaşanan sokak olayları esnasında öldürülmüştü.
Mümtaz’er Türköne Mamak Askeri Cezaevi’nde türlü işkencelere maruz kaldı. Bu durum onda derin bir nefret oluşmasına neden oldu. O’na göre, 12 Eylül darbesinin yegane başarısı bu öfke ve nefreti gençliğin zihnine kazımak olmuştu. “Ülke saçma talimatlara uymayınca aşağılanarak ceza gören bir toplum haline getirilmişti.”
Kendisi de bir asker çocuğu olmasına rağmen, darbe yapan ya da yapmak isteyenler için “Bunların Kurtuluş Savaşı’nda cepheden kaçarak dağda eşkiyalık yapanlardan bir farkı yok” diyordu. Darbeciler için idam getirilmesini istiyor hatta, “darbecilerin yağlı kazığa oturtulması” gerektiğini söylüyordu.
Kendi ifadesiyle “Radikal hatta keskin addedilebilecek bir darbe karşıtı” idi. Bu yüzden askeri vesayet ve darbeci gelenekle mücadele sürecinde AK Parti iktidarını ve demokratik reformları açık bir şekilde destekledi. Hatta 2008 yılındaki AK Parti’nin kapatılması davasında, partinin savunmasını hazırlayan heyet içerisinde yer aldı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından 2011 yılı Aralık ayında Atatürk Kültür Dil Tarih Kurumu üyeliğine atandı.
Mümtaz’er Türköne’nin siyasal iktidarla yolları 2010 yılından itibaren ayrılmaya başladı. Kendisiyle yapılan bir röportajda, ülkenin 2010 yılı sonrasında içinde bulunduğu durumu şöyle izah ediyordu. “Siyasal iktidar 2010 Referandumundan sonra askeri vesayeti bitirdiğini düşünmeye başladı. Ustalık dönemi denilen bu süreçte, destek aldığı kesimler üzerindeki hegemonyasını kurmaya karar verdi. Bu strateji perspektifinde dersanelerin kapatılması hamlesi gerçekleştirildi.”
Mümtaz’er Hoca siyasal iktidarın dini, basit ve sıradan bir iktidar sopası olarak kullanmaya başladığını görüyor. Dinin devlet tarafindan kamulaştırıldığına dikkat çekiyordu. Böylece siyasal iktidar için yolsuzluk ve adaletsizliklerin bile sarsamayacağı bir iktidar alanı açılmış olacaktı. Bu süreçte hükümeti ve icraatlarını büyük bir cesaretle eleştirmeye başladı.
17 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu’ndan iki hafta kadar önce hükümet kanadından önemli bir isim Türköne’nin evine geldi ve “Tayyip Bey’in, kendisinin Sabah Gazetesi’nde yazmasını istediğini” söyledi. Bu beklenmedik teklif karşısında Mümtaz’er Hoca’nın tepkisi çok sert oldu; “Kötü yola düşmüş bir kadın gibi, neremizi yanlış gördünüz de bu teklifi yapıyorsunuz?” dedi. Halen yazmakta olduğu Zaman Gazetesi’nden ayrılarak Sabah’a geçmesi isteniyordu. O, aldığı paraya göre yazan bir adam olmak istemedi, siyasal iktidarın medyayı tanzim etme operasyonunun nesnesi olmayı da kabul etmedi.
9 Mayıs günü Kenan Evren ölünce Mümtaz’er Hoca tarihi bir kıyaslama yaptı. “Bu günler tarihe Kenan Evren döneminden daha kötü bir zulüm dönemi olarak geçecek.” dedi. Bunu diyen sıradan bir insan değildi. 12 Eylül döneminde hapse atılmış, işkence görmüş ve işsiz kalmıştı. “Bugün hapistekilere ve işsiz kalanlara bakın. Tutukladıkları adamın karısını işten atan o dönemde olmadı. Hakim tutuklandı, hukuk tükendi” yorumunu yaptı.
“Savcı tutuklandı, kanun düzeni tükendi. Geriye ortak değer olarak ne kaldı. 12 Eylül darbesinin bahanesi kanı durdurmaktı. Bugün yolsuzluk soruşturmalarını durdurmak dışında, haksızlıkların bir gerekçesi yok. 12 Eylül yaşını büyütüp çocuk astı. Bugün toplum kutuplaştırıldı, çocuk öldürüldü, sonra da terörist ilan edildi. Hangisi daha acımasız?” diye sordu.
15 Temmuz gününe gelindiğinde Mümtaz’er Türköne’nin hayatta en nefret ettiği şey, bir kez daha ortaya çıktı. Darbe teşebbüsünün daha ilk saatlerinde o “Sandıktan çıkan en kötü yönetim bile, halkına ateş açan darbe yönetiminden iyidir” şeklinde tweet attı. Çünkü O’na göre, “Türkiye’nin bütün düşmanları bir araya gelse, askeri darbe kadar ülkeye zarar veremezlerdi”. Bunu, yakın tarihin tüm darbelerini en iyi bilen ve en acı şekilde yaşamış biri olarak söylüyordu.
Darbenin ilk saatlerinde Boğaz Köprüsünün yakınlarında bir yerde bulunuyordu. Silah sesleri gelmeye başlayınca ülkenin sürüklendiği acı tabloya bir kez daha şahitlik etmeye başladı. Bir yandan ülke için endişeniyor, diğer yandan da kendi adına kaygı taşıyordu. Çünkü onun darbecilere karşı “Tescilli sabıkaları” vardı. Yazdığı yazılar ve demokrasiyi yaşatmak için söylediği, “Bu ordunun lağvedilip, yenisinin kurulması lazım.” sözleri bir kenarda duruyordu.
Hayata Bakış Gazetesi’ndeki köşesinde 17 ve 19 Temmuz tarihlerinde iki ayrı yazı yazdı. Bu yazılarda “darbe başarılı olsaydı, sadece darbe yapılırken değil, sonrasında da kan gövdeyi götürecekti. Kaybeden sadece ülke olacaktı.” ifadelerini kullandı. İki önemli noktaya dikkat çekti. Bunlardan birincisi, ülkenin içinde bulunduğu güvenlik sorunuydu. Bu kadar büyük çaplı bir darbe teşebbüsünün farkedilememiş olmasını büyük bir güvenlik zaafı olarak görüyordu. Bu zaafı gören PKK Terör Örgütünün bu durumu fırsata çevirerek, üzerinde çalıştığı planları gerçekleştirmeye girişeceğini söylüyordu. “Darbe başarılı olsaydı, Türkiye bir yıl içerisinde bölünürdü. Bu kadar vahşi, bu kadar acımasız bir cuntanın elinden özerklik veya bağımsızlık alırken ne halkın sesi çıkabilir, ne de dış dünya hayırhah davranırdı.” ifadelerini kullandı.
Mümtaz’er Hoca’nın vurgu yaptığı diğer önemli nokta ise, acil olarak toplumsal barışın sağlanması ve tansiyonun düşürülmesi gerekliliği idi. Darbeyi önlemek için tankın tepesine çıkma cesaretini gösterenlerle ertesi gün meydanları dolduranların aynı kişiler olmadığını söylüyordu. Darbe gecesinde “Sabaha kadar sosyal medyada troller görünmüyordu. Tehlikenin bertaraf edildiği anlaşıldıktan sonra etrafa tehdit ve hakaretler yağdırmaya başladılar.” ifadelerini kullandı. Bu tehdit ve hakaretlere dayanamamış olacak ki twit hesabından, “Darbecilik şerefsizliktir, vatana ihanettir. Darbeleri önlemek için her şeyini ortaya koyanlara darbeci diyenler de öyle” dedi.
Üzerinden çok zaman geçmedi, darbe gecesinde ortaya çıkamayan troller onu darbe tetikçisi ilan ettiler ve sosyal medyada hedef göstermeye başladılar. Mümtaz’er Hoca 27 Temmuz günü medyadan, hakkında gözaltı kararı olduğunu öğrenince güvenlik güçlerini aradı ve adresini bildirdi. Bir süre sonra da gözaltına alındı. Darbe imasında bulunduğu, darbe çığırtkanlığı yaptığı iddia edildi.
Darbe karşıtı görüşlerine ilişkin iki ayrı kitap yazan, askeri vesayeti eleştiren sayısız makalesi bulunan adam, darbecilikle itham edilerek gözaltına alındı. Elleri arkadan ters olarak kelepçelendi. Bu haliyle fotoğraflanarak tüm ülkeye bir cani gibi teşhir edildi. O’nun radikal hatta keskin bir darbe karşıtı olduğunu herkes biliyordu ama bu, gözaltına alınmasına engel olmadı.
Emniyette kendisine kanıt olarak, yazdığı beş ayrı makalesi soruldu. O “bu makalelerin hiç birinde teşbih, mecaz, metafor ve hatta eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek kabilinden darbe imasi addedilecek tek kelime yoktur” şeklinde cevap verdi. Yazılarında hükümeti eleştirirken çözüm olarak sadece demokratik yöntemleri işaret ettiğini belirtti.
Otuz yıllık akademisyen ve on altı kitabın yazarı Profesör Mümtaz’er Türköne ‘darbecilik’ suçlamasıyla 31 Temmuz günü mahkeme önüne çıkarıldı. Mahkemede verdiği ifadesinde, ‘darbeci’ ithamının kendisi icin onur kırıcı olduğunu söyleyen Türköne, darbeciler için idam getirilmesi yönündeki teklifini yineledi. Buna rağmen tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne gönderildi.
Hükümet yetkilileri “Yazı yazdığı için tutuklu olan tek bir gazeteci yok” diye dursunlar; Mümtaz’er Türköne’ye yazdığı beş makaleden başka hiç bir delil gösterilmedi.
“Son nefesimi verirken geriye dönüp baktığımda vakti zamanında şu doğruyu savunsaydım demek yerine, cezaevinde ölmeyi tercih ederim” diyen Mümtaz’er Hoca cezaevine gireli sekiz aydan fazla oldu. Ülkede cezaevinde ölmek pahasına bile olsa bir doğruyu savunmaktan çekinmeyecek kaç gazeteci var!
Mümtaz’er Türköne 2015 Mayısında bir kıyaslama yapmış, 12 Eylül döneminden daha kötü durumda olduğumuzu söylemişti, haklı çıktı. 12 Eylül darbecileri onu altı ay Mamak Askeri Cezaevi’nde tutmuşlardı. Şimdi o sekiz aydır Silivri Cezaevi’nde. Üstelik bir iddianame bile yok. Dahası 12 Eylül cuntacıları bile onu, hiç ilgisi olmadığı suçlarla itham etmemişlerdi. Çünkü o zaman dahi ‘suç ve cezanın şahsiliği’ ilkesi işliyordu. Şimdi Mümtaz’er Türköne’ye, sokakta kendi halkına ateş eden gözü dönmüşlerin hesabı yüklenmeye çalışılıyor. Vatan haini, darbeci ve terörist denilerek, itibar suikastine maruz bırakılıyor.
Cuntacılar onu annesinin önünde döverek aşağılamaya çalışmışlardı ama ellerine arkadan ters kelepçe vurup tüm ülkeye bir cani gibi teşhir etmemişlerdi. Ona cuntacıların yapmadığını yaptılar.