Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerine çalışmak için gitmiş Türk işçilerinin birçoğu ilk defa aile büyüklerinin kontrolünden uzak serbestlik ortamıyla karşılaşınca ekseriyeti ahlaki erozyon yaşadı ve memleketlerine döndüklerinde kendi değerlerinden koptuklarını toplum üzülerek izledi. Halbuki dünyanın neredeyse 160 ülkesine yayılmış hizmet gönüllüleri arasında, münferit vakaları hariç tutarsak hiçbirisi böyle bir değer kaybı yaşamadı. Aksine kurdukları eğitim yuvalarında o belde insanlarına kendi değerlerini ulaştıracak yollar buldu, her ülkeye olumlu katkılar sunarak beğeni kazandılar.
Avrupa’ya gitmiş Türk işçilerinden bir kısmı cazibesine kapıldıkları yabancılarla yanlış ilişkilere girince geride bıraktıkları çocuklarına hamilik yapan eşlerini küçümsedi ve ortada bıraktılar. Türki cumhuriyetleri ile başlayan yurt dışı açılımına katılan eğitim gönüllülerine gelince onlar, kendilerine yapılan bu tür tekliflere kapıları kapattı kimsenin namusuna göz dikmedi, oralara namuslu insanlar yetiştirmek için gittiklerini hiç hatırdan çıkarmadılar.
-Bilhassa Bolşevik Rus rejiminin etkisi altında bütün ahlaki değerleri yok edilmiş irili ufaklı Türk topluluklarında içki, gayrı meşru ilişkiler sıradan hale gelmişti, ancak o ülkelere giden gönüllüler, karakter zaafına uğratılmış soydaşlarıyla her gün çalışmak mecburiyetinde kalsalar bile ahlaki değerlerinden taviz vermediler ve bu özellikleriyle de tüm Orta Asya’da nam saldılar. Onlar, yanlış ilişkilere asla kapı aralamadıkları, zorlamalara rağmen su gibi tüketilen alkole en küçük bir meyil göstermedikleri için imtiyaz kazandılar.
Türki cumhuriyetlerinde belli yaşın üzerindeki yerli vatandaşlar,
-Rus rejiminin kasıtlı asimilasyon politikası gereği ahlaki değerleri yozlaştırdığını,
-Dini değerler eğitiminin engellendiğini, Müslüman toplulukların zaaflarıyla baş başa bırakıldığını,
-Onların önüne dinin menettiği her türlü yanlışa girme fırsatları sunularak kötülüğe açık hale getirdiğini biliyorlar. O yüzden de değerleri yükseltme misyonu ile Türkiye’den gelmiş misafirlerine çok saygı gösterdiler.
Gönüllüler, gittikleri her ülkenin kültürüne uygun yol ve yöntemler geliştirerek oralarda yüksek değerlere sahip genç nesiller yetiştirme yolu buldular. Başlangıçta Türkiye’den giden rehberlerle yürütülen faaliyetler bir süre sonra o belde vatandaşı genç öğretmen adaylarına devredildi ve aşamalı olarak yüksek değerlerle donatılmış yerel eğitimciler bu sorumluluğu üstlendiler. Şimdilerde Türkiye’den gelen tüm desteklerin kesilmesiyle biraz sarsıntı yaşansa da kısa sürede yeniden toparlandılar, ülkelerinde toplumu ahlaki değerlerle buluşturma gayretlerine ortamın elverdiği ölçüde geliştirip yaymak için kolları sıvadılar.
Dünyanın her yerinin şartları farklı olduğundan oralarda eğitim hizmeti yürütmek isteyenler, temel esaslarda olmasa da yaşantılarından bir kısım fedakârlıklar yapmaları gerektiğinde, bunu hangi kıstaslara göre olacağının çerçevesini çok iyi belirlediler, bu yüzden hedef ve niyetlerini hep korudu asla laubaliliğe girmediler.
-İdari yapının, ülkedeki bireylerin yaklaşımlarını, konjonktürün önlerine koyduğu sınır ve fırsatları araştırdılar.
-Toplumların, gelecek hedef ve beklentilerini dikkate aldılar.
-Yerel yaşam şartlarının, genel akışına aykırı davranmadan hizmetlerini sürdürme yolları aradılar.
-Farklı kesimlerin farklı düşünceden insanların anlayışlarını hesaba katarak onlarla uzlaşmaya çalışarak ilerlediler.
Bunu basiretli hareketin gereği olarak dinden taviz vermeden yaptılar.
Farklı dünya görüşünden insanlarla endişe duymadan birlikte varlık sürdürmenin, onlara kapıları açık tutmakla mümkün olduğuna inandıkları için her kesimle diyalog yolları aradılar.
-Bireylerle, bulundukları şartların gereği olan görüşlerine saygı içinde ilişki kurmayı öğrendiler.
-Onların, varsa sivrilikleri engin bir müsamaha duygusuyla yaklaşıp en katı kalpleri eritecek yöntemler buldular.
-Evrensel insani değerlere bağlılıklarını herkese gösterip, çok geniş kesimler üzerinde etkili oldular.
-İnanç değerlerini törpülemeyecek konularda, muhataplarının yaklaşımına saygılı davrandılar.
Sıcak samimi ve insana yakışır tutumları sonucu mesafeli duranlar yakınlaştı, yıllarca düşmanlık histerisi içinde olanlar nedamet edip insanca davranışa yöneldi.
Doğru yolda olduklarını bildikleri, inandıkları değerlerin akla uygunluğunda en küçük bir tereddüt yaşamadıkları için her türlü görüş ve düşünceden insanla endişe duymadan ilişkiye girdi ve karşılıklı fikir alışverişinde bulundular. Mümkün olduğunca yanlıştan uzak durmaya özen gösterdi, mahcup olma endişesi taşımadan her yere açıldılar. İyiliklerin toplumları kuşatması için diyaloglardan hiç çekinmedi, herkese kendi öz değerlerini koruyarak ulaşma yolları buldular. Kin ve düşmanlığı sürdürenlere, bir şey anlatmanın mümkün olmayacağını bildikleri için önce bu düşmanlıkları ortadan kaldırmayla işe başladılar. Hayatını başkalarına zarar vermeye adamış en art niyetli kesimlerin bile, geçmişte yaptıkları kötülükleri bir kenara bırakıp uzlaşma çareleri aradılar.
Global bir köy haline gelmiş dünyada, farklı din mensuplarıyla iletişim içinde olmanın, akideye aykırı olmayan programlarına katılmanın dinen bir mahzuru olmadığı düşüncesiyle birçok engeli aşıp gönül kazandılar. Farklı dünya görüşünden insanlarla, değişik vesilelerle bir araya gelip güven duygusu oluşturdu ve fikir alışverişi yapma fırsatı buldular. Sertliğe aynı yöntemle karşılık vermeyi düşünmedi, muhataplarını yumuşatarak onları yeni tekliflere açık hale getirdiler.
Başkalarının değerlerine alaka duyduklarını gösterdiler, böylece onların da kendi değerlerine alaka duymaya saygılı davranmaya davet ettiler. Onların hallerini sordu, dini kültürel etkinliklerine katıldı ve aynı şeyleri onların yapmasının yolunu açtılar. Bu ortamda dünyaya artı değer katacak birçok güzelliği başkalarıyla paylaşma şansı yakaladılar. Vatikan’da papayla görüşmeyi dinden bir taviz olarak görmedikleri için bir dinin en üst düzey temsilcisiyle endişe duymadan görüşüp diyalog kurdular.
Bu ve benzeri görüşmelerin çok olumlu neticeleri oldu birçok kapı onların referansı ile açıldı, kuşkuyla bakan farklı ülke yöneticilerinin endişeleri yok edildi. Birbiriyle buluşan tarafların her birinin bunu kendi değer dünyası açısından kullanmasından da kuşku duyulmadı, açık yüreklilikle bu türden ortamlar hazırlanınca aradaki buz dağları erimeye başladı. İddialarının aksine bu yaklaşım dayanaksız değildi, İslam peygamberinin (SAV) Necran Hristiyan heyetine ve farklı ülkelerden gelen elçilere mescidini açması, orada misafir etmesi izzet-i ikramda bulunmasını dikkate alarak davranış geliştirdiler.
O, mesajlarını aktarmadan önce ortamın müsait hale gelmesine özen gösterdi, bu sebeple kapalı kutu görünümünden onları kurtarıp herkesin istifadesine sundu. Yani sözden önce davranışlarının diliyle insanların kalplerini eritti tereddütleri ortadan kaldırdı. Onun, herkese açık bu içten tutumu sayesinde en katı kalpler yumuşadı, bunu yaparken bütün gayesi yıkmak olanların kötülüklerinden korunmayı da ihmal etmedi.
Şerlerinden emin olmak için onların meşru daire dışına çıkmayan eylemlerine kısmen de olsa destek oldu, bir şekilde kötülerin verecekleri zararları en aza indirmeye çalıştı.
-Toplum genelinin faydasına olan hususlarda kendisi bir kısım zararları göğüslemekten kaçınmadı.
-Hz. Ömer bile Hudeybiye şartlarını kabullenmekte zorlanırken Efendimizin (SAV), ağır barış şartlarına onay verdi. Başlangıçta geri adım gibi görünen bu tavrı zamanla kazanca dönüştü, mesajları tüm Arap yarımadasına yayıldı. Başkalarının taviz gibi gördüğü küçük fedakarlıklarla uzun vadede daha geniş kesimlerin gönlü fethedildi. Bazılarının yanlış yorumlamasına bakmadan daha büyük faydalar için kısmi bazı zararları göze aldı ve uzun vadede kazançlı çıkacak yollar buldu. Kaldı ki o, getirdiği güzellikleri başkalarının istifadesine sunduğu gibi başkalarına ait güzelliklere de kapalı değildi, birçok kez onlardan görüş almış ve dine aykırı olmayan görüşlerden faydalanmıştı.
Onun, ortaya koyduğu örnekler başkalarıyla diyalog kurmanın mahzurlu olmadığının aksine yeni açılımlara vesile olduğuna en büyük delil. Çünkü Peygamberimiz (SAV), şahsi hayatında dinin getirdiği emirlere en ince ayrıntısına kadar dikkat ettikten sonra farklı kesimlerle diyaloga geçmesi onlara müsamahakâr davranmasında mahzur olmadığını yaşayarak gösterdi, bunu inandığı değerleri başkalarıyla paylaşmanın bir gereği olarak yaptı.
Onun, misafirlerini adeta evinin içine kadar alması, onlara saygılı davranıp harekeleriyle muhataplarında saygı hissi oluşturması sayesinde diğer din mensupları etrafında toplandı. Farklı kesimlerle diyalogun dinin temel esaslarıyla çelişmediği ortada. Bunlara taviz diyenler dinin temel esprisini anlamakta zorlananlardır. Nasıl o, bunları dinden bir taviz olarak görmediyse, diğerleriyle münasebet sırasında yaşadığımız bazı birliktelikler de değerlerden taviz olarak algılanmaz. Efendimizin (SAV) yüce yaratıcı tarafından insanlarla iyi geçinmek üzere vazifelendirildiği ifade etmesi de bunu teyit eder. O, herkesle anlayış düşünce dünyası ve kültür ortamına göre münasebete geçmekle görevlendirilmişti. Eğer o, bunu yapmamış olsaydı getirdiği harikulade mesajları muhataplarına ulaştıramazdı. Bütün bunlar bir anda her şeyi değiştirmeye çalışanların, reaksiyonla karşılaşacağını başarısız olup geri dönmek zorunda kalacağına işaret ediyor, halbuki sabredenlerin az bir özveri ile daha olumlu sonuçlar alacağını gösteriyor. Belki fedakarlıklar gaddar soykırımcıları şimdilik frenleyemedi ama medeni dünyanın kabulünü de durduramadılar.
*Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “herkul.org” sitesindeki yazısından faydalanılmıştır.
İsmail S. Gülümser