Ekrem Dumanlı son Çıkış Yolu programında Erdoğan’ın bütün siyasi hayatının yalan üzerine kurulu olduğunu örnekleriyle anlattı. Olayları halkı etkileyecek bir argümanla süsleyip daha çok ses getirmek isterken, birçok kez muhataplarını toplum nezdinde şeytanlaştıracak kadar ileri düzeyde yalanlar ürettiğinden bahsetti.
Onun en öncelikli meselesi, hedefine koyduğu insanları aşağılayacak ajitasyon içeren ifadelerle konuşmalarını süslemekti, bu yüzden gerektiğinde hiç olmadık yalanları kullanmaktan kaçınmadı. ‘Müslüman yalan söyler mi?’ itirazlarını kendine göre dini bir referans bulup savuşturdu, öne çıkmak istedikçe yalan söyledi. Yalan ve sahtekarlığı peygamberimizin savaş hiledir şeklinde yorumladıkları ”Harp hudadır” sözüne bağladılar.
Dumanlı, siyasal İslamcıların işledikleri her suçu bu hadise dayandırarak kendilerine günaha açık özgür bir alan oluşturduklarını ve birçok konuda kolayca yanlış yollara saptıklarından bahsediyor. Ahmet Kurucan, ”Harp hudadır” cümlesini menfaat hesaplarına göre yorumlayanları, hadisi anlamakta zorlanan, ona yanlış manalar verip zaaflarına dinden kılıf uydurmaya, suç işleyerek kısa sürede rekabette öne çıkmaya çalışanlar olarak bakıyor.
Onun açıklamasına göre Arapçada “huda” ifadesi,
“Maharet-marifet-hüner-ince sanat-geliştirilmiş teknik-çare-bir probleme karşı çözüm geliştirme, kurnazlık yapma” gibi anlamlara geliyor. Hadisteki huda sözünü Türkçemize hile olarak tercüme edenler, ona dayanarak yaptıkları her kusura fetva uyduruyor. Hatta onun anlamını tamamen değiştirerek bu ifadeden gayrı meşru yollar kullanarak başkalarını aldatmanın mübah olduğu sonucunu çıkarıyorlar.”
İkinci bir dayanakları olan “hile-i şeriyye” kavramı da “sadece meşru ve hukuki çözüm bulmak” için kullanılmış, ancak bugünkü fetvacılar bunu da çarpıtarak “kitabına uydurup her suçu serbestçe işleme hürriyeti” olarak yorumlamışlar. Huda, kelimesini Türkçemize hile olarak tercüme edenler hadisten kendilerine sınırsız suç işleme alanı çıkarmışlar. Halbuki bu, görüşmelerle sorunu çözememiş, son çare savaşmak zorunda kalmış bir topluluğun, farklı taktikler kullanarak muhatabını şaşırtıp savaşı daha az zayiatla sonlandırması için verilmiş sınırlı bir ruhsat.
Gayrı meşru yollar kullanarak istediğini elde etmeye yönelenler bu hadise dayanarak savaşta olduklarını ve her türlü sahtekarlığı yapmaya haklarının olduğunu düşünüyorlar. Dinde savaş hukukuna bağlı olarak verilmiş bazı uygulamaları saptırıp onları günlük hayatta işledikleri her günaha payanda yaparak,
“İftira atıyor, kolayca insanlar hakkında olmadık yalan yanlış bilgiler yayıp gıybeti basın yoluyla yayıyor, haksızlık yapıyor, insanların şeref ve haysiyetleriyle oynuyor, hatta daha da ileri gidip yönetimi ellerinde tutmak için masum vatandaşları öldürmeye bile haklarının olduğunu zannediyorlar.”
Ali Bulaç da, İslam dünyasının yaşadığı ahlak krizinin arkasında yatan sebepleri anlattığı yazısında, “harp hiledir” sözünü yanlış yorumlayanların, rakipleriyle mücadele ederken dinin temelini oluşturan ahlaki normları ve hukukun en temel kurallarının kolayca ihlal ederken dini dayanak gösterdikleri bu hadis hakkında,
“Bu ruhsatın sadece fiili sıcak çatışmaların olduğu yerlerde insan hayatını korumaya dönük kullanılabileceğini” vurguluyor. Siyasi ve ticari rekabetlerde bu hadisi uygulamaya kalkanların kasıtlı olarak dini bir kavramı suistimal ettiklerini, aynı dine mensup insanların ortada bir savaş hali olmadan muhaliflerine karşı bu yolu asla kullanamayacağına işaret ediyor. Savaş hukukuna göre verilmiş bir hükmün siyasi ve ticari rekabetlerde kullanılması dindarların kendi elleriyle hukuk nizamını ortadan kaldırmasına yol açtığını anlatıyor.
Hadis bunu amirken Erdoğan ve onun çevresinde toplanmış sapkın bir grup netice almak için her dönem ses getirecek sansasyonel yalanlara sığınıp muhataplarını köşeye sıkıştırdı ve adım adım ülke yönetimini gasp ettiler.
Gezi parkı olaylarında Erdoğan, mağdur rolüne soyunup halkı yanına çekmeye çalışırken, muhataplarını insanlık dışı sıfatlarla yaftalayacak yalanlarla toplumu kutuplaştırdı. Kendisini desteklemeyenlerin toplandığı sosyal grupları topyekûn karaladı. İntikamcı ve suçlayıcı bir dil kullanarak tehlikeyi büyütmekten kaçınmadı. Onları,
”Edepsizler, çapulcular, işgalciler, vandaller, alçaklar, teröristler, provokatörler, sürtükler” diyerek aşağıladı.
Bunlar camide içki içtiler diyerek onları halk önünde şeytanlaştırdı. Sonrasında çıkan olaylarda bazı vatandaşlar hayatını kaybetti. Konunun geçtiği iddia edilen Kabataş cami görevlileri böyle bir şeyin hiç yaşanmadığını anlatmasına rağmen yıllardan beri aynı yalanı sürdürüyor.
Erdoğan, “İsrail devletinin karşı çıkacağı bir eyleme izin verip masum vatandaşları kırdırmayın” uyarılarını dinlemedi, halk nezdinde itibarını artırmak toplumdaki Yahudilere karşı duruşu kullanıp insanları etrafında toplamak için Mavi Marmara gemisini ben gönderdim diyerek Filistin destekçisi görünüp prestij kazandı. İsrail’le ilişki kurması gerektiğinde bu kez teşvik ettiği grupları suçladı bana mı sordunuz deyip onları ortada bıraktı.
Hırsızlıkları açığa çıktığında mağdur edilmiş bir görüntü oluşturmak için kızı Sümeyye’ye suikast yalanını basına servis etti, masumları cinayete teşebbüsle suçladı. Daha sonra bu iftiranın sahte evrakla ayarlandığı açığa çıktı.
17-25 Aralık’ta hırsızlıkları ortaya saçılınca bir yandan yolsuzluğa dinden dayanak buldu, “Yolsuzluk hırsızlık değildir” fetvası verdiler, bir yandan da çok net delilleri itibarsızlaştırmak için hırsızları suç üstünde yakalayan polisleri, kendilerine kumpas kurma yalanıyla suçlayıp tutuklattılar. Daha sonra yakalanan tüm paraları utanmadan geri aldıkları halde onları polislerin koyduğunu bile iddia ettiler.
15 Temmuz’da cemaatin kendilerine karşı darbe yaptığı yalanıyla toplumu kandırıp masum insanları suçladılar. 300’e yakın vatandaşın öldüğü bir darbeyi kurgulayıp tek başlarına yönetimi gasp etti ve hukuk düzenini ortadan kaldırdılar. Yaklaşık 7 yıldan beri yüzbinlerce insan onların ülkeyi ele geçirmek için kurguladıkları bir yalanın kurbanı olarak hapislerde sürünüyor. Binlerce insan sağlıksız ortamlarda hayatını kaybetmişken, on binler çok zor şartlar altında yurt dışında farklı ülkelere kaçıp sığınmak mecburiyetinde kalmışken onlar, kendilerini desteklemeyen dindar bir topluluğun acı ve ızdırabı üzerine kurdukları yalana dayalı saltanatın keyfini sürüyor.
Yolsuzluğun rüşvet olmadığı bunun rakiplerine fark atmak için gerekli olduğuna inanmış birkaç kişiyle İstanbul belediyesinden itibaren başladıkları çalma işlemini her geçen gün genişlettiler. Parti kurup eski parti başkanları Erbakan’ı yolsuzluk gelirleriyle saf dışı etti, yılların emeğiyle oluşturduğu oy potansiyeline sahtekarlıkla el koydular. Devlet hazinesinden çaldıkları paralarla girdikleri ilk seçimde kendi arkadaşlarının da olduğu muhalif partileri aşağılayıcı karalama kampanyalarıyla baraj altına itip iktidara geldiler. Devlet yönetiminde ilk işleri her ihalede kanun değiştirip yolsuzluk düzeni kurmak ve keselerine kaynak aktarmak oldu.
Kendilerini İslam dünyasının halifesi gibi görüyor ve tüm devlet gelirlerinden pay almaya haklarının olduğunu düşünüyorlar bu yüzden de her türlü yalan ve sahtekarlığı işlemekte beis görmüyorlar. Cemaat mensupları dahil suçlarına ortak olmayı kabul etmeyen tüm devlet memurlarını ya kızağa çekti ya görevden attılar, yerlerini daha önce suça bulaşmışlarla doldurup devlet içinde bir sahtekarlık çetesi kurdular. Bir dönem suçlara ortak olmuş olayları içerden yaşayan biri olan Ali Yeşildağ suçluların yetkiyi gasp ettiği bu devlet çetesini, “Erdoğan’ın kurduğu dünyanın en büyük suç çetesi” olarak tanımladı.
28 Mayıs’ta ülke ikinci turu yapılan bir seçimle devlet başkanını seçiyor. Erdoğan yalanlarına hız kesmeden devam ediyor. İlk tur öncesi, montaj olduğu herkesçe bilinen rakibi aleyhinde bir kaseti halka seyrettirdi, toplumda ona karşı yalanla tepki oluşturmaya çalıştı. Sonra TV ekranında bu kasetin montaj olduğunu açıkça itiraf edince, yetkili ağızlar bu yalanı savunmak için bin dereden su getirmek zorunda kaldı.
İrfan Galip Dumlu da Erdoğan’ın seçim yalanlarını şöyle sıralamış. Kılıçdaroğlu’nu; LGBT destekçisi, başörtüsü karşıtı, Diyanet’i kapatacak, savunma sanayinin yok edecek gibi yalan ve iftira içerikli billboardlarla karaladılar.
1999 da kurulan Harran Üniversitesi’ni, 1925’teki Esenboğa ve 1980’deki Menderes havalimanlarını kendilerinin yaptığı yalanını söylediler. Basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 165. sıraya düşmüş bir ülkede basının özgür olduğu, ekonomisi batmış bir ülkeyi ekonomisi şaha kalmış, geri kalmış bir ülkeyi uçak-tank üreten bir ülke, yargısı tüketilmiş bir ülkeyi hukukta örnek ülke gibi gösterecek yalanlarla halkı kandırmada beis görmediler.
İkinci turda laiklere yönetimi kaptırmama yalanıyla uyutulan halkın sağlıklı karar vermesi kolay değil, ama bugünkü seçim ülke için çok hayati. Uzmanlar bu seçimin referandum olduğunu söylüyor.
Yani ya dindar ama her türlü yalanı söylemeye, her türlü sahtekarlığı yapmaya dinden fetva uydurup istedikleri gibi suç işleyenlere ülkeyi teslim edilecek. Ya da dini hassasiyetleri onlar kadar olmadığı bilinen ama toplumu aldatıp kandırmayı, yalan söylemeyi, sahtekarlığı siyaset yöntemi olarak kullanmayacaklara idare verilecek.
-Mafya kontrolündeki basın bombardımanıyla beyni yıkanan yalanlarla kandırılan halk, iradesi ipotek altına alındığından, elindeki bütün kaynakları kurutacak bir suç şebekesine yetki verirse kendi sonunu hazırlamış olacak.
-Eğer muhalif cephe türlü seçim hilelerini aşıp başkanlığı kazanırsa onlar, ekonomisi yıkılmış çökmüş bir ülkeyi alıp yeniden ayağa kaldırmak için yıllarca çabalaması gerekecek.
Şu saatler Erdoğan’ın ikinci turu kazandığı haberleri duyuruldu, muhalefet hileli işlemleri sonuna kadar takip edip sandıkta kazandığını takip ederse, ülke için umut ışığı devam edecek. Erdoğan, atı alıp Üsküdar’ı geçerse o, batırdığı ekonominin altında ezilirken vatandaşların bu girdaptan kurtuluş süreci biraz uzayacak. Kim bilir bu biraz sancılı bir döneme sebep olsa da herkesin uyanmasıyla neticenin rahmetle sonuçlanmasına vesile olacak.
İsmail S. Gülümser