Düşüncelerdeki isi-pası silecek bir iksir varsa, o da meşverettir.
Hani o Uhud’daki, “sonu zafer” olan “muvakkat hezimet” gibi bir şey… “Hezimet” demem ben; O’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) iştirak ettiği hiçbir şeye “hezimet” demem. Uhud’un peşinden buyuruluyor ki “İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir. Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi. Öyleyse onların kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile ve işleri onlarla müşavere et. Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah’a tevekkül et. Allah muhakkak ki kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Âl-i Imrân, 3/159)
“Eğer Sen, katı kalbli olsaydın, etrafındaki insanlar, dağılır giderlerdi.” “Affet onları!.. “Bir de Allah’tan yarlıgama dile onlar için!” “İşleri onlarla müşavere et.” Bakın, meşveret ediyor; meşverette dediklerini ileriye sürüyor gençler. O da (sallallâhu aleyhi ve sellem) meşveretin hatırına Uhud’a çıkıyor. O büyük tefsir sahibinin ifadesiyle “Orada bütün ordusunun helâk olduğunu/olacağını bilseydi bile meşveretin hatırına yine oraya çıkardı.” Çünkü Kur’an-ı Kerim, Şûrâ Sûresi’nde, mü’minleri methettiği yerlerde, bir çok önemli şeyin sonunda, atıf yaparak -ki ma’tuf, ma’tufun aleyh’in hükmündedir- şöyle buyuruyor: “Onların işleri de kendi aralarında şûrâ iledir.” (Şûrâ, 42/38) “Onlar, öyle yüce kâmetlerdir ki, aralarındaki her meseleyi meşveret ile çözerler.”
Evet, düşüncelerdeki isi-pası silecek bir iksir varsa, o da meşverettir. Tekrar edeyim mi?!. Düşüncelerdeki isi-pası silecek, yürüdüğü yolda insanın yolunu aydınlatacak bir projektör varsa, o da meşverettir”.
Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) meşveret ediyor ve çıkıyor oraya. Fakat sonra “Siz beni böyle bir şeye zorladınız!” diye kınamıyor. Neden? Çünkü O (sallallâhu aleyhi ve sellem) “Rahmet Peygamberi”; Cenâb-ı Hakk’ın Rahmâniyetini, Rahîmiyetini, Hannâniyetini, Mennâniyetini, utûfetini temsil ediyor. Allah, evvelâ donanımı ile alakalı ona bir hatırlatmada bulunuyor: Adeta “Sen, -esasen- bu mülahazaların âbide şahsiyetisin!” buyuruyor. Hem de “Âlemlere rahmetsin!” diyor, “Sadece Sana inanan ve arkanda olanlara değil!..” Nasıl ki buyuruyor: “Benim adım, Güneş’in doğup-battığı her yere ulaşacak!” Çünkü o adın ulaşması, bir yönüyle Cennet’in sırlı kapılarını açacak anahtardır. diyen herkes kurtulur. “Adın ulaşması”, odur. O (sallallâhu aleyhi ve sellem), penguenlere kadar o nâm-ı celîl-i Nebevî’nin ulaşması hülyalarıyla oturup-kalkıyor. Böyle bir Rahmeten li’l-âlemin.. böyle bir Rahmeten li’l-âlemin!..
Düşüncelerdeki isi-pası silecek bir iksir varsa, o da meşverettir.
Hani o Uhud’daki, “sonu zafer” olan “muvakkat hezimet” gibi bir şey… “Hezimet” demem ben; O’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) iştirak ettiği hiçbir şeye “hezimet” demem. Uhud’un peşinden buyuruluyor ki “İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir. Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi. Öyleyse onların kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile ve işleri onlarla müşavere et. Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah’a tevekkül et. Allah muhakkak ki kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Âl-i Imrân, 3/159)
“Eğer Sen, katı kalbli olsaydın, etrafındaki insanlar, dağılır giderlerdi.” “Affet onları!.. “Bir de Allah’tan yarlıgama dile onlar için!” “İşleri onlarla müşavere et.” Bakın, meşveret ediyor; meşverette dediklerini ileriye sürüyor gençler. O da (sallallâhu aleyhi ve sellem) meşveretin hatırına Uhud’a çıkıyor. O büyük tefsir sahibinin ifadesiyle “Orada bütün ordusunun helâk olduğunu/olacağını bilseydi bile meşveretin hatırına yine oraya çıkardı.” Çünkü Kur’an-ı Kerim, Şûrâ Sûresi’nde, mü’minleri methettiği yerlerde, bir çok önemli şeyin sonunda, atıf yaparak -ki ma’tuf, ma’tufun aleyh’in hükmündedir- şöyle buyuruyor: “Onların işleri de kendi aralarında şûrâ iledir.” (Şûrâ, 42/38) “Onlar, öyle yüce kâmetlerdir ki, aralarındaki her meseleyi meşveret ile çözerler.”
Evet, düşüncelerdeki isi-pası silecek bir iksir varsa, o da meşverettir. Tekrar edeyim mi?!. Düşüncelerdeki isi-pası silecek, yürüdüğü yolda insanın yolunu aydınlatacak bir projektör varsa, o da meşverettir”.
Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) meşveret ediyor ve çıkıyor oraya. Fakat sonra “Siz beni böyle bir şeye zorladınız!” diye kınamıyor. Neden? Çünkü O (sallallâhu aleyhi ve sellem) “Rahmet Peygamberi”; Cenâb-ı Hakk’ın Rahmâniyetini, Rahîmiyetini, Hannâniyetini, Mennâniyetini, utûfetini temsil ediyor. Allah, evvelâ donanımı ile alakalı ona bir hatırlatmada bulunuyor: Adeta “Sen, -esasen- bu mülahazaların âbide şahsiyetisin!” buyuruyor. Hem de “Âlemlere rahmetsin!” diyor, “Sadece Sana inanan ve arkanda olanlara değil!..” Nasıl ki buyuruyor: “Benim adım, Güneş’in doğup-battığı her yere ulaşacak!” Çünkü o adın ulaşması, bir yönüyle Cennet’in sırlı kapılarını açacak anahtardır. diyen herkes kurtulur. “Adın ulaşması”, odur. O (sallallâhu aleyhi ve sellem), penguenlere kadar o nâm-ı celîl-i Nebevî’nin ulaşması hülyalarıyla oturup-kalkıyor. Böyle bir Rahmeten li’l-âlemin.. böyle bir Rahmeten li’l-âlemin!..
Düşüncelerdeki isi-pası silecek bir iksir varsa, o da meşverettir.
Hani o Uhud’daki, “sonu zafer” olan “muvakkat hezimet” gibi bir şey… “Hezimet” demem ben; O’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) iştirak ettiği hiçbir şeye “hezimet” demem. Uhud’un peşinden buyuruluyor ki “İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir. Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi. Öyleyse onların kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile ve işleri onlarla müşavere et. Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah’a tevekkül et. Allah muhakkak ki kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Âl-i Imrân, 3/159)
“Eğer Sen, katı kalbli olsaydın, etrafındaki insanlar, dağılır giderlerdi.” “Affet onları!.. “Bir de Allah’tan yarlıgama dile onlar için!” “İşleri onlarla müşavere et.” Bakın, meşveret ediyor; meşverette dediklerini ileriye sürüyor gençler. O da (sallallâhu aleyhi ve sellem) meşveretin hatırına Uhud’a çıkıyor. O büyük tefsir sahibinin ifadesiyle “Orada bütün ordusunun helâk olduğunu/olacağını bilseydi bile meşveretin hatırına yine oraya çıkardı.” Çünkü Kur’an-ı Kerim, Şûrâ Sûresi’nde, mü’minleri methettiği yerlerde, bir çok önemli şeyin sonunda, atıf yaparak -ki ma’tuf, ma’tufun aleyh’in hükmündedir- şöyle buyuruyor: “Onların işleri de kendi aralarında şûrâ iledir.” (Şûrâ, 42/38) “Onlar, öyle yüce kâmetlerdir ki, aralarındaki her meseleyi meşveret ile çözerler.”
Evet, düşüncelerdeki isi-pası silecek bir iksir varsa, o da meşverettir. Tekrar edeyim mi?!. Düşüncelerdeki isi-pası silecek, yürüdüğü yolda insanın yolunu aydınlatacak bir projektör varsa, o da meşverettir”.
Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) meşveret ediyor ve çıkıyor oraya. Fakat sonra “Siz beni böyle bir şeye zorladınız!” diye kınamıyor. Neden? Çünkü O (sallallâhu aleyhi ve sellem) “Rahmet Peygamberi”; Cenâb-ı Hakk’ın Rahmâniyetini, Rahîmiyetini, Hannâniyetini, Mennâniyetini, utûfetini temsil ediyor. Allah, evvelâ donanımı ile alakalı ona bir hatırlatmada bulunuyor: Adeta “Sen, -esasen- bu mülahazaların âbide şahsiyetisin!” buyuruyor. Hem de “Âlemlere rahmetsin!” diyor, “Sadece Sana inanan ve arkanda olanlara değil!..” Nasıl ki buyuruyor: “Benim adım, Güneş’in doğup-battığı her yere ulaşacak!” Çünkü o adın ulaşması, bir yönüyle Cennet’in sırlı kapılarını açacak anahtardır. diyen herkes kurtulur. “Adın ulaşması”, odur. O (sallallâhu aleyhi ve sellem), penguenlere kadar o nâm-ı celîl-i Nebevî’nin ulaşması hülyalarıyla oturup-kalkıyor. Böyle bir Rahmeten li’l-âlemin.. böyle bir Rahmeten li’l-âlemin!..
Düşüncelerdeki isi-pası silecek bir iksir varsa, o da meşverettir.
Hani o Uhud’daki, “sonu zafer” olan “muvakkat hezimet” gibi bir şey… “Hezimet” demem ben; O’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) iştirak ettiği hiçbir şeye “hezimet” demem. Uhud’un peşinden buyuruluyor ki “İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir. Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi. Öyleyse onların kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile ve işleri onlarla müşavere et. Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah’a tevekkül et. Allah muhakkak ki kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Âl-i Imrân, 3/159)
“Eğer Sen, katı kalbli olsaydın, etrafındaki insanlar, dağılır giderlerdi.” “Affet onları!.. “Bir de Allah’tan yarlıgama dile onlar için!” “İşleri onlarla müşavere et.” Bakın, meşveret ediyor; meşverette dediklerini ileriye sürüyor gençler. O da (sallallâhu aleyhi ve sellem) meşveretin hatırına Uhud’a çıkıyor. O büyük tefsir sahibinin ifadesiyle “Orada bütün ordusunun helâk olduğunu/olacağını bilseydi bile meşveretin hatırına yine oraya çıkardı.” Çünkü Kur’an-ı Kerim, Şûrâ Sûresi’nde, mü’minleri methettiği yerlerde, bir çok önemli şeyin sonunda, atıf yaparak -ki ma’tuf, ma’tufun aleyh’in hükmündedir- şöyle buyuruyor: “Onların işleri de kendi aralarında şûrâ iledir.” (Şûrâ, 42/38) “Onlar, öyle yüce kâmetlerdir ki, aralarındaki her meseleyi meşveret ile çözerler.”
Evet, düşüncelerdeki isi-pası silecek bir iksir varsa, o da meşverettir. Tekrar edeyim mi?!. Düşüncelerdeki isi-pası silecek, yürüdüğü yolda insanın yolunu aydınlatacak bir projektör varsa, o da meşverettir”.
Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) meşveret ediyor ve çıkıyor oraya. Fakat sonra “Siz beni böyle bir şeye zorladınız!” diye kınamıyor. Neden? Çünkü O (sallallâhu aleyhi ve sellem) “Rahmet Peygamberi”; Cenâb-ı Hakk’ın Rahmâniyetini, Rahîmiyetini, Hannâniyetini, Mennâniyetini, utûfetini temsil ediyor. Allah, evvelâ donanımı ile alakalı ona bir hatırlatmada bulunuyor: Adeta “Sen, -esasen- bu mülahazaların âbide şahsiyetisin!” buyuruyor. Hem de “Âlemlere rahmetsin!” diyor, “Sadece Sana inanan ve arkanda olanlara değil!..” Nasıl ki buyuruyor: “Benim adım, Güneş’in doğup-battığı her yere ulaşacak!” Çünkü o adın ulaşması, bir yönüyle Cennet’in sırlı kapılarını açacak anahtardır. diyen herkes kurtulur. “Adın ulaşması”, odur. O (sallallâhu aleyhi ve sellem), penguenlere kadar o nâm-ı celîl-i Nebevî’nin ulaşması hülyalarıyla oturup-kalkıyor. Böyle bir Rahmeten li’l-âlemin.. böyle bir Rahmeten li’l-âlemin!..