Hüseyin Çelik, Turkish Post‘un sorularını yanıtladı. Söyleşinin bir kısmı şöyle:
“MHP’nin AK Parti siyasetini yönlendirdiği, yargı ve güvenlik bürokrasindeki gücü sayesinde ülkeyi adeta tek başına yönettiği yönündeki eleştirilere katılıyor musunuz?
MHP’nin tek başına ülkeyi idare ettiği iddiası biraz abartılıdır ama çok etkili olduğunu söyleyebilirim. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilirken esas gerekçe Türkiye’yi koalisyonlardan kurtarmaktı. Eskiden koalisyonlar seçimden sonra yapılıyordu; şimdi ise koalisyonlar seçimden önce yapılıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki yüzde 50+1 AK Parti’yi MHP’ye adeta mahkûm etmiştir. Bu sistemin MHP’nin teklifi olduğu dikkate alınırsa kendileri açısından maksat tahakkuk etmiş durumdadır.
MHP, sarıldığı bitkileri yok eden aşeka bitkisi gibidir. 1970’li yıllardaki MC (Milliyetçi Cephe) içindeki varlığıyla Adalet Partisi’ni, 1990’lı yılların sonunda koalisyon ortağı olduğu DSP’yi yok olmaya doğru sürüklediği gibi, şimdi de AK Parti’yi zevale doğru sürüklemektedir. MHP ile ortaklığın bir başka dezavantaj ve çıkmazı, Türkiye’deki Kürtlerin AK Parti’den soğuması ve son seçimde olduğu gibi ondan kaçmasıdır.
Ülkemizdeki bir kitle partisi, Türkçü siyasetle yakınlaşırsa Kürtleri; Kürtçü siyasetle yakınlaşırsa Türkleri kaybeder. Bu sonucu tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yoktur. MHP, devletçi refleksleri her zaman ön planda olan bir partidir. Bireyin hakları ve özgürlükler MHP’nin umurunda bile değil. AK Parti’nin 90’lı yılların güvenlikçi politikalarına sıkı sıkıya sarılmasında da MHP’nin çok büyük rolü vardır.
MHP’nin hükümeti karşılıksız desteklediği de koca bir yalandır. Hiçbir sorumluluk taşımadıkları halde devletin bütün imkân ve fırsatlarından fazlasıyla yararlanıyorlar. Birçok ilde MHP il başkanlarının AK Parti il başkanlarından daha etkili ve yetkili olduğunu sağır sultan bile biliyor. Devlette çok ciddi bir şekilde kadrolaştıkları da her kesin bildiği bir gerçektir.
Seçim sonrası AK Parti’de büyük bir özeleştiri beklentisi vardı. Ancak bazı bakanların değişimi, il başkanlarının görevden alınması gerçekleşti. Sizce bu değişimler, seçim hezimeti için yeterli mi?
Bugüne kadar yaşanan bütün seçim galibiyetleri kime mal edildiyse, mağlubiyetin sahibi ve sebebi de öncelikle odur. Yetki ve sorumluluk doğru orantılıdır. Kimin yetkisi ne kadarsa sorumluluğu da o kadardır. En yetkili, bütün yetkililerin de yetkilisi genel başkan olduğuna göre seçim mağlubiyetinin en büyük sorumluluğu da ona aittir. Bazı bakanları, genel başkan yardımcılarını veya il başkanlarını değiştirmek, ense tıraşı yapmak gibi bir şeydir. Halbuki AK Parti’nin bitlenmiş saçı kazıması lâzım. Yenilgide ehliyetsiz kadroların elbette payı vardır. Ancak çapsız fakat kayıtsız şartsız biat edenleri oraya getiren ve tercih eden de liderse orada yanlışı başka yerde aramamak lazım.
Sayın Cumhurbaşkanı şayet özeleştiri yaptıracaksa bence kendisinden başlamalıdır. Yanlış şahıslar bir de yanlış politikalarla birleşmişse orada zeval mukadder olmuş demektir. AK Parti’nin silkinmesi ve kendisine gelmesi için önce kendisi olması lazım. Bu, fabrika ayarlarına dönmekle olur. AK Parti’nin özgürlükçü ve demokratik olan programı fabrika ayarlarıdır. Peki AK Parti bu programa döner mi? Ne yazık ki, hiç ümitvar değilim.
AK Parti-MHP ilişkisinin sonunu nasıl görüyorsunuz?
MHP, devlet partisi olduğu için devlet aklı onlara nasıl hareket etmeleri gerektiğini söylerse öyle hareket ederler. Başta Sayın Erdoğan olmak üzere bütün AK Parti camiasına ağız dolusu hakaret eden, hatta küfreden Sayın Bahçeli’ye ne oldu da Erdoğan’ın bir numaralı havarisi haline geldi? Piyasada, bu değişim ile ilgili çok dedikodu var ama ben bunların hiçbirine şahsen itibar etmiyorum.
Esas mesele şuydu: Derin devlet bunlara “biz bu adamı seçim meydanlarında, seçim sandıklarında yenemiyoruz. Yanına yöresine gidin ve bize benzetin dediler. Sağ tarafına Sayın Devlet Bahçeli, sol tarafına Sayın Doğu Perinçek tayin edildi. Doğu Perinçek’in sürekli “o bizim çizgimize geldi” şeklindeki beyanlarına bugüne kadar AK Parti cenahından bir itiraz geldi mi? Tabii ki hayır. Günün sonunda AK Parti’ye ve Sayın Erdoğan’a en büyük zarar yine bunlardan gelecek. Yaşarsak hep birlikte göreceğiz. Yani bu birliktelik mezara kadar değil, pazara kadardır…
Yeni anayasa tartışmaları bağlamında bir genel af ilan edilmesi gibi talepler de son dönemde sıklıkla dile getiriliyor. Sizce Türkiye’nin böyle bir affa ihtiyacı var mı, varsa affın kapsamı nasıl olmalı?
Yeni Anayasa kapsamında olmasa da Türkiye’de bir genel affa ihtiyaç vardır. 15 Temmuz bir fevkalade dönemdir. Olağanüstü dönemlerde akıldan ziyade duygular galeyandadır. Galeyan geldi mi mantık savuşur. Malum alçak darbeyi kim tahrik, teşvik, tertip ve tatbik ettiyse Allah hepsini bin kere kahretsin. Onlar bu hain teşebbüsle birçok günahsız insanın kanına girdiler. Kamudan yaklaşık yüz elli bin kişinin işine sorgusuz sualsiz son verildi. Böyle bir muameleyi hak eden vardı, kesinlikle hak etmeyen vardı. Şapla şeker birbirine karıştı. Mahkemeden suçsuz olduğuna dair karar alanlardan bile birçok kimse eski işine iade edilmedi. Eften püften işlerde çalıştırılıyorlar.
Aradan geçen bunca sürede vatandaşlarımızın önemli bir kısmını geri kazanmak için daha sağduyulu düşünme fırsatı olmalıdır. Sadece “f…” davalarında değil, Gezi Parkı davalarında ve düşünce suçu ile ilgili bütün konularda demokratik hukuk devleti olan gelişmiş medeni ülkelerde bu işler nasıl yapılıyorsa bizim de aynısını yapmamız hem Türkiye’ye hem de AK Parti’nin programındaki ilkelere yakışandır. Somut delillere dayanmayan, sadece yerine göre iftira ve ithamlara dayalı, zorlama yorum ve yaftalamalarla kimse itham ve mahkûm edilmemelidir. “İrtibat” ve “iltisak” kavramları ulu orta kullanılarak kurunun yanında yaşın da yanmasına sebebiyet verilmemelidir. Bütün bunları göz önünde bulunduran bir genel af, ülke barışı açısından da çok önemlidir.”