‘Hrant Dink cinayetinin Dreyfus’u Ramazan Akyürek’ 3. Bölüm
Sanık Sabri UZUN: 14.03.2016 tarihli Ankara 2. ACM’den SEGBİS ile katıldığı ifadesin de; 17.02.2006 tarihli Trabzon’un İDB’na gönderdiği evrakın kendisine sunulmadığını, haberinin olmadığını söyler. Koruma ile ilgili işleyişin nasıl olacağı, harekete geçileceği sorusuna cevap olarak; “ihbarı alan herkes harekete geçebilir. Ekim ayında Erhan’ın YİE liğine son verilmişse yakalama operasyonu yapılması lazım” dediğinde, kimin yapması gerektiği sorusuna; “elemanlık görevine son veren makam, İDB” der. Daire başkanlığının mı yapması gerekiyor diye sorulduğunda da; “hayır daire başkanlığı elemanın görevine son verdik, bunu operasyona çevirin diye Trabzon’u uyandırması lazım” der. (Tüm işlemlerin yürütüldüğü yer; telefon dinleme, fiziki takip, önceki eleman bilgileri, vs başka bir yer mi ki Trabzon uyarılsın? Zaten elemanın görevine son veren ve bunun onayını isteyen yer de Trabzon, bunu resmileştirme adına İDB’ ye sunuyorlar. İDB’nin buradaki tek faaliyeti onaydan ibarettir.) Kendisine Erhan Tuncel’e onayı kendisinin verdiği hatırlatılınca da “hem o il faydalı görmüşse ben o ilin görüşüne katılırım, zaten yazı İl Emniyet Müdürünün yazısıyla gelir” diyor. İl ile ters düşüldüğü olur mu? sorusuna da; “Hayır, Hayır. Her zaman için olağandır” şeklinde açıklama getirir. Trabzon’dan 17.02.2006 tarihli 246 sayılı yazının daireye geldiğinde kendisinin yurt dışına gidişi nedeniyle bilgilendirilmediğini ama Ali Fuat Yılmazer’in bilgi sahibi olması gerektiğini iddia edince, uçağa yurt dışına gitmek için bindiğinizde Ali Fuat Yılmazer yanınızda değil miydi? Sorusuna da “evrakın daireye gelişini bilmiyorum, uçağa kaçta bindim bilmiyorum, saat verilirse cevap verebilirim” şeklinde kaçamak ve tutarsız cevaplar verince en son kendisine İran gezinizde A. F. Yılmazer yanınızda mıydı? Dendiğinde, kabul etmek zorunda kalıp “evet, benimle beraberdi” diyebiliyor.
08.05.2015 tarihli savcılıkta alınan ifadesi ise dikkat çekicidir. Özetle; “ses getirici eylemden kamu oyunda yankı yaratacak, domates atılması, yumurta atılması, yüze elbiseye boya sıkılması gibi eylemlerin anlaşılması gerekeceği, gönderilen bilgide Hrant Dink’in öldürüleceğine dair bir emarenin bulunmadığını, (yazı içeriğini okumamış, ya da birileriyle ağız birliği etmişcesine benzer açıklamaları yapar) yazıdaki bilginin sıradan bir istihbarat bilgisi olduğunu, Erhan’ın YİE’liğine son verilmesinin, bir alarm durumu olduğunu, bunun üzerine İDB’nin İstanbul’u önce acil sözlü, sonra yazılı uyarması gerektiğini, (mahkeme aşamasında ise İDB’nin Trabzon’u uyarması gerekirdi diyor), F4 raporuna dair bilgisi içinde, R. Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer’in kendisinden bilgi ve belge sakladıklarını, (kendisi ve Ali Fuat Yılmazer yurt dışına İran’a gittikleri, bunu bildiği ve gelen yazınında kendilerine vekaleten bakan kişilere arz edilip onlarında gereken havale ve yazıları yazdıkları halde) bu ifadesine yönelik neden, size veya başkan yardımcısına haber verilmedi diye sorulan soruya istediği ve bir kısım kesimin algı oluşturulmasına yönelik cevapla karşılık verir; “bunun anayasa dışı bir güç merkezinin, şuranın işi olduğunu herkes biliyor, esas itibariyle devlet içerisindeki yapılanma amacına ulaşmak için ve yetkili makamları inandırmak için önce alt yapı hazırlandı, devlet kurumlarından kendilerinden olmayan kişileri tasfiye ettirdi…….vs. vs. Hrant Dink olayı da bu olaylardan biridir. Hatta başlangıcıdır. Esas itibariyle Dink cinayetinde tetiği çeken Ogün Samast aslında cinayet sırasında başındaki külah, elbisesi ve silahla birlikte Trabzon’a gidecek ve orada yakalanacaktı. ( Sen bunu nereden biliyorsun) Bu olaydan haberleri var ve gereken tedbirleri almadılar diye Trabzon Alay Komutanı Ali Öz ve mahiyetindeki personele yönelik başlayacaktı. (Hem niyet okuyor, hem de Ali Öz ve Trabzon Jandarma İstihbaratını korumaya, onları bu işte suçsuz gibi gösterme gayretine giriyor. Yargılama sürecinde de Ali Öz ve ekibinin neler yapmadığı ve sonrasında da neler yaptığı ortaya çıkıyor) Ancak cinayetin işlendiği İstanbul’da bulunan Akbank’taki kamera görüntülerinin İstanbul Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler ve TEM Şube Müdürü Selim Kutkan tarafından alınıp, ulusal yayın yapan televizyonlarda yayınlatılması üzerine Trabzon halkı Ogün Samast’ı tanıyor.”
( Burada İstanbul İstihbaratını öveceğim derken, onların; Akbank şubesinin güvenlik kamera görüntülerini bilgisayar hafızasından, geride hiçbir kayıt bırakılmayacak şekilde aldıklarını ikrar ediyor ama bu görüntülerin yok edildiğini, alan istihbaratçılarında ortaya çıkartılmadığını söylemiyor. Yine yargılama sürecinde İst. 14. ACM nin 07 – 08.11.2016 tarihli Ahmet İlhan Güler’in savunması ve sonrası sorulan sorular sonucu anlaşılıyor ki; Fotoğrafın basına verilmesi fikrini ileri sürenler Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer, fotoğrafın basına verilmemesi fikrini savunanlarda İstanbul yönetim kademesi, bunu bile çarptırarak anlatıyor) ifadesinin devamında da;
“ log kayıtlarının da silindiğini duydum “ diyerek kendisi ile irtibatlı olmayan veya sorulmayan bir konuda savcılığı bilgilendirmek ister gibi yönlendirme yapmaya çalışıyor. Akabinde de “bu kayıtların silinmesi doğal değildir. Hesap verilebilirliği ortadan kaldırır. Amaç suç delillerinin kaybolması, illegal yapının faaliyetlerinin gizlenmesi, yasadışı oluşumun bağlantılarının ortaya çıkarılmasının önlenmesi” diyerek kendisine yöneltilen sorulara yönelik savunmak yapmaktan ziyade Ramazan Akyürek’ten önceki İstihbarat Daire Başkanı olarak (belli ki görevden alınmasının sebebi olarak görüyor) algı oluşturmaya yönelik bir çabanın içinde olduğu görülüyor.
İstanbul’un Yapıp yapmadıkları ve Üzerini Örttükleri:
*Öncelikle 248 sayılı raporun konusu Yasin Hayal’dir. Yasin Hayal 2004 teki Rahip Santaro cinayetinin failidir. Cinayet sonrası kaçtığı İstanbul’da yakalandığında olayın öneminden dolayı ilk sorgusuna İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü C Büro görevlisi Komiser Volkan Altunbulak’ta katılmıştır. O yüzden Yasin Hayal ismi bile onda zillerin çalmasını gerektirmeliydi. Akabinde Trabzon istihbarat Şubeden Özkan Mumcu’yu telefonla aramış, oda olaya ilişkin tüm bilgiyi vermiş.
*Gelen raporun içeriğine hiç dikkat edilmez mi? yoksa boş ver gitsin bir şey olmaz düşüncesiyle hareket edilmiş olmanın üstü mü örtülmeye çalışılmaktadır. Gelen yazıda;
‘Mc Donalds bombacısı Yasin Hayal’in cezaevinden çıktığı, Ermenilere karşı büyük bir KİN beslediği, (Dönem itibariyle de; uluslararası arenada da bazı ülke parlamentolarında ermeni soykırımı görüşmeleri ve kabulleri nedeniyle Türkiye içinde büyük tepkilerin olduğu zamanlardır.) bunun için Ses Getirecek Eylem planladığı, HEDEF olarak AGOS gazetesinde çalışan Hrant Dink’i SEÇTİĞİ, ayrıca Mc Donald’s öncesi de benzer söylemlerde bulunduğu göz önüne alındığında şahsın söz konusu eylemi yapabilecek bir yapıya sahip olduğu,’
Denilmesinden sade bir vatandaş bile adı geçen kişinin Hrant Dink’e karşı öldürmek dahil çok ciddi bir zarar vereceğini anlar. İstanbul istihbarat şubede ise ZİLLERİN ÇALMASI gerekir.
İDB görevini Ramazan AKYÜREK’ten önce yapmakta olan Sabri UZUN ve İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler; bu yazı içindeki ses getirici eylemin, öldürme, yaralama, bombalama gibi anlaşılmayacağı, elbiselerin çıkarılması, domates, yumurta atılması, boya sıkılması gibi anlaşılması gerektiğini belirtirler. ( Sabri Uzun 08.05.2015, A.İ. Güler 08.12.2014 savcılık) Onlara göre Yasin Hayal gibi biri maddi imkan sağlarsa Trabzon’dan İstanbul’a gelip Hrant Dink’in bulunduğu bir ortamda elbiselerini çıkararak yada ona yumurta atarak ses getirici bir eylem yapacak! Burası TÜRKİYE!
O dönem İstihbarat Şubeden de sorumlu İstanbul İl Emniyet Müdür Yardımcısı olan Şammaz DEMİRTAŞ 04.03.2008 tarihli Başbakanlık Müfettişlerine verdiği beyanında yazının ne anlama geleceği ve ne yapılması gerektiği hakkında özetle;
“18 yıllık istihbaratçıyım. İstihbaratın her alanında çalıştım. Bu çeşit bir yazıyı okuyan İstihbarat Şube Müdürünün bu yazıyı ÜSTLERİNE İLETMESİ ve Trabzon’a dönüp konunun ayrıntılarını sorması gerekirdi. Yazıdaki Hrant Dink’e karşı ses getirici bir eylem düzenleneceği bilgisi Hrant Dink’in ÖLDÜRÜLECEĞİ anlamına gelir. O dönemdeki Türkiye’nin içinde bulunduğu konjonktür; Ermeni Konferansı, Fransız ve Amerikan Parlamentosunun sözde Ermeni soykırımını tanımasıyla ilgili bir süreç yaşanıyordu, dolayısıyla bu anlamda Hrant Dink’in seçilmiş, Türkiye’nin itibarını olumsuz yönde etkileyecek, iyi bir hedef olduğunu düşünüyorum. Bu evraka standart prosedürde bir işlem değil, daha önemseyen bir yaklaşım sergilerdim. Haberin kaynağı ile mutlaka temasa geçer, bu olayın iyi takibinin ya da bilginin güvenlik derecesini de teyit ederdim. Bu tespitlerden sonra haber kaynağına zarar vermeyecek durumda ise hedef olan Hrant Dink’in güvenliği konusunda uyarılmasını sağlardım. Biz Hrant Dink’in mahkemelere gidiş gelişlerinde YAZILI KORUMA tedbiri almıştık. Hrant Dink’in basına yansıyan faaliyetleri ve o dönem içinde bulunduğumuz ortam sebebiyle Hrant Dink’in hedef olarak değil ancak oluşabilecek sansasyonel durumlar nedeniyle İstanbul’da istihbarat şubemizin İLGİ ALANINDA OLDUĞUNU söyliyebilirim. İstanbul bu işi Trabzon’un inisiyatifine bırakmıştır. Trabzon’unda bu bilgiyi operasyona dönüştürecek bir sürece taşıması gerekirdi. İstanbul’un en büyük hatası gelen bu yazıya cevap vermemiş olmasıdır. (ifadesi aslında İDB C Şubesinde C2 büro amiri olarak görev yapmakta olan Komiser Yılmaz ANGIN’ın ifadesinde belirttiği; daire başkanlığına gelen yazı ekindeki 248 sayılı konusu Yasin Hayal olan evrakla ilgili olarak İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğünün bu konuda kendilerinden herhangi bir bilgi talebinde bulunmadığı ve kendileri (İDB) ile Trabzon’a cevap vermediği için işlem bu aşamada kalmıştır ” sözünün doğruluğunu da göstermektedir) Yazı benim önüme gelmiş olsaydı, Hrant Dink’in kim olduğu ve onunla yaşanan süreç, mahkemeleri, Ermeni konferansı var. Bu bilgiler ışığında Trabzon İl İstihbarat Şube Müdürü Engin Dinç ile görüşürdüm! Araştırır, topladığım bilgileri Trabzon ile paylaşır, çalışma yapmalarını sağlardım.” Demekle yazının ne anlama geldiğini ve neler yapılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Daha doğrusu İstanbul’un yazıyı nasıl görüp ne yapmadıklarını söylemektedir. İstanbul göstermelik tek bir araştırma yapmış, onu da yapmış gibi gösterip sahte rapor düzenlemiştir. Şammaz Demirtaş’ın İstanbul İstihbarat Şube olarak gelen bu yazı üzerine kendisinin bir istihbaratçı olarak yapması ve yapacağını söylediği her şeyi İstanbul yerine karşı birim olan Trabzon ve İDB yapmaya çalışmışlar. Telefonla arayıp bilgilendirme, kendi toparladıklarını arşive girme, İstanbul’a yazı yazma vs gibi.
*248 sayılı rapor ile ilgili İstanbul İstihbarat bir araştırma yapmıştır. Yapmıştır ama yapılan araştırma gerçekten yapılmış mıdır?
Bahadır Tekin 08.12.2014 tarihli savcılık ta alınan ifadesinde bilmeden bir doğruyu ağzından kaçırır, ifadesine geçer;
“24.02.2006 günü sabah erken saatlerinde tahkikat için fırının olduğu yere (Sarıgazi) GİTTİM, saati tam hatırlamıyorum, fırınlar erken saatte açıldığı için” demekle doğruyu söylemediğini söylemektedir. Sorulan soru üzerine bu sefer ben ve Özcan birlikte giderek tahkikatı yaptık, raporu düzenledik ve sunduk diye düzeltmeye çalışır. Raporun sahte olarak, olay yerine gidilmeden düzenlenmiş olabileceği sorulduğunda ise suçlamayı kabul etmez, ‘erken saatte birlikte gittiklerini’ savunur.
Özcan Özkan da 09.12.2014 tarihli savcılık ifadesinde;
“24.02.2006 günü erken saatlerde birlikte gittiklerini, çalışma sonucu raporu aynı gün masa amiri Volkan Altunbulak’a teslim ettiklerini” söyler.
Her iki şahıs ve masa amirleri Volkan Altunbulak ile büro amirleri İbrahim Pala görevlilerin aynı gün Fatih’te bir başka görev için sabah saat 09:30 ile gece yarısı 25.02.2006 ya bağlayan saat 01:00’e kadar da Takip yapıp Takip tarassut raporu düzenlediklerini de belirtirler. (Özcan Özkan 09.12.2014 savcılık, İbrahim Pala 19.01.2015 savcılık, Bahadır Tekin 08.12.2014 savcılık ifadeleri)
Yargılama sürecinde 78. Celse 1. Bölüm SEGBİS çözümlerinde ise TİB başkanlığından gelen HTS kayıtlarında; Bahadır Tekin’in telefonuna ait cell kayıtlarına göre 24 Şubat 2006 günü saat 03:20 de Bağcılar da, saat 04:20 ile 07:19 arası Mahmut Bey yolu Akasya sokak ta olduğu, saat 09:01 de Bayrampaşa, saat 09.51 de ise Vatan Caddesinde (Fatih’teki Emniyet Müdürlüğü) olduğu görülür. Özcan Özkan’ın ise HTS cell kayıtlarına göre saat 07:49 da Bağcılarda, saat 08:41 de yine Bağcılarda, saat 09: 43 de ise Fatih Vatan caddesine olduğu anlaşılır. Bu kayıtlara göre her iki kişinin de sabah saat 09:30 – 10:00 arasına kadar bir araya gelmediği, gece bulundukları (muhtemelen evleri veya geceyi geçirdikleri) yerden yola çıkarak, başka bir yere gitmeksizin, ayrı ayrı güzergaha göre vatan caddesindeki emniyet binasına geldikleri, saat 09:30 dan gece 01:00 e kadar da takip tarassut için Fatih’te oldukları düşünüldüğünde; Anadolu yakasına geçmedikleri, Sarıgazi’ye hiç gitmedikleri ortaya çıkmış, evrakı gerçeğe uygun olarak düzenlemedikleri anlaşılmıştır. Belki de hiç düzenlemedikleri, cinayetten sonra evrak oluşturdukları, çünkü İstanbul İstihbarat Şube C Büro Amiri İbrahim Pala 19.01.2015 tarihli verdiği savcılık ifadesinde; “67 adet benzer işlemler için rapor tanzim edildiği ve 66 adedinin Vadi programına kaydedildiği, 24 Şubat 2006 tarihli bu evrakın ise programa kaydedilmediğini” belirtir. Nedeni sorulduğunda ise “çalışma devam ettiği için vadi programına kaydedilmemiş olabilir” şeklinde açıklama getirir. Koruma Hizmetleri Yönetmeliğinin 11. Maddesi uyarınca Hrant Dink için yazı yazdınız mı? Sorusuna ise “bu konularda İstihbarat şube müdürlüğünün bir görevi bulunmamaktadır. O yüzden her hangi bir işlem yapmadık” der. (İstanbul gibi bir yerde büro amiri, ama kendi alanı ile ilgili yönetmeliğin 11inci maddesinden hiç haberi yok) Bu ise Trabzon’dan gelen 248 sayılı yazıya gereken önemin verilmediği, araştırmanın sistem üzerinden bilgisayardan yapıldığı, telefon ile karşı tarafın, eğer doğru ise, aranarak geçiştirildiği, rapor yazımının da Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra olduğunu gözler önüne sermektedir.
*İstanbul İl Emniyet Müdür Yardımcısı Şammaz Demirtaş’ın dediği gibi dönemin konjonktürü çok karışıktır. Hrant Dink’in Sabiha Gökçen ile ilgili yazdığı yazısı ile başlayan süreçteki yaşadıkları ve yaşanılan her şey İstanbul’da geçmiş ve yaşanmıştır. Tüm idari, icrai ve istihbari birimler yaşanılanlara birebir şahittir. Cinayet öncesi yaşanılanlar kısmında tek tek anlatılmıştır. Bu Hrant Dink’in aldığı tehditler, MİT’in uyarısı, mahkemelerde ve mahkemelere geliş gidişlerde içeride ve dışarıda ki olaylar, Ermeni Patriği Mutafyan’ın dilekçeleri, Trabzon İstihbarat şubeden gönderilen 31 Ocak 2006 ve 17 Şubat 2006 tarihli yazılar, İDB’den 81 il istihbarat şube müdürlüklerine yazılan yazı ve dahası Hrant Dink’in mahkemelerinin devamı esnasında bizzat İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler’in imzasıyla EGM İstihbarat Daire Başkanlığına gönderilen 15 Mayıs 2006, 4 Temmuz 2006 ve 12 Aralık 2006 tarihli yazılar göz önüne alındığında Hrant Dink için KORUMA KARARI alınması elzemdir.
Kim Koruma Kararını İşletecek, Kim Kararı Verecektir?
Ahmet İlhan Güler mahkeme aşamasında, Hrant Dink ile ilgili yaşanılan olaylar ve Koruma Hizmetleri Yönetmeliğinin 11. Maddesi gereği, istihbari bilgiyi alan yer olan Trabzon istihbarat şube Müdürlüğünün koruma sürecini, İstanbul İstihbarat şubesini araya koymadan doğrudan İstihbarat Daire Başkanlığına yazı yazmak suretiyle başlatmalı ve sürdürmeliydi iddiasını ileri sürmektedir. Ona göre; gelen yazının (248 sayılı) hem konusu hem de sayısı koruma veya da Hrant Dink ile ilgili değildir. Koruma Yönetmeliğinin 11. maddesine ve hedef şahıslar tamimine göre bu istihbaratı alan Trabzon İstihbarat Şubesinin koruma sürecini, araya İstanbul’u sokmaksızın İDB ye yazı yazmak suretiyle başlatmalı ve sürdürmelidir. (başlatmak yetmez devamını da Trabzon getirmeliydi demek istiyor) Çünkü diyor; yönetmelik, İstihbarat alan istihbarat birimine yükümlülük getirmektedir. (Yerellik ya da Yerindelik İlkesini kaldırıp atıyor. Bir şekilde almış olduğu bilginin kendisine yüklediği yükümlülük ve külfetten kurtulmak için görevi Trabzon istihbaratına atıyor.) devamla;
“…bu süreçlerde bana düşen bir görev yoktur ki ihmal etmiş veya kasten ölüme yol açmış yada açması için hareketsiz kalmış olayım,….Trabzon’dan gelen yazıyı, ilgili büroya havale etmiş olmama rağmen hala ihmal suretiyle kasten ölüme sebebiyet verme suçuna nasıl sebep olmakla suçlanabilirim?…basına yansımış önceki yaşanan olaylar, adliyeye intikal etmiş hususlardır. İl valisinin bilgilendirildiği hususların istihbarat faaliyeti ile ilgisi yoktur. İstihbarat ile ilgisi olmayan bir konuda benim koruma prosedürünü başlatmam söz konusu olamaz. Bursa’dan tehdit mektubu gönderilmesi, Agos gazetesinin telefonla aranarak merhumun ve oğlunun tehdit edilmesi vs. bunlar aleniyete kavuşmuş hususlar olup, artık istihbarat değildir. Bu konunun muhatapları Valilik, MİT veya Yargı Makamlarıdır. (İstanbul ile ilgili kısımlar için suçlanacak hedefleri de gösteriyor) Trabzon istihbaratı İstanbul’a gönderdiği yazıda İDB’ye yazdığı yazıda yer verdiği F4 isimli YİE ile görüşme formunda Hrant Dink’in öldürüleceği bilgisini gizlemiştir. Öylemi? ( söz konusu yazının tarafı olan illerden birisi İstanbul olduğu için, bizzat kendi veya havale ettiği emri altındaki personelden birisi, İDB’nin arşivi kaydına girmiş olsaydı, oradaki 246 sayılı yazının bilgilerine de vakıf olacaklardı. Demek ki hiçbir kişi sisteme girip bakmamış) Tüm bunlar 11. Maddeye göre temin ettiğimiz istihbari faaliyetler arasında değildir.” Der.
Kendisine; “duruşmaların devamı sırasında yaşanabilecek olası olaylara dair 3 Temmuz 2006 tarihli görülecek davada, protesto eylemi yapılacak diye bir bilgi notu hazırlamış ve MİT İstanbul Bölge Başkanlığına, TEM şubeye ve birçok birime göndermişsiniz. Davalara yönelik yapılabilecek eylemler, protestolara ilişkin bir çok kuruma bilgi aktarmışsınız da Hrant Dink’e yönelik eylem bilgisini içeren bir evrakı bilgi notuyla neden göndermiyorsunuz?” sorusuna;
“ Burada YİE var, Trabzon’un çalışması var. Bu işin patronu Trabzon, bize şöyle yapın diye talimatları olmamış. (halbuki 248 sayılı yazı GEREĞİ diye gönderilmiş ve bir gün önceki Engin Dinç’in telefonu da işin ciddiyetini anlatmak için yapılmış) (İst. 14. ACM 07-08.11.2016 tarihli duruşma SEGBİS çözümü)
01.02.2007 tarihinde Mülkiye Başmüfettişine verdiği ifadede de;
“…17.02.2006 tarihli Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğü tarafından yazılan yazı haricinde Hrant Dink’in tehdit altında olduğuna dair bize hiçbir bilgi belge gelmemiştir… bahse konu yazı dışında herhangi bir bilgi tarafımıza ulaşmadığından dolayı ŞUBEMİZDE YETERLİ BİLGİ BULUNAMAMASI sebebiyle (Sistemden arşiv araştırması yapılmadığını da dolaylı olarak ikrar etmektedir) diğer şubelere bildirilmemiştir, …hedef olabilecek herhangi bir şahsın korunmasına karar verme görev ve yetkisi şubemizin görev ve sorumluluğu arasında bulunmamaktadır,….yazılanların kimisi bilgi taleplidir, incelememize konu yazıda bu niteliktedir”
Demekle sorumluluğu kendisi hariç her yere dağıtır. 08.12.2014 tarihli savcılık ifadesi de benzer mahiyettedir.
Yeri gelmişken koruma konusuna dair Koruma hizmetleri Yönetmeliğinin 11. Maddesi ve onu ilgilendiren maddeler nelerdir. Bir bakalım;
Önce Koruma Hizmetleri Yönetmeliğinin 10 uncu maddesi: Talepleri halinde korumaya alınacak diğer şahıslar.
“Terör ve anarşi ile mücadelede suçların aydınlatılmasına yardımcı olan itirafçı, tanık ve ihbarcılar ile terör odaklarının açık hedefi haline gelen veya getirilen kişiler, yakınlarının durumu sebebiyle can güvenliği bulunmayan kişiler, tehdit altında bulunan yabancı misyon temsilcileri ile diğer yabancı şahıslar, 6,7 ve 8 nci maddelerde sayılan görevlilerin birinci derecede akrabaları ile çeşitli sebeplerle can güvenliklerinin ciddi ve harici tehdit altında olduğu anlaşılanlar, talepleri üzerine korumaya alınabilirler.”
Koruma Hizmetleri Yönetmeliği’nin 11. Maddesi: Korunması istihbari birimlerce talep olunanlar.
“Hayatının ciddi biçimde tehdit altında bulunduğu Milli İstihbarat Teşkilatı ile diğer istihbarat birimleri tarafından tespit edilenler ve korunmaları zaruri görülenler, bu kuruluşların teklifi üzerine güvenlik birimlerince, talepleri aranmaksızın korumaya alınırlar.”
Hükmünü amirdir.
Aynı Yönetmeliğin 14. Maddesi ise, 11. maddede sayılanların koruma kararları ve şekillerinin İl Koruma Komisyonunca belirleneceğini, İl Koruma Komisyonu kararına karşı (kabul edilip-edilmemesi veya uygulanacak şekle ilişkin) yapılan itirazların da Merkez Koruma Komisyonunca değerlendirilerek karara bağlanacağını açıklamaktadır.
Bahse konu Yönetmeliğin 17. maddesine göre de, İl Koruma Komisyonunun sekretarya ve raportörlük işlemlerinin İl Emniyet Koruma Şube Müdürlüğünce (kime verildiyse, İstanbul’da o dönem TEM Şube Müdürlüğü) yerine getirileceği belirtilmiştir.
Ayrıca, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 9. maddesine göre;
“Vali, ilde Devletin ve Hükümetin temsilcisi ve ayrı ayrı her Bakanın mümessili ve bunların idari ve siyasi yürütme vasıtasıdır. Bu sıfatla :
C) Vali, kanun, tüzük, yönetmelik ve Hükümet kararlarının neşir ve ilanını ve uygulanmasını sağlamak ve Bakanlıkların talimat ve emirlerini yürütmekle ödevlidir. Bu işlerin gerçekleştirilmesi için gereken bütün tedbirleri almaya yetkilidir.
D) Vali, dördüncü maddenin son fıkrasında belirtilen adli ve askeri teşkilat dışında kalan bütün Devlet daire, müessese ve işletmelerini, özel işyerlerini, özel idare, belediye köy idareleriyle bunlara bağlı tekmil müesseseleri denetler, teftiş eder.
E) İlin her yönden genel idare ve genel gidişini düzenlemek ve denetlemekten sorumludur.”
5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11. maddesine göre de,
“A) Vali, il sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve teşkilatının amiridir. Suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri alır. Bu maksatla Devletin genel ve özel kolluk kuvvetlerini istihdam eder, bu teşkilat amir ve memurları vali tarafından verilen emirleri derhal yerine getirmekle yükümlüdür.
C) İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir.
Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır. Bu hususta alınan ve ilan olunan karar ve tedbirlere uymayanlar hakkında 66 ncı madde hükmü uygulanır. ”
Denilmektedir.
Ramazan Akyürek ise konuyu: 02.10.2014 tarihli savcılıkta alınan ifadesinde iki ili de ilgilendiren istihbarat söz konusu olunca, komuta ve kontrol görevini kim yapar? sorusuna karşı verdiği cevapla açıklar;
“İstihbarat Daire Başkanlığı bu yazıyı gördüğünde; GEREĞİ için İstanbul’a yazı gönderilmemiş olsa idi, Trabzon’dan bunun gerekçesini de sorarak ya kendisi yada Trabzon aracılığıyla bu bildirimi yapmak zorunda idi. Trabzon olarak biz, İstanbul’a bildirim yaptığımız için Daire Başkanlığı İstanbul için gerekli bildirimin yapıldığını gördüğü anda başka bir işleme gerek görmeyebilir” dediği, duruşmada ise sorulan aynı soruya ek olarak;
“…gönderdiğimiz (Trabzon’dan) bu istihbari bilgiden (11) ay sonra dink öldürülmüştür. İkamet ettiği İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünce, saldırıya uğrayacağı en azından 2004 yılından beri bilinmektedir. Sorun ‘yakın koruma’ sorunudur. Hiç kimsenin başka bir ilden Hrant Dink’in yakın korumasını yapmak için yanına gidebilmesi hukuken ve fiilen mümkün değildir. Yakın Koruma işlemleri Mahallinde yapılır”,… müfettişlerin ve sonradan mahkemedeki çapraz sorgulamalardan da anlaşıldığı üzere İstanbul emniyeti olay yerine gitmeden gitmiş gibi rapor tanzim ettikleri ve bu raporun vadi programına da kaydı girilmediği”, diyerek İstanbul’un kendisine ait sorumluluktan kaçtığını, bu konuda basit olarak gördükleri bir evrakın sisteme kaydı zahmetine dahi girilmediğini belirtmiş olur.
Düzenlenen F4 raporu karşısında Hrant Dink için ne tür tedbirler alınması gerekirdi? Sorusu üzerine de;
“Trabzon olarak konunun takibi gerekir, yani Trabzon ayağında yer alan Yasin Hayal ve arkadaşlarının bizim istihbarat şube müdürlüğümüz tarafından takip edilmesi lazım. İstanbul’a gönderilen yazı ulaştığında, İstanbul İl müdürlüğünün de; yazının içeriğinin Hrant Dink ile ilgili olması sebebiyle, bu kişi hakkında gerekli tedbirlerin alınması için İstanbul koruma Şube Müdürlüğü, Güvenlik Şube Müdürlüğü ve TEM Şube Müdürlüğünü bilgilendirmesi lazım. Bilgilendirme içerikle ilgili değil, Hrant Dink’in hayat bütünlüğünün korunması için gerekli tedbirlerin alınması ile ilgilidir. Ayrıca; Dink’in yaşadığı ilçe ve çalıştığı ilçe emniyet müdürlüklerini bilgilendirir, ancak bu bilgilendirmeyi ya direk kendisi yapar, ya da TEM Şube Müdürlüğü aracılığıyla yapar bu genellikle TEM şube üzerinden gerçekleştirilir.”
“ Erhan Tuncel’in YİE olması ve çıkarılması bir teknik olaydır. Esas itibariyle olay İstihbarat Şube Müdürlüğünün yaptığı bir çalışmadır. Benim yaptığım sadece onay vermektir” der. Dink’in konumunu göz önüne alarak koruma daire başkanlığına neden başvurmadınız? Sorusuna da; “İller idaresi kanununa göre İlin valisi bütün kolluk kuvvetlerinin amiridir. İlindeki tüm vatandaşların can ve mal güvenliğini sağlamakla görevlidir. Bu çerçevede Trabzon Emniyetinin yazdığı yazı, İstanbul MİT Bölge Başkanlığının, valilik makamında Hrant dink’i uyarması, İstanbul TEM Şubenin şahsın ölüm tehdidi aldığına dair yaptığı yazışma, 301’den yargılanan Dink’in mahkemelerde sözlü ve fiili saldırılara uğraması, İDB’nin Ermeni vatandaşlarımıza karşı tedbir alınmasına dair yazısı, şahsa yönelik tedbirlerin İl Valiliği, MİT Bölge Başkanlığı, İlçe Emniyet Müdürlüğü ve birimlerince bilindiğinden koruma tedbirlerinin her vatandaşımızın olduğu gibi Hrant Dink içinde alınması YERELLİK İLKESİNCE İstanbul tarafından yapılmasının” gerektiğini şeklinde izah eder.
Ali Fuat Yılmazer ise İst. 14. ACM’nin devam eden duruşmaları sırasındaki 41. Celse 2. Bölüm 23. Sayfa ve devamında koruma kurulu hakkında şu açıklamayı getirir;
“İl Koruma kurulunun sekretaryası olan il emniyetteki ilgili birim (O dönem için İstanbul’da TEM şubedir), komisyon öncesi her ay ilgili şubelere yazışma yapar ve aylık faaliyetlerini onlardan alır. Onlarda aylık ceraim denilen olay, operasyon, bilgi vs. çıkartıp yazılı gönderirler. O dönemin istihbarat şubesine de soruluyor, dolayısıyla istihbarat şubede her ay emniyet komisyonu gündemine girmek üzere o ayın istihbari bilgilerini komisyona gönderiyor. Tüm illerde durum budur. Hrant Dink’e ilişkin bilgi komisyon gündemine girmesi gereken bir bilgi idi deniyor, yani bu bilgi, komisyon gündemine girse bir şekilde Vali’nin önüne gitmiş olacak, İl Emniyet Müdürünün önüne gitmiş olacak. İlgili şube koruma talep etmese bile veya gözünden kaçsa, komisyonda bu husus gündeme geldiğinde orda koruma konusu konuşulup, karara bağlanılabilir. Bu bir check-in’dir. Komisyon gündemine girerse bir yerde süreç başlar. Bu yazı komisyona gitmemiş, yani istihbarat şube ilgili sekreteryalık yapan şubeye bunu BİLDİRMEMİŞ, GÖNDERMEMİŞ!
İstanbul Emniyeti diğer illerle çoğu zaman bilgi paylaşımında (istihbarat bazlı) bulunmamış, buda sorunlar oluşturmuş. İstihbarat Daire Başkanlığı ise bir ilden bir konu ile ilgili bilgi geldiğinde ve ortak (diğer bir il ile ilgili) harekat istendiğinde, daire başkanlığı gelen bilgiyi kontrol edip, eksik veya yetersiz yeri varsa bunu çalışmaları, eksikliği gidermeleri yada tam ise o zaman diğer il ile ortak harekat işine girmiş. Trabzon olayında ise bize Yasin Hayal dışında hiçbir başka isim, yani ikinci bir isim bile gelmedi, nasıl planlı istihbarat operasyonu yapılacak ki? Planlı istihbarat operasyonu, örgütün deşifre edilmesi ve çözülmesine yöneliktir. Operasyonel anlamda değil. Bir ilden istihbari bir bilgi yazısı geldiğinde, gelen il o konu ile ilgili çalışma yapar ve karşı yazı yazar. İstanbul’dan bu yazı Trabzon’a yazılmamıştır.”
Ali Fuat Yılmazer’in konuya ilişkin 14.07.2009 tarihli mülkiye müfettişine yazılı olarak verdiği savunmalarından takip edecek olursak, bazı cevaplara ve istendiğinde yapılan veya yapılması gerekenlerin istenirse yapıldığını görebiliriz;
“ …Erhan Tuncel’in elemanlıktan düşülmesinden sonra Hrant Dink’in korunması tedbirinin İDB tarafından deruhte edilmesi gerekirdi şeklindeki değerlendirmenin, yönetmelikte yer alan hükümlerle bağdaştırılabilmesi mümkün değildir. Bu bağlamda; İDB’nın Merkez Koruma Komisyonuna (Sekretaryalığını EGM Koruma Dairesi Başkanlığı yürütmektedir) bir yazı göndermesi gerekliliğine işaret edilmektedir. Koruma hizmetleri Yönetmeliği, Merkez Koruma Komisyonu’nun hangi hallerde görevli olduğunu açıkça belirtmektedir. Yapılması gereken husus, Hrant Dink’in korunması talebinin Merkez Koruma Komisyonu’na mı, yoksa İl Koruma Komisyonu’na mı gönderileceğinin tespitidir. Bu husus Koruma Hizmetleri Yönetmeliği’nde açık bir şekilde yer almaktadır. Hrant Dink’in korunması talebinin doğrudan Merkez Koruma Komisyonu’na gönderilmesi mümkün değildir. Merkez Koruma Komisyonu bir itiraz ve/veya temyiz mercii gibi çalışmaktadır.
Yönetmelik hükümlerine göre; Merkez Koruma Komisyonu’nun devreye girmesi, ancak; Hrant Dink’in korunma talebinin İl Koruma Komisyonu’na gitmesi sırasında, komisyonca bu talebin reddedilmesi halinde, kabulünde de koruma şekline itiraz durumunda mümkün olabilir ve ancak bu aşamadan sonra konu Merkez Koruma Komisyonuna intikal ettirilir. Koruma Hizmetleri yönetmeliğinde son derece açık ve net bir şekilde belirtilen bu hususun farklı sonuçlar doğurabilecek tarzda yorumlandığı doğrusu izaha muhtaçtır. Olması gereken, Hırant Dink’in ikamet ettiği ilin istihbarat şube müdürlüğü tarafından icrai birimlerin, yani İstanbul İl Koruma Komisyonu’nun sekretaryalığını yürüten İstanbul Emniyet Müdürlüğü koruma Şube Müdürlüğü’nün harekete geçirilmesidir…. İl istihbarat şube müdürlükleri hangi konuda olursa olsun tedbir almayı gerektirecek bir duyuma ulaştıklarında, bu bilgiyi tedbir almakla görevli ilgili birime bizzat intikal ettirirler. Tedbir alacak birim kendi illerinde ise (duyumun konusu başka bir ili ilgilendirmiyorsa) bizzat kendileri ilgili birime konuyu yazılı olarak iletirler. Duyumu alan il istihbarat birimi faklı tedbirin uygulanacağı il farklı ise, duyumu alan il istihbarat şubesi tedbirin uygulanacağı diğer bir ilin istihbarat şubesine bilgiyi GEREĞİ olarak iletir, bu arada İDB’na da BİLGİ amaçlı yazı gönderilir.
Alınan duyum doğrudan bir şahsın güvenliğine yönelik tehdide ilişkin ise, o zaman Koruma Hizmetleri Yönetmeliğinin 11. Maddesinde öngörüldüğü ve yukarıda izah edildiği üzere İl Koruma Komisyonu’nda değerlendirilmek üzere Koruma Şube Müdürlüğü’ne de gönderilmesi gerekmektedir. Böyle bir bilgiyi alan il istihbarat şube müdürlüğü, tedbir kendi ilinde uygulanacaksa bizzat ilgili icra birimine bu bilgiyi iletmelidir. Tedbir başka bir ilde uygulanacaksa o ilin istihbarat şube müdürlüğüne bilgiyi intikal ettirmekle görevlidir.
11. madde şahsın korunma talebine bakılmaksızın istihbarat biriminin talebi doğrultusunda korunmasının gerekliliği üzerinde durmaktadır.
İl istihbarat şube müdürlüklerinin görevlerinin düzenlendiği 38. Madde de; ‘planlı istihbarat operasyonlarını yürütmek ve il emniyet müdürlüğü icra birimleri arasındaki koordineyi sağlamak’ şeklinde açık hüküm bulunmaktadır. Yani Hrant Dink’in korunmasının sağlanmasında, elde edilen istihbari bilginin icra birimi olan koruma şube müdürlüğüne intikal ettirilmesi görevi doğrudan ve açık bir biçimde il istihbarat şube müdürlüklerinin görevidir. Buna göre Trabzon İl İstihbarat Şube Müdürlüğü Erhan Tuncel Kaynaklı olarak elde ettiği istihbari bilgiyi, icra birimine intikal ettirmekle bizzat yükümlüdür. İcra birimi İstanbul’da olduğu için koordinasyonda muhatabı olan o ilin istihbarat birimine konuyu intikal ettirerek gerekli koordinasyon görevini yapmıştır. İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü ise Trabzon’dan kendisine intikal eden bilginin kendi ilinde gerekli görülecek şekilde icra birimine intikalinden bizzat sorumludur.”
06-07.02.2017, 09-10.02.2017, 13-14.03.2017, 16.03.2017, 10.04.2017 ve 11.04.2017 tarihli duruşmalarda ise konuya dair özetle;
“ İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Valiliği, Hrant Dink’e yönelik tehdidin farkındadır. Hrant Dink’e yönelik yaşanan olaylar, açıkça davalar, hakkında kurulan mahkumiyet kararı, aldığı ölüm tehditleri devletin ilgili kurumları tarafından bilinmektedir.
İstanbul Valisi Muammer Güler, Dink cinayetine ilişkin araştırma yapan TBMM İnsan Hakları Alt Komisyonu üyeleriyle yaptığı 3 Ocak 2008 tarihli görüşmede; Hrant Dink’e ilişkin yargılamalar sürerken duruşmalara geliş gidişte bir takım sorun ve sıkıntılar yaşandığını ve yaşananlardan herkesin haberdar olduğunu belirtir. Hrant Dink’in yargılamalardan sonra çok sayıda tehdit aldığının bilindiğini de beyan eder.
Dönemin İstanbul İl Emniyeti İstihbarat Şubeden sorumlu İl Em. Mdr. Yardımcısı Şammaz Demirtaş 4 Mart 2008 de Başbakanlık Teftiş Kurulu Müfettişlerine verdiği ifadesinde ‘biz Hrant Dink’in mahkemelere geliş gidişlerinde yazılı koruma tedbirleri almıştık. Ayrıca emniyet istihbarat ve TEM şubeleri de mahkemelere kimlerin katıldığı, katılacağı hususunda takip yapılırdı. İstihbaratın temel vasfı olmadan önce önlemektir. İstihbarat çalışmaları bu kapsamda yürütülür. Hrant Dink’in basına yansıyan faaliyetleri ve o dönem içinde bulunduğumuz ortam sebebiyle Hrant Dink’in hedef olarak ancak oluşabilecek sansasyonel durumlar nedeniyle İstanbul’da istihbarat Şubemizin ilgi alanında olduğunu söyleyebilirim. (Peki gereken önlem alınmış mı?)
Ayrıca; İstanbul İl Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 15 Aralık 2014 tarihli ifadesinde; her ay İstanbul’da Vali Başkanlığında İl C. Başsavcısı, İl Emniyet Müdürü, İl Jandarma Komutanı, 1. Ordu Temsilcisi, Merkez Komutanı, Milli İstihbarat Teşkilatı, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü ile Jandarma Komutanlığının Terör, Güvenlik ve İstihbarat Şube Müdürlerinin katılımıyla toplantılar yapıldığını, bu toplantıların yapıldığı ay içerisinde olan olaylar ve olması muhtemel olayların masaya yatırılıp, değerlendirildiğini, Hrant Dink’e yönelik yapılan eylemlerinde, Ermeni toplumuna yönelik tehditlerinde gündeme geldiğini ve değerlendirildiğini beyan etmiştir.
MİT Müsteşarlığı da süreçte Agos Gazetesi yayınları da müsteşarlığımızın görev tanımıyla sınırlı olarak ve icracı kurumların talepleri (?) çerçevesinde takip edilmiştir, şeklinde beyanda bulunmuştur. (acaba hangi icracı kuruluşların talepleri)
5 Şubat 2006 tarihinde Trabzon’da rahip Santaro öldürülmüş, 17 Mayıs 2006 tarihinde Danıştay saldırısı yaşanmıştır. Ülkenin giderek sertleşen siyasal iklimi derin güçleri harekete geçirmiş, bu güçler toplumu ve siyaseti yeniden dizayn etme uğraşı içerisine girmişlerdi. Toplumun ve siyasetin yeniden biçimlendirilmesinin aracı olarak siyasal cinayetler işlenmesi güçlü olasılık olarak ortaya çıkmıştır.
Hrant Dink 2007 yılının Türkiye için zor bir yıl olacağını Agos Gazetesinin köşesinde yazmıştır.. Bu nedenle Hrant Dink cinayeti tasarısına dair her hangi bir bilgi gelmemiş olsa idi dahi, ülkenin siyasal iklimi, Hrant Dink’e ilişkin yaşanan ve gelinen durumun ciddiyeti dikkate alındığında, H. Dink’in yaşamına yönelik açık ve yakın tehlike olduğu, bu tehlikenin kanundan kaynaklı koruma yükümlülüğü görev ve sorumluluğu bulunan İstanbul Valiliği ve İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri tarafından bilindiği ve H. Dink’in öldürüleceğine dair öngörülerinin de bulunduğu, buna rağmen İl İdaresi Kanunu, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu, Koruma Hizmetleri Yönetmeliği uyarınca H.Dink’in talebi aranmaksızın H. Dink’e şahsi, fiziki ve mekânsal koruma tedbirleri alınması zorunluluğu bulunmasına rağmen bu yapılmamış, Hrant Dink’in öldürülmesi olanaklı hale getirilmiştir. Kasıt unsuru aranıyorsa aranacak yer İSTANBUL’dur.”
Duruşmaların devamında ki verdiği bir beyanında da Koruma Şube Müdürlüğünden mahkemeye intikal eden bir yazının içeriğini okuyarak bize tüm bu anlatımların özeti olabilecek çarpıcı bir olayı nakleder;
“ Yazar Ferit Orhan PAMUK hakkında 16.12.2005 tarihinde ‘Türklüğü Alenen Aşağılamak’ suçundan yargılandığı davanın neticesinde, ülkemizde kendisine karşı tepki oluşmaya başlaması üzerine; İDB’nın koordinasyonunu beklemeksizin ve aramaksızın, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 20. Maddesine istinaden 16.09.1995 tarihli Başbakan oluru ile yürürlüğe konulan Koruma Hizmetleri Yönetmeliği’nin 11. Maddesinde: ‘Hayatının ciddi biçimde tehdit altında bulunduğu, Milli İstihbarat Teşkilatı ve diğer istihbarat birimleri tarafından tespit edilenler ve korunmaları zaruri görülenler, bu kuruluşların teklifi üzerine güvenlik birimlerince talepleri aranmaksızın korumaya alınırlar hükmü yer aldığından yazar Orhan Pamuk’un koruma ile ilgili durumu İl Koruma Komisyonunda karar verilinceye kadar bir personelle yakın koruma altına alınması hususunu tensiplerinize….’ Denmiş, Demek ki yapılabiliyormuş
Bunun üzerine yazar Orhan Pamuk hakkında 16.12.2005 tarihinde Türklüğü alenen aşağılamak suçundan yargılandığı davanın neticesinde ülkemizde kendisine karşı tepki oluşmaya başlaması üzerine Valilik makamının 21.12.2005 tarih ve 2005/5385 sayılı olurları ile hakkında bir personel ile yakın koruma kararı alınmış ve yakın koruma kararı halen (duruşmanın devam ettiği tarih 2017’dir) devam etmektedir. Mahkeme İDB’ye de sormuş, örnek uygulama var mı? Yok, gösteremezsiniz. Yönetmeliğe aykırı Merkez Koruma Komisyonu böyle bir karar alamaz. Bunun yeri İl Koruma Komisyonu’dur. İsterse Cumhurbaşkanlığı yazsın Merkez Komisyonu ancak evrakı ilgili yere havale eder. Karar alamaz”
Diyerek konuyu açıklamaktadır.
Bu açıklamadan sonra Katılanlar Vekili tarafından bu kararın alınmasına dair Orhan Pamuk kararı, Dink cinayetinden tam 13 ay önce alınmıştır ve aslında örnek olaydır. Ahmet İlhan Güler tarafından bu konuda yazılan yazıda der ki denilerek, yazı heyete ve taraflara okunur;
“ Orhan Pamuk ile ilgili yapılan arşiv tetkikinde adı geçenin İBDA-C örgütünün yayın argümanı olan KAİDE isimli derginin 10.11.2005 tarihli 15. Sayısının 15.sayfasında isminin geçtiği, ayrıca halen SOMUT BİR TEHLİKE TESPİT EDİLEMEMEKLE BİRLİKTE (burası çok önemlidir) konunun kamuoyunda çok yoğun bir şekilde işlenmesinden dolayı oluşan hassasiyetten münferit tepki ve sataşmalar OLABİLECEĞİNDEN dolayı şahsın hedef olabileceği değerlendirilmektedir.”
Aslında birebir Hrant Dink olayının kendisidir. Talep sonrası (İstanbul Emniyeti İstihbarat Şubesinin) ayın 20’sinde yazışma başlar. 21’inde süreç tamamlanır. Koruma tedbiri alınır. 22’sinde Orhan Pamuk’a tebligat yapılır, 2 gün içinde. 22 Aralıkta tebligat gerçekleşmiştir” denilerek o olayın ayrıntısı ve bunun İstanbul İstihbarat Şubesi tarafından talep edilmiş olduğu açıkça tüm herkese ve heyete gösterilmiştir. (heyhat bakınız sonrasında Ahmet İlhan Güler ne diyecektir)
“Mahkeme Başkanı A. İ. Güler’e hitaben size gelen evrakın (Trabzon’dan) içinde F4 Raporu (yani öldürüleceği belirtilen yazı) olsaydı; o zaman siz orada bir koruma prosedürünü başlatır mıydınız? ‘ hayır! Başlatmazdık’ der. Madem F4 raporu aynıyla gelse koruma prosedürü başlatmayacaksınız, o zaman İstihbarat Daire Başkanlığı veya Trabzon, İstanbul’dan neyi gizlemiş ki, koruma prosedürüne nasıl bir engelleme yapmış olmaktadır.”
Mahkeme Başkanı A.F.Yılmazer’e hitaben, “ses getirecek eylem öldürmeyi kapsar mı? İstihbaratçı nasıl algılar? Sorusuna da;
“ Ses getirici eylem dediğinizde sonuçları itibariyle sarsıcı eylemdir. Ülke gündemini etkiler, ciddi bir eylemdir. Her halükarda tedbir almayı gerektirir. Eylemin şekli değişebilir. Öldürüleceği tabiri istihbari evraklarda geçmez. Biz eylem deriz. Bombalamada olsa eylemdir. Darp da olsa eylemdir. Silahlı saldırı olsa da eylemdir. Adam kaçırma olsa da eylemdir. Bunların her birini yapabilir. İlla bir tanesine niyetlenir, olmuyorsa başka bir şeklini yapar. Savunmalarda şu var; adliyede soyunursunuz, buda ses getirici bir eylem. Böyle bir savunma olmaz. Bir El Kaide militanından bahsediyorsunuz. Yasin Hayal bizim arşivimizde El Kaide üzerinden kayıtlıdır. O yüzden hiç kimse (istihbaratçı) bundan yumurta atmak, soyunmak manasını çıkarmaz”
Diyerek açıklamada bulunurken aslında bir istihbaratçının olaya bakış ve düşünme şeklini tasvir etmiştir. Ahmet İlhan ve onun gibi düşünüp olayı başka yönlere çekmeye çalışanların bakış açısını sizler anlayın! Aslında A.İ. Güler’in İstanbul gibi bir anakentte o kadar süre İstihbarat Şube Müdürü olarak tutulması ve görev yaptırtılması İDB açısından bir hata olmuş!
Bu hükümler dikkate alındığında herhangi bir tereddüte mahal olmayacak şekilde, Hrant Dink’in koruma altına alınması ile ilgili olarak; ya Yönetmeliğin 10uncu Maddesine göre kendisi tarafından İstanbul Valiliğine koruma talebinde bulunulması veya Yönetmeliğin 11. Maddesine göre hayatının ciddi biçimde tehdit altında bulunduğuna dair istihbarat birimlerince tespit yapılmış olması gereğinin oluşması gerekmektedir.
Buna bağlı olarak koruma hizmetlerinin İstanbul Valisinin sorumluluğu altında yürütülmesi, Koruma Hizmetleri Yönetmeliği’nin 11. maddesi gereğince İstanbul İl Koruma Komisyonu tarafından alınacak bir kararla olması, Trabzon Emniyet İstihbarat Şube Müdürlüğünden GEREĞİ ibaresi ile gelen 17.02.2006 tarihli yazıyı alan İstanbul Emniyet İstihbarat Şube Müdürlüğünün bu yazıyı Koruma Şube Müdürlüğüne göndermesi ve Koruma Şube Müdürlüğünce de Hrant DİNK ile ilgili bilgi ve belgelerin anılan komisyona intikal ettirilmesi gerekmekteydi.
Görülmektedir ki EGM İstihbarat Daire Başkanlığının Koruma Hizmetleri Yönetmeliği kapsamında somut olay açısından doğrudan bir ödevi ve sorumluluğu bulunmamaktadır.
Özetle, Trabzon Emniyet İstihbarat Şube Müdürlüğünden gelen 17.02.2006 tarih ve 027248 sayılı yazının gereği olarak Hrant Dink’in koruma altına alınmasına karar vermenin İstanbul İl Koruma Komisyonunun görevi olduğu, Koruma Komisyonun sekretaryasının İstanbul TEM Şube Müdürlüğünce yapıldığı ve Hrant DİNK’e yönelik tehdit ile ilgili yazının Koruma Komisyonuna intikal ettirilmesinin TEM Şube Müdürlüğü vasıtasıyla İstanbul İl Emniyet İstihbarat Şube Müdürlüğünün görevi olduğu, İstihbarat Daire Başkanlığının kendi bünyesinde yaptığı Hedef Şahıslar Programına ilgili Genelgeler gereğince sadece terör örgütlerinin hedefi olan şahısların kaydedilmesi gerektiği, söz konusu programa kayıt yapılmamasının Hrant Dink’in korunmasıyla ilgili olarak herhangi bir idari işleme engel olmadığı da görülmektedir.
Bununla birlikte, EGM İstihbarat Daire Başkanlığının koordinasyon görevi gereği kendisine ve İstanbul’a gönderilen yazıda belirtilen konuda bir gelişme olup olmadığını takip etmesi, özelliklede 2006 yılında Ermeni cemaatine yönelik tehditlere karşı duyarlı olunmasına yönelik dağıtımlı yazısı kapsamında bu konu üzerinde durması koordinasyon görevinin gereğidir. Aynı şekilde merkez şubenin, Trabzon ve İstanbul İstihbarat Şubelerinin görevlerini yerine getirmemeleri halinde duruma müdahale ederek, kendisine de iletilen cinayet hazırlığı ile ilgili şifahi veya yazılı olarak bilgi talep etmesi ve konuyu takibe alması da görevini yerine getirmeye çalıştığının göstergesidir. nerede?
11. madde dahilinde istihbarat birimlerinin teklifinin beklenilmesi zorunluluk olduğuna göre, bu aşamada, Ramazan Akyürek’e isnat edilen suç “İstihbarat Dairesi Başkanı olduğu dönem içerisinde neden koruma kararı aldırmadığıdır”. Bu iddia İDB’nin görev ve sorumluluk alanı ile ilgili bir husus olmayıp, Ramazan Akyürek üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmiştir. Şöyle ki:
İstihbarat birimleri, bir şahsın terör örgütlerinin hedefi olduğuna dair istihbari bilgi elde ederler. Mecburiyet görürlerse, bu şahıslar hakkında gerekli görülecek koruma tedbirlerinin uygulanması amacıyla İl Koruma Komisyonuna bu durumu iletmekle yükümlüdürler. Emniyet Genel Müdürlüğü, İstihbarat Daire Başkanlığı Merkez ve Taşra Üniteleri Kuruluş Görev ve Çalışma Yönetmeliği’nin İl İstihbarat Şube Müdürlüklerinin görevlerini düzenleyen 38. Maddesinde “Planlı istihbarat operasyonlarını yürütmek ve İl Emniyet Müdürlüğü icra birimleri arasındaki koordineyi sağlamak” şeklinde hüküm bulunmaktadır.
Yani Hrant Dink’in korunmasını sağlamasında, elde edilen istihbari bilginin KORUMA TEDBİRİNİ ALACAK olan Koruma Şube Müdürlüğüne intikal ettirilmesi görevi, açık bir biçimde İl İstihbarat Şube Müdürlüklerinin görevidir. Buna göre Trabzon İl Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek YİE Erhan TUNCEL kaynaklı olarak elde ettiği istihbari bilgiyi icra birimine intikal ettirmekle bizzat yükümlüdür. Burada İcra birimi İstanbul’dur. Dolayısıyla somut olayda koordinasyon açısından muhatabı olan İstanbul Emniyet Müdürlüğüne konunun intikal ettirilmesi için gerekli koordinasyon görevi yerine getirilmiştir. Ayrıca, İstihbarat Dairesi Başkanı olduğu dönemde de yine İstanbul Emniyet Müdürlüğünü “Ermeni cemaatinin önde gelen temsilcilerine karşı” saldırı olasılığı hakkında uyararak, önlem alınması amaçlı (Daire Başkanı olarak uyarı) görevini gerçekleştirmiştir.
*Cinayetin vukuu bulduğu yerin yakınındaki en önemli delillerden birisi Pangaltı Akbank şubesinin kamera görüntüleridir. Cinayet sonrası olay yerine gelen TEM Şubesi Komiser Yardımcısı Cem AKAR 17.03.2015 tarihli savcılığa verdiği ifadesinde ;
“Ben olay yerine geldiğimde, İstanbul Valisi orada idi. Akabinde TEM şube müdürü Selim KUTKAN makam aracıyla geldi. Bana kamera görüntülerinin alınması talimatını verdi. Bende olay yerinin hemen yanındaki Akbank şubesine gittim. Banka Müdürü (Hamza Bülent İLKEHAN) kamera görüntülerinin olduğunu söyleyince TEKNİK BÜRODAN görüntülerin alınması için personel istedim” dediği. Banka güvenlik kamera görüntülerinin İstihbarat Şubeden geldiğini söyleyen iki personel tarafından alındığı hatırlatıldığında ise “istihbarat şube görevlilerinin güvenlik kamera görüntülerini alması NORMAL BİR UYGULAMA DEĞİLDİR. Ben böyle bir uygulama ile ilk kez karşılaştım, yürütülen soruşturmalarda toplanan güvenlik kamera görüntüleri şubemizce gerekli görülen hallerde İstihbarat Şubesine analiz çalışması için verilirdi” dediği, (Yani İstanbul istihbarat yapması gereknleri yapmamış, yapmaması gerekenleri de yapmış)
Pangaltı Akbank Şube müdürü Hamza Bülent İLKEHAN’da 05.03.2015 tarihli savcılıkta alınan ifadesinde özetle;
“Cem isimli komiser ile ben odamda görüşürken hatırladığım kadarı ile istihbarattan olduklarını söyleyen iki kişi yanlarında getirdikleri harici hafızayı banka güvenlik kamerasının bulunduğu bilgisayara bağlanarak görüntüleri yüklediler. Bu şahıslar görüntülerin alındığına dair tutanak düzenlemediler. Tutanağı birlikte düzenlediğimiz komiserin adı Cem idi. İki şahıs görüntüleri yüklerken odamdaydı. Sorduğumda iki şahsın istihbaratçı olduklarını söylemişti” diyor.
Ne hikmetse bu iki istihbaratçı olduğu söylenen kişi bulunamıyor. Cem Akar bu iki görevlinin isimlerini ve kim olduklarını hatırlayamıyor. En vahim olanı ise alınan banka güvenlik kamera görüntüleri yok oluyor. Bak şu işe
Duruşmada bankanın ATM’sinde bulunan kameranın ‘FLU’ çekimli görüntülerinden olay yerinde Ogün Samast’ı takip ettikleri ve kamera görüntüsünde yer aldıkları ileri sürülen kişilerin teşhis ve tespiti bu yüzden boşa çıkıyor. Uygulamada olmayan bir şekilde, diğer başka yerlerin kamera görüntüleri değil de sadece bu banka görüntüleri, istihbarat şube tarafından ne maksatla alınır, alanlar niye tutanak tutturup imzalamaz, görüntüler nasıl yok olur. Bu iki istihbaratçı nasıl olurda bulunamaz. Dahası bu emri olanlara kim vermiştir? Sorular, sorular ve şüpheler. Bunlar niye araştırılmaz, bunları da mı? Ramazan Akyürek yaptırdı!
Tüm bu anlatımlar sonrasında ana başlıkta geçen ama neden orada yazılı olduğu halen belirtilmemiş bir gerçek olayı anlatmakta zannederim bizim olayımız açısından kayda değer bir fayda var.