“Yapılanlar sadece Hizmet gönüllülerine değil, Aleviler, Kürtler, laik ve sol kesimlerle 300 bini aşkın insanın hayatını altüst etti”
Fethullah Gülen Hocafendi, ”15 Temmuzdaki üzücü darbe teşebbüsünden bu yana, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan sistematik bir şekilde masum insanlara zulmediyor, onları tutuklatıyor, gözaltına aldırıyor, işten kovduruyor. Şu ana değin sadece benimle ilişkilendirilen dünya barışından başka gayesi olmayan Hizmet hareketi gönüllüleri değil, Alevilerden, Kürtlerden, laik ve sol kesimden, gazeteciler, akademisyenlerden 300 bini aşkın insanın hayatını alt üst etti” ifadelerini kullandı.
Hocaefendi, “Erdoğan zaten demokratik bir ülkede emsali görülmeyecek şekilde bir devlet gücünü elinde tutuyordu. Referendum sonrası Türkiye’nin çok daha yoğun bir otoriterlik sürecine girmiş olmasından korkuyorum” dedi.
Yazıda şu ifadeler yer aldı:
“Erdoğan’ın masum insanlara bu ölçüde zulüm etmesi, sadece Türkiye’yi ilgilendiren basit bir iç mesele değildir. Sivil topluma, gazetecilere, akademisyenlere, Kürtlere yönelik bu olağanüstü baskı ülkenin uzun dönemdeki istikrarini da tehdit etmektedir. Türk toplumu zaten AKP rejimi süresinde görülmemiş şekilde kutuplaştı. Bir diktatörlük rejimi altında yönetilen Türkiye, şiddet taraftarı radikal gruplar için adeta bir cennet halini alır, Kürt vatandaşlarımızı çaresizliğe iter, ortadoğunun güvenliği açısından bir kabusa dönüşür”
“Ancak, öncelikli olarak Erdoğan halkına baskı ve zulüm yapmayı kesmeli, herhangi bir soruşturma bile yürütmeksizin haklarını gasp ettiği ve kısıtladığı insanlara haklarını iade etmelidir. Ben muhtemelen Türkiye’nin örnek bir demokrasi oluşunu görecek kadar uzun yaşamayacağım ancak otoriterleşmeye giden bu eğilimin çok geç olmadan tersine dönmesi yönünde dua etmeye devam ediyorum.”
İşte Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “ARTIK TANIYAMADIĞIM ÜLKE TÜRKİYE” başlıklı yazısı:
Yaklaşık yirmi yıldır sakini olduğum ABD’nin başkanı ile memleketim Türkiye’nin cumhurbaşkanı bugün Beyaz Saray’da görüşecekler. ABD ile Türkiye’nin IŞİD ile mücadele, Suriye’nin geleceği ve mülteci krizi de dahil olmak üzere çok sayıda ortak meselesi var.
Ne var ki bir zamanlar demokrasisini tekmil ve mutedil bir laiklik anlayışını oturtma yolunda ümit vadeden Türkiye, bütün gücü elinde toplamak ve muhaliflere boyun eğdirmek için elinden gelen her şeyi yapan bir cumhurbaşkanının elinde tanınmaz hale geldi.
Batı Türkiye’nin demokrasi rotasına geri dönmesine yardım etmeli. Bugünkü görüşme ve önümüzdeki hafta yapılacak olan NATO Zirvesi bu maksada matuf bir fırsat olarak değerlendirilmeli.
Erdoğan, geçtiğimiz yıl 15 Temmuz’da gerçekleştirilen menfur askeri darbe girişimini müteakip masum insanlara karşı sistematik bir zulüm kampanyası başlattı. Kürtler, Aleviler, laikler, solcular, gazeteciler, akademisyenler ya da irtibatlı olduğum barışçı bir insani hareket olan Hizmet camiası katılımcıları dahil 300.000’den fazla Türkiye vatandaşının hayatı gözaltılar, tutuklamalar, işten çıkarmalar ve başka yollarla mahvedildi.
Darbe teşebbüsü ortaya çıktığında onu şiddetle kınadım ve bana isnat edilmesini net bir dille reddettim. Ayrıca, darbeye katılanların ideallerime ihanet etmiş olduklarını ifade ettim. Yine de delil olmaksızın, Erdoğan beni 5.000 mil uzaktan darbeyi planlamakla suçladı.
Ertesi gün hükümet, bir bankada hesap açmaları, bir okulda öğretmenlik yapmaları veya bir gazeteye haber yapmaları gibi sebeplerle Hizmet’le irtibatlandırdıkları binlerce kişinin listelerini hazırladı. Bu tür bir irtibat sanki suçmuş gibi muamele yaptılar ve bu insanların hayatlarını karartmaya başladılar. Listelerinde, aylarca evvel vefat etmiş isimler ve o sırada NATO’nun Avrupa’daki karargahında görev yapan isimler vardı. Uluslararası gözlemciler tarafından birçok kaçırma, gözaltında işkence ve ölüm vakaları rapor edildi. Erdoğan hükümeti, başka ülkelerde de masum insanları takibe aldı. Mesela, Malezya’ya aralarında 15 senedir orada görev yapan bir okul müdürü dahil olmak üzere üç Hizmet sempatizanını sınır dışı etmesi için baskı yaptılar ki bu kişilerin Türkiye’ye iade edildiğinde hapis ve muhtemelen işkenceyle karşılaşacaklarını söylemek kehanet olmayacaktır.
Nisan ayında cumhurbaşkanı, ciddi usulsüzlük iddialarının gündeme geldiği bir referandumu az farkla kazanarak devletin üç kolunu da kontrol etmesini sağlayan bir başkanlık sistemi kurdu. Aslında tasfiye ve yolsuzlukla bu güçleri zaten büyük ölçüde elinde tutuyordu. Otoriterlik girdabınının bu yeni aşamasında Türk halkı için ciddi endişeler taşıyorum.
Halbuki böyle başlamamışlardı. AKP 2002 yılında, Avrupa Birliği üyeliği hedefine matuf demokratik reformlar vaat ederek iktidara geldi. Fakat zaman geçtikçe Erdoğan giderek muhalif düşünceye karşı tahammülsüz hale gelmeye başladı. Birçok medya organının devletin denetleme kurumları vasıtasıyla kendi yandaşlarına intikalini sağladı. 2013 yazında Gezi parkı eylemlerini şiddetle bastırdı. Kabine üyelerinin adları Aralık ayında büyük çaplı bir rüşvet soruşturmasına karışınca, yargıyı ve medyayı boyunduruk altına alarak karşılık verdi. Geçen yıl 15 Temmuz’dan sonra ilan edilen “geçici” olağanüstü hal hala yürürlükte. Uluslararası Af Örgütü dünyada hapsedilen tüm gazetecilerin üçte birinin Türkiye hapislerinde olduğunu rapor etti.
Erdoğan’ın kendi halkına zulmetmesi artık sadece bir içişleri meselesi olmaktan çıkmıştır. Sivil toplum, gazeteci, akademisyen ve Kürt vatandaşlara karşı sürmekte olan zulüm ülkenin uzun vadede istikrarını tehdit eder hale gelmiştir. Toplumda hali hazırda AKP rejimi etrafında derin bir kutuplaşma meydana gelmiştir. Türkiye’nin şiddeti meşru gören radikallere kucak acarken Kürt vatandaşlarını ümitsizliğe sevk eden diktatöryel bir rejim haline gelmesi Orta Doğu güvenliği için bir kabus olacaktır.
Türkiye halkının demokrasilerini tekrar ayağa kaldırmak için Avrupalı müttefikleri ve ABD’nin desteklerine ihtiyaçları var. Türkiye 1950’de NATO’ya girebilmek için gerçek manada çok partili seçimleri başlattı. NATO, üyeliğinin gereği olarak Türkiye’nin ittifakın demokratik normlarına sadık kalmasını talep edebilir ve etmelidir.
Türkiye’nin demokrasi yolunda yaşadığı geriye gidişi tersine çevirmek için iki önemli konuda girişime ihtiyaç var.
Birincisi, toplumun tüm kesimlerinin katkısıyla, uluslararası hukuki ve insani normları gözetecek şekilde ve batının başarılı uzun vadeli demokrasilerinden alınan derslerden istifade edilen demokratik bir süreçle yeni bir sivil anayasa geliştirilmelidir.
İkincisi, demokratik ve çoğulcu değerleri tartışan ve kritik düşünmeyi teşvik eden bir eğitim müfredatı geliştirilmelidir. Her öğrenci, devlet gücünün bireysel haklarla dengelenmesinin, güçler ayrımının, bağımsız yargının, özgür basının önemini, aşırı milliyetçilik, dinin siyasallaştırılması ve devletin ya da herhangi bir liderinin kutsallaştırılmasının tehlikelerini öğrenmelidir.
Fakat, bunlar yapılmadan evvel Türk hükümetinin kendi halkına yönelik baskı ve hak ihlallerine son vermesi ve mağdur edilen vatandaşların haklarını telafi etmesi gerekiyor.
İhtimal, Türkiye’nin dünyada parmakla gösterilen bir demokrasi haline geldiğini görmeye ömrüm vefa etmeyecek ama niyazım odur ki şu an içinde bulunduğu otoriterlik girdabından çok geç olmadan kurtulsun.
İngilizce link:
https://www.washingtonpost.com/opinions/global-opinions/the-turkey-i-no-longer-know/2017/05/15/bda71c62-397c-11e7-8854-21f359183e8c_story.html
Türkçe link:
https://www.washingtonpost.com/news/global-opinions/wp/2017/05/15/fethullah-gulen-artik-taniyamadigim-ulke-turkiye/?utm_term=.9866b7a322a9
“Yapılanlar sadece Hizmet gönüllülerine değil, Aleviler, Kürtler, laik ve sol kesimlerle 300 bini aşkın insanın hayatını altüst etti”
Fethullah Gülen Hocafendi, ”15 Temmuzdaki üzücü darbe teşebbüsünden bu yana, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan sistematik bir şekilde masum insanlara zulmediyor, onları tutuklatıyor, gözaltına aldırıyor, işten kovduruyor. Şu ana değin sadece benimle ilişkilendirilen dünya barışından başka gayesi olmayan Hizmet hareketi gönüllüleri değil, Alevilerden, Kürtlerden, laik ve sol kesimden, gazeteciler, akademisyenlerden 300 bini aşkın insanın hayatını alt üst etti” ifadelerini kullandı.
Hocaefendi, “Erdoğan zaten demokratik bir ülkede emsali görülmeyecek şekilde bir devlet gücünü elinde tutuyordu. Referendum sonrası Türkiye’nin çok daha yoğun bir otoriterlik sürecine girmiş olmasından korkuyorum” dedi.
Yazıda şu ifadeler yer aldı:
“Erdoğan’ın masum insanlara bu ölçüde zulüm etmesi, sadece Türkiye’yi ilgilendiren basit bir iç mesele değildir. Sivil topluma, gazetecilere, akademisyenlere, Kürtlere yönelik bu olağanüstü baskı ülkenin uzun dönemdeki istikrarini da tehdit etmektedir. Türk toplumu zaten AKP rejimi süresinde görülmemiş şekilde kutuplaştı. Bir diktatörlük rejimi altında yönetilen Türkiye, şiddet taraftarı radikal gruplar için adeta bir cennet halini alır, Kürt vatandaşlarımızı çaresizliğe iter, ortadoğunun güvenliği açısından bir kabusa dönüşür”
“Ancak, öncelikli olarak Erdoğan halkına baskı ve zulüm yapmayı kesmeli, herhangi bir soruşturma bile yürütmeksizin haklarını gasp ettiği ve kısıtladığı insanlara haklarını iade etmelidir. Ben muhtemelen Türkiye’nin örnek bir demokrasi oluşunu görecek kadar uzun yaşamayacağım ancak otoriterleşmeye giden bu eğilimin çok geç olmadan tersine dönmesi yönünde dua etmeye devam ediyorum.”
İşte Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “ARTIK TANIYAMADIĞIM ÜLKE TÜRKİYE” başlıklı yazısı:
Yaklaşık yirmi yıldır sakini olduğum ABD’nin başkanı ile memleketim Türkiye’nin cumhurbaşkanı bugün Beyaz Saray’da görüşecekler. ABD ile Türkiye’nin IŞİD ile mücadele, Suriye’nin geleceği ve mülteci krizi de dahil olmak üzere çok sayıda ortak meselesi var.
Ne var ki bir zamanlar demokrasisini tekmil ve mutedil bir laiklik anlayışını oturtma yolunda ümit vadeden Türkiye, bütün gücü elinde toplamak ve muhaliflere boyun eğdirmek için elinden gelen her şeyi yapan bir cumhurbaşkanının elinde tanınmaz hale geldi.
Batı Türkiye’nin demokrasi rotasına geri dönmesine yardım etmeli. Bugünkü görüşme ve önümüzdeki hafta yapılacak olan NATO Zirvesi bu maksada matuf bir fırsat olarak değerlendirilmeli.
Erdoğan, geçtiğimiz yıl 15 Temmuz’da gerçekleştirilen menfur askeri darbe girişimini müteakip masum insanlara karşı sistematik bir zulüm kampanyası başlattı. Kürtler, Aleviler, laikler, solcular, gazeteciler, akademisyenler ya da irtibatlı olduğum barışçı bir insani hareket olan Hizmet camiası katılımcıları dahil 300.000’den fazla Türkiye vatandaşının hayatı gözaltılar, tutuklamalar, işten çıkarmalar ve başka yollarla mahvedildi.
Darbe teşebbüsü ortaya çıktığında onu şiddetle kınadım ve bana isnat edilmesini net bir dille reddettim. Ayrıca, darbeye katılanların ideallerime ihanet etmiş olduklarını ifade ettim. Yine de delil olmaksızın, Erdoğan beni 5.000 mil uzaktan darbeyi planlamakla suçladı.
Ertesi gün hükümet, bir bankada hesap açmaları, bir okulda öğretmenlik yapmaları veya bir gazeteye haber yapmaları gibi sebeplerle Hizmet’le irtibatlandırdıkları binlerce kişinin listelerini hazırladı. Bu tür bir irtibat sanki suçmuş gibi muamele yaptılar ve bu insanların hayatlarını karartmaya başladılar. Listelerinde, aylarca evvel vefat etmiş isimler ve o sırada NATO’nun Avrupa’daki karargahında görev yapan isimler vardı. Uluslararası gözlemciler tarafından birçok kaçırma, gözaltında işkence ve ölüm vakaları rapor edildi. Erdoğan hükümeti, başka ülkelerde de masum insanları takibe aldı. Mesela, Malezya’ya aralarında 15 senedir orada görev yapan bir okul müdürü dahil olmak üzere üç Hizmet sempatizanını sınır dışı etmesi için baskı yaptılar ki bu kişilerin Türkiye’ye iade edildiğinde hapis ve muhtemelen işkenceyle karşılaşacaklarını söylemek kehanet olmayacaktır.
Nisan ayında cumhurbaşkanı, ciddi usulsüzlük iddialarının gündeme geldiği bir referandumu az farkla kazanarak devletin üç kolunu da kontrol etmesini sağlayan bir başkanlık sistemi kurdu. Aslında tasfiye ve yolsuzlukla bu güçleri zaten büyük ölçüde elinde tutuyordu. Otoriterlik girdabınının bu yeni aşamasında Türk halkı için ciddi endişeler taşıyorum.
Halbuki böyle başlamamışlardı. AKP 2002 yılında, Avrupa Birliği üyeliği hedefine matuf demokratik reformlar vaat ederek iktidara geldi. Fakat zaman geçtikçe Erdoğan giderek muhalif düşünceye karşı tahammülsüz hale gelmeye başladı. Birçok medya organının devletin denetleme kurumları vasıtasıyla kendi yandaşlarına intikalini sağladı. 2013 yazında Gezi parkı eylemlerini şiddetle bastırdı. Kabine üyelerinin adları Aralık ayında büyük çaplı bir rüşvet soruşturmasına karışınca, yargıyı ve medyayı boyunduruk altına alarak karşılık verdi. Geçen yıl 15 Temmuz’dan sonra ilan edilen “geçici” olağanüstü hal hala yürürlükte. Uluslararası Af Örgütü dünyada hapsedilen tüm gazetecilerin üçte birinin Türkiye hapislerinde olduğunu rapor etti.
Erdoğan’ın kendi halkına zulmetmesi artık sadece bir içişleri meselesi olmaktan çıkmıştır. Sivil toplum, gazeteci, akademisyen ve Kürt vatandaşlara karşı sürmekte olan zulüm ülkenin uzun vadede istikrarını tehdit eder hale gelmiştir. Toplumda hali hazırda AKP rejimi etrafında derin bir kutuplaşma meydana gelmiştir. Türkiye’nin şiddeti meşru gören radikallere kucak acarken Kürt vatandaşlarını ümitsizliğe sevk eden diktatöryel bir rejim haline gelmesi Orta Doğu güvenliği için bir kabus olacaktır.
Türkiye halkının demokrasilerini tekrar ayağa kaldırmak için Avrupalı müttefikleri ve ABD’nin desteklerine ihtiyaçları var. Türkiye 1950’de NATO’ya girebilmek için gerçek manada çok partili seçimleri başlattı. NATO, üyeliğinin gereği olarak Türkiye’nin ittifakın demokratik normlarına sadık kalmasını talep edebilir ve etmelidir.
Türkiye’nin demokrasi yolunda yaşadığı geriye gidişi tersine çevirmek için iki önemli konuda girişime ihtiyaç var.
Birincisi, toplumun tüm kesimlerinin katkısıyla, uluslararası hukuki ve insani normları gözetecek şekilde ve batının başarılı uzun vadeli demokrasilerinden alınan derslerden istifade edilen demokratik bir süreçle yeni bir sivil anayasa geliştirilmelidir.
İkincisi, demokratik ve çoğulcu değerleri tartışan ve kritik düşünmeyi teşvik eden bir eğitim müfredatı geliştirilmelidir. Her öğrenci, devlet gücünün bireysel haklarla dengelenmesinin, güçler ayrımının, bağımsız yargının, özgür basının önemini, aşırı milliyetçilik, dinin siyasallaştırılması ve devletin ya da herhangi bir liderinin kutsallaştırılmasının tehlikelerini öğrenmelidir.
Fakat, bunlar yapılmadan evvel Türk hükümetinin kendi halkına yönelik baskı ve hak ihlallerine son vermesi ve mağdur edilen vatandaşların haklarını telafi etmesi gerekiyor.
İhtimal, Türkiye’nin dünyada parmakla gösterilen bir demokrasi haline geldiğini görmeye ömrüm vefa etmeyecek ama niyazım odur ki şu an içinde bulunduğu otoriterlik girdabından çok geç olmadan kurtulsun.
İngilizce link:
https://www.washingtonpost.com/opinions/global-opinions/the-turkey-i-no-longer-know/2017/05/15/bda71c62-397c-11e7-8854-21f359183e8c_story.html
Türkçe link:
https://www.washingtonpost.com/news/global-opinions/wp/2017/05/15/fethullah-gulen-artik-taniyamadigim-ulke-turkiye/?utm_term=.9866b7a322a9