Eski Washington Büyükelçisi ve CHP Milletvekili Namık Tan, Özgür Özel ve Devlet Bahçeli görüşmesinden önce dikkat çeken bir paylaşım yaptı. Özel’in Erdoğan ziyaretinde eski büyükelçi olarak CHP adına görüşmenin notlarını tutan Tan, “Bir Pazartesi Notu” başlığıyla paylaştığı yazıda, Erdoğan ile ittifak ortağı Bahçeli’nin hedefindeki AYM kararlarına dikkat çekerek, “AKP-MHP koalisyonu, AYM ve AİHM kararlarını uygulamayıp, anayasayı askıya alarak cumhuriyete ihanet ediyor” dedi. Tam ifade özgürlüğü, hukuk devleti gibi temel kavramların pazarlığa açık olmadığını vurgulayan Tan, dün “Pazar Notu” başlıklı yazısıyla “sivil itaatsizliği devlet karşıtı” gören Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’a da gönderme yaptı. “Bir Pazartesi Notu” başlıklı yazısına “sivil başkaldırı” tarihiyle başlayan Tan, “Külhanbeyi üsluplu kahvehane filozoflarına asla boyun eğmeyeceğiz. Vasatın tasallutuna da, devlet idaresindeki yozlaşmaya da, tüm ceberrut uygulamalara da aynı direnci göstereceğiz” dedi.
Geçen perşembe AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ziyaret eden CHP Genel Başkanı Özgür Özel, bu kez MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi TBMM’de ziyaret edecek. Erdoğan’ın “siyasette yumuşama”, Külliye’nin ise “Türkiye ‘100. Yıl Uzlaşması” dönemi olarak ifade ettiği yeni süreçte Özel’in Bahçeli’ye ziyareti de kritik önem taşıyor. Zira Özel, görüşmelerini Türkiye siyasetinde “diyalog zemini” oluşturma amacıyla gerçekleştirdiğini ifade ediyor. Yeni anayasa tartışmalarının alevlendiği dönemde Özel, Erdoğan’la görüşmesinde, Bahçeli’nin kapatma çağrıları yaptığı ve sıklıkla hedef gösterdiği AYM, Gezi davası gibi konuları da görüşmüştü.
“Külhanbeyi üsluplu kahvehane filozofları”
Eski Washington Büyükelçisi ve CHP Milletvekili Namık Tan ise yarın gerçekleşecek Özel ve Bahçeli görüşmesinden önce dikkat çeken bir paylaşım yaptı. Özel’in Erdoğan ziyaretinde CHP adına görüşmenin notlarını tutan Tan, Cumhur İttifakı’nın diğer ortağı MHP ile yapılacak görüşme öncesi, MHP’nin hedefinde olan Anayasa Mahkemesi (AYM) ve AİHM kararlarına dikkat çekti.
Tan yazısıyla, aynı zamanda AYM kararlarını sık sık hedef alan Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’a da gönderme yaptı. “Devlet hadlerini bildirir” çıkışıyla AKP içinde de kriz başlatan Erdoğan’ın Başdanışmanı Uçum, dün yayımladığı “Pazar Notu” başlıklı yazısıyla, 1 Mayıs tutuklamaları üzerinden “sivil itaatsizliği devlet karşıtı” görmüştü. Tan ise “Bir Pazartesi Notu” başlığı attığı yazısına “sivil başkaldırı” tarihiyle başladı.
Yazısında, “devlet idaresindeki yozlaşma, külhanbeyi üsluplu kahvehane filozofları” gibi ifadeler kullanan Tan, “CHP olarak biz Gezi Davası’nda da, Kobani Davası’nda da, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasında da, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve seçmenin iradesine saygı duyulmasında da, sansüre karşı da, yolsuzluğa karşı da, eğitimde akıldan, bilimden, laiklikten uzaklaşma girişimlerine karşı da külhanbeyi üsluplu kahvehane filozoflarına asla boyun eğmeyeceğiz. Vasatın tasallutuna da, devlet idaresindeki yozlaşmaya da, tüm ceberrut uygulamalara da aynı direnci göstereceğiz” sözleriyle yazısını noktaladı.
CHP’li Tan’ın x hesabından yayımladığı yazı şöyle:
BİR PAZARTESİ NOTU
“Sovyetler Birliği de 1956 Kasım başında Macaristan’ın sivil başkaldırısını tanklarıyla ezmişti. Bu durum da Avrupa’da SSCB destekli yahut ilintili komünist parti ve hareketlerle, daha geniş anlamda “sol” içinde canlı bir tartışmaya ve giderek ayrışmaya yol açmıştı. SSCB’nin hem birliğin içindeki, hem Demir Perde gerisinde işgal ettiği ülkelerdeki özgürlük karşıtı anti-demokratik uygulamaları sözde ütopya maskesini düşürmüştü.
Bunun öncesinde II. Dünya Savaşı’nın sonrasında Afrika’da anti-kolonyalist hareketler Avrupa’da toplumun belli kesimlerinden güçlü destek bulmuştu. Benzer biçimde ABD’de ırk ayrımcılığının sona ermesi için başlatılan hak ve özgürlükler hareketleri de öyle.
Karşılıklı olası topyekûn yıkıma dayalı nükleer silah dengesi ABD ile SSCB arasında bir sıcak savaş yahut III. Dünya Savaşı’nın patlamasını engelledi. SSCB’nin, Macaristan’ı işgalinden önce 1948-49’daki Berlin Ablukası ve Macaristan’a müdahalenin ardından 1961’de Berlin Duvarı’nı tamamlamasıysa Soğuk Savaş’ı sertleştirdi. Ortadoğu, Uzakdoğu, Afrika ve Latin Amerika’da halk kurtuluş hareketleri, gerilla, kontr-gerilla, yıkıcı faaliyet ve darbelere destek olmaya muhasım bloklar karşılıklı germi verdi.
Fransa da kendi başkanlık düzenine yani V. cumhuriyete Cezayir Savaşı’nın yakıcı kalkışma, başkaldırı, iç savaş ve askeri darbe tehlike ve durumlarının bir arada yaşandığı gerilimli bir dönemde 1958 yılında geçecekti. O yıl Mayıs ayında De Gaulle olağanüstü yetkilerle başbakanlığa tekabül eden bakanlar kurulu başkanlığı görevine getirildi ve ardından da taslağı yaz aylarında hazırlanan anayasanın halkoylamasıyla kabulüyle Ekim başında başkan seçildi. Onun bu olağanüstü durumu araçsallaştırarak tek adamlığa özenme olasılığı tartışma yarattı.
Ünlü siyaset bilimci Prof. Dr. Raymond Aron, hem De Gaulle’ün hem SSCB’nin sorgulandığı sırada Sorbonne Üniversitesi’nin 1957-58 akademik yılında “demokrasi ve totalitarizm” başlığıyla 19 dersten oluşan bir dizi konferans verdi. Aron, “Aynı zamanda hem boyun eğmeyi hem boyun eğmeyi reddetmeyi doğrulamak mümkün müdür? Yetki ve yetkinin sınırları nedir? sorularını soruyor ve kendi sorularına “İşte siyasal düzenin ebedi sorunu budur. Esasen, tüm rejim biçimleri de bu sorunun hiçbir zaman mükemmel olmayan çözümleridir.” yanıtını veriyordu.
Aron’un gündelik heyecanlardan uzak sözkonusu değerlendirmesi bugün de güncel. Zira, Demir Perde’nin1989’da ve SSCB’nin de 1991’de yıkılması “tarihin sonu” tartışmasını başlatmıştı. Sovyet boyunduruğundan kurtulan ülkelerde “renkli devrimler” yaşandı. Arkadan “Arap baharları” geldi. El Kaide’nin küresel, IŞİD’in görece bölgesel terör tehditleri ise Batı’nın “açık toplumlarının” dikiş yerlerine aşırı gerilim yüklenmesine yol açtı.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, İsrail’in Hamas’ın 7 Ekim terör saldırısına Gazze’de verdiği soykırım boyutuna ulaşan orantısız askeri yanıt ve Batı Şeria’daki “apartheid” düzeni, Çin’in Hong Kong’da demokrasiyi bitirmesi, Tayvan üzerinde baskısı, Güney Çin Denizi’ndeki saldırgan ve yayılmacı tutumu uluslararası ortamı tümüyle dönüştürdü. Batı’da ise düzensiz göç ve “ötekileştirilen” İslâm hassasiyeti arttı. Popülizmler ABD’de ve AB ülkelerinde güçlendi. Rusya ve Çin Batı demokrasilerinin içlerinden çürütülmesine Soğuk Savaş’ı çağrıştırır biçimde örtülü desteklerini esirgemedi.
Ülkemizde baskıcı zihniyete her daim prim verenler, demokratikleşmenin önünü “özgürlük-güvenlik denklemi” safsatasıyla tıkayanlar, devlet tapıncına sığınanlar da bu örtülü destek faaliyetlerinin ya bilinçsiz ya gönüllü maşaları oldular. Ayrıca, laikliğin cumhuriyetin taşıyıcı sütunu değil çevre düzenlemesi olduğunu varsaydılar. Oysa, demokrasi daha doğru deyişle tam demokrasi dışında bir ikinci yolun, “eksik demokrasi” denilebilecek esasen absürt bir üçüncü yolun mümkün olup olmadığı tartışılırken Aron’un alıntıladığım sorusu ve yanıtı bugün de yol gösterici.
Nitekim, AKP-MHP koalisyonu, AYM ve AİHM kararlarını uygulamayıp, anayasayı askıya alarak cumhuriyete ihanet ediyor. İlginçtir, SSCB’de Stalin’in ölümüyle meydana çıkmaya başlayan rejim muhalifleri de mevcut anayasanın uygulanmasını, en azından orada yazılı haklarının gözetilmesini talep ediyorlardı. O zamanlar burada o SSCB’nin aparatçikliğini yapmaya yeltenmiş birilerinin, bugün çıkıp zamane düşünürü pozlarında topluma kabadayılık yapma cüretini gösterebilmeleri düşündürücü
Bugün Türkiye’de tek parti ve tek adam rejimine özenenler, ağızlarından “beka” terimi düşmeyenler için seçenekler açık : Kremlin’iyle, gizli polisiyle, sansürüyle Putin’in Rusya’sı ; yurttaşını beşikten mezara izleyerek tuttuğu sosyal kredi çeteleleri, her köşedeki kameraları, yüz tanıma sistemleriyle Şi’nin Çin’i; babadan oğula devrolunan Orta Asya diktatörlükleri; kamu kaynaklarını çöreklendikleri devlet eliyle yağmalayan yozlaşmış kimi Ortadoğu, Güney Amerika, Afrika diktatörlükleri önlerinde duruyor.
Zira, laik olmayan demokrasi olamayacağı gibi, çekingen tek adam rejimi de olmaz. Tam ifade özgürlüğü, hukuk devleti, eşit anayasal yurttaşlık, ulusal egemenlikte her bireyin temsili, çoğulculuk, sivil toplum gibi temel kavramlar laf cambazlıklarıyla eğilip bükülemez ve pazarlığa da açık değildir. Anayasa demek yalnızca “teşkilat-ı esasiye” demek değildir. “Constitution” devletin temeli, oluşumu demektir. Yazılı olmak zorunda dahi değildir. Ne acı ki, taşa kazılsa da uyulmamasına bugün Türkiye güzel bir örnektir.
CHP olarak biz Gezi Davası’nda da, Kobani Davası’nda da, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasında da, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve seçmenin iradesine saygı duyulmasında da, sansüre karşı da, yolsuzluğa karşı da, eğitimde akıldan, bilimden, laiklikten uzaklaşma girişimlerine karşı da külhanbeyi üsluplu kahvehane filozoflarına asla boyun eğmeyeceğiz. Hak ve özgürlüklerin savunulmasında asla geri adım atmayacağız. Vasatın tasallutuna da, devlet idaresindeki yozlaşmaya da, tüm ceberrut uygulamalara da aynı direnci göstereceğiz. Ne olursa olsun, cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandırmayı mutlaka başaracağız.”