Sözcü yazarı Emin Çölaşan, darbe girişiminin ardından Hizmet’e yönelik başlatılan soruşturmalar kapsamında tutuklanan bir vatandaşın mektubunu okurlarıyla paylaştı.
Emin Çölaşan’ın “Cezaevine düşmeye gör” başlığıyla yayımlanan (25 Temmuz 2017) yazısı şöyle:
Sevgili okurlarım, Türkiye’de gazetecilik yapmak giderek zorlaşıyor. Hiç ummadığınız bir biçimde gazeteciler bile şu veya bu nedenle gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.
Kim olursanız olun, yüksek makamlardan torpilli değilseniz, tutuklandığınız zaman işiniz çok zor.
Aylar geçiyor, savcılık iddianameleri hazırlanmıyor.
Neyle suçlandığınızı bilmeden demir parmaklıklar arkasında yaşamaya mahkûm ediliyorsunuz.
Örnek mi istediniz, işte bizim Gökmen Ulu ile Mediha Olgun’un durumu. Her ikisi de, hiçbir suçları olmadığı halde aylardır tutuklu.
Sözcü’nün sahibi Burak Akbay hakkında yakalama kararı var.
***
İşte size Cumhuriyet Gazetesi yöneticileri, köşe yazarları, karikatürist ve avukatlarının başına gelenler.
11 kişi bugün itibarıyla tam 268 günden (dokuz ay) bu yana tutuklu. Çok şükür, ilk duruşmaya dün çıkabildiler! (Tahliye edilip edilmeyecekleri birkaç gün sonra belli olur.)
Bir kez tutuklanan artık dışarı çıkamıyor. Suçsuz bile olsa, en azından cezaevinde aylarca yatması gerekiyor.
***
Tutuklulara ve avukatlarına dosyaları, “Gizlilik” gerekçesiyle gösterilmiyor. Mahkemelere yapılan bütün itirazlar ve tahliye talepleri otomatik olarak reddediliyor.
Cezaevi koşulları derseniz, istisnasız hepsinde korkunç!
Şu veya bu nedenle tutuklanan kişiler örneğin 8 kişilik koğuşlarda 20‐25 kişi kalmak zorunda.
Cezaevlerinde suçlu suçsuz ayrımı yapılmadan, insanlar balık istifi vaziyetlerde çile çekmeye mahkûm
Ve bir mektup
Çeşitli cezaevlerinden her gün birkaç mektup alıyorum. Yazanları tanımam. Ancak yazılanlar çok vahim. Konuyu uzatmadan, elime birkaç gün önce geçen bir mektubu size ileteyim:
“Sayın Çölaşan, size bu mektubu Aliağa Şakran cezaevinden yazıyorum. İzmir’deki bu cezaevinde yaklaşık bir yıldan bu yana F… üyeliği iddiasıyla yatıyorum. Şahsımın yaşadığı mağduriyetleri bir kenara bırakıp başka bir konuya değineyim. Size anlatmak istediklerim, cezaevi koşullarıdır. Yapılırken 8‐10 kişi için planlanan koğuşlarda 22‐23 kişi kalıyoruz. İki kat olan koğuş 30+30, toplam 60 metrekare civarı. Üst katta zaten yataklar var. Alt katta ise bir banyo, bir tuvalet.
Koğuşta yatak sayısı 14. Her durumda 8‐9 kişi yerlerde yatıyor. Yemek, vardiyalarla yeniyor. Tuvalet, banyo ve çamaşır büyük sorun.
Devamlı ishal gibi enfeksiyonlar var. Zaten alt kata bütün tutuklular sığamıyor. Dolayısıyla televizyon nöbetleşe izleniyor ve vardiyalı yemek yeniyor.
Hele 44‐45 derecelik bu sıcaklarda, küçük bir salon büyüklüğündeki bir koğuşta geceyi geçirmenin nasıl bir eziyet ve işkence olduğunu tahmin edebilirsiniz. Uyumak zaten söz konusu değil.
Küçük bir avlu var, gündüz saatlerinde açılıyor. Üzeri kafesle kaplı. 22 kişinin avluya girip çıkması zaten mümkün değil. Sadece nefes almak için çıkabiliyorsunuz.
Duş veya tuvalet sırası beklemek zaten olağan bir durum. Temizlik ve hijyen azlığı nedeniyle ve aşırı sıcaklardan cilt hastalıkları türedi. Özetle, 60 metrekarelik bir evde 23 kişinin kilitli bir kapıyla aylarca yaşadığını ve aşırı sıcaklardaki durumunu hayal edin.
Zaten kitap, spor gibi faaliyetler de yasak.
***
Kendim bir yıldır tutukluyum, hâlâ hakim karşısına çıkamadım. Ailem Ankara’da. Gelmeleri maddi olarak zorluyor. Küçük kızımı sadece iki defa görebildim. Artık masumum bile diyemiyorum çünkü kimse inanmıyor.
Ne darbeyle ilgili bir suçum var, ne de başka bir suçum. Hakkımda delil olmadan bir yıldır tutukluyum ve henüz mahkemeye çıkamadım. Eylül sonuna gün verdiler.
İlk duruşmaya çıktığımda zaten 15 ay tutuklu olmuş olacağım.
***
Adalet kavramı benim için artık yok. Masumiyet karinesi, adil yargılanma yok.
İnsanlık onuru yok, savunma hakkı yok.
Tahliye olacağıma umudum zaten hiç yok.
Bu kadar adaletsizlik üzerine mi güçlü ve demokratik bir ülke kuracağız. Şu anda (cezaevinde) yaşadıklarımız, insanlığın bittiği noktadır.
Bu arada, devlete yıllarca hizmet etmiş bir subay olduğumu da belirteyim. Bu hususu bile artık unuttum.
Özetle, kişisel mağduriyetler bir yana, özellikle daracık koğuşlarda aşırı sıcak günlerde 22‐23 kişinin alt alta üst üste yattığını ve günlük yaşamın bir eziyet halini aldığını özellikle vurgulamak isterim.
Bu durumu köşenizde yazarsanız inanın ki etkisi olacaktır. Gazeteciliğinize olan güvenimi bir kez daha belirterek saygılar sunarım. İsim ve imza.”
Çok düşündüm, çeşitli nedenlerle subayın ismini yazmak istemedim.
İşin en üzücü yanı, Türkiye’nin cezaevlerinde bu koşullarda yaşatılan, haklarında iddianame hazırlanmayan, bütün itirazları otomatik olarak reddedilen ve mahkemeye çıkarılmayan on binlerce tutuklu olmasıdır.
Sözcü yazarı Emin Çölaşan, darbe girişiminin ardından Hizmet’e yönelik başlatılan soruşturmalar kapsamında tutuklanan bir vatandaşın mektubunu okurlarıyla paylaştı.
Emin Çölaşan’ın “Cezaevine düşmeye gör” başlığıyla yayımlanan (25 Temmuz 2017) yazısı şöyle:
Sevgili okurlarım, Türkiye’de gazetecilik yapmak giderek zorlaşıyor. Hiç ummadığınız bir biçimde gazeteciler bile şu veya bu nedenle gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.
Kim olursanız olun, yüksek makamlardan torpilli değilseniz, tutuklandığınız zaman işiniz çok zor.
Aylar geçiyor, savcılık iddianameleri hazırlanmıyor.
Neyle suçlandığınızı bilmeden demir parmaklıklar arkasında yaşamaya mahkûm ediliyorsunuz.
Örnek mi istediniz, işte bizim Gökmen Ulu ile Mediha Olgun’un durumu. Her ikisi de, hiçbir suçları olmadığı halde aylardır tutuklu.
Sözcü’nün sahibi Burak Akbay hakkında yakalama kararı var.
***
İşte size Cumhuriyet Gazetesi yöneticileri, köşe yazarları, karikatürist ve avukatlarının başına gelenler.
11 kişi bugün itibarıyla tam 268 günden (dokuz ay) bu yana tutuklu. Çok şükür, ilk duruşmaya dün çıkabildiler! (Tahliye edilip edilmeyecekleri birkaç gün sonra belli olur.)
Bir kez tutuklanan artık dışarı çıkamıyor. Suçsuz bile olsa, en azından cezaevinde aylarca yatması gerekiyor.
***
Tutuklulara ve avukatlarına dosyaları, “Gizlilik” gerekçesiyle gösterilmiyor. Mahkemelere yapılan bütün itirazlar ve tahliye talepleri otomatik olarak reddediliyor.
Cezaevi koşulları derseniz, istisnasız hepsinde korkunç!
Şu veya bu nedenle tutuklanan kişiler örneğin 8 kişilik koğuşlarda 20‐25 kişi kalmak zorunda.
Cezaevlerinde suçlu suçsuz ayrımı yapılmadan, insanlar balık istifi vaziyetlerde çile çekmeye mahkûm
Ve bir mektup
Çeşitli cezaevlerinden her gün birkaç mektup alıyorum. Yazanları tanımam. Ancak yazılanlar çok vahim. Konuyu uzatmadan, elime birkaç gün önce geçen bir mektubu size ileteyim:
“Sayın Çölaşan, size bu mektubu Aliağa Şakran cezaevinden yazıyorum. İzmir’deki bu cezaevinde yaklaşık bir yıldan bu yana F… üyeliği iddiasıyla yatıyorum. Şahsımın yaşadığı mağduriyetleri bir kenara bırakıp başka bir konuya değineyim. Size anlatmak istediklerim, cezaevi koşullarıdır. Yapılırken 8‐10 kişi için planlanan koğuşlarda 22‐23 kişi kalıyoruz. İki kat olan koğuş 30+30, toplam 60 metrekare civarı. Üst katta zaten yataklar var. Alt katta ise bir banyo, bir tuvalet.
Koğuşta yatak sayısı 14. Her durumda 8‐9 kişi yerlerde yatıyor. Yemek, vardiyalarla yeniyor. Tuvalet, banyo ve çamaşır büyük sorun.
Devamlı ishal gibi enfeksiyonlar var. Zaten alt kata bütün tutuklular sığamıyor. Dolayısıyla televizyon nöbetleşe izleniyor ve vardiyalı yemek yeniyor.
Hele 44‐45 derecelik bu sıcaklarda, küçük bir salon büyüklüğündeki bir koğuşta geceyi geçirmenin nasıl bir eziyet ve işkence olduğunu tahmin edebilirsiniz. Uyumak zaten söz konusu değil.
Küçük bir avlu var, gündüz saatlerinde açılıyor. Üzeri kafesle kaplı. 22 kişinin avluya girip çıkması zaten mümkün değil. Sadece nefes almak için çıkabiliyorsunuz.
Duş veya tuvalet sırası beklemek zaten olağan bir durum. Temizlik ve hijyen azlığı nedeniyle ve aşırı sıcaklardan cilt hastalıkları türedi. Özetle, 60 metrekarelik bir evde 23 kişinin kilitli bir kapıyla aylarca yaşadığını ve aşırı sıcaklardaki durumunu hayal edin.
Zaten kitap, spor gibi faaliyetler de yasak.
***
Kendim bir yıldır tutukluyum, hâlâ hakim karşısına çıkamadım. Ailem Ankara’da. Gelmeleri maddi olarak zorluyor. Küçük kızımı sadece iki defa görebildim. Artık masumum bile diyemiyorum çünkü kimse inanmıyor.
Ne darbeyle ilgili bir suçum var, ne de başka bir suçum. Hakkımda delil olmadan bir yıldır tutukluyum ve henüz mahkemeye çıkamadım. Eylül sonuna gün verdiler.
İlk duruşmaya çıktığımda zaten 15 ay tutuklu olmuş olacağım.
***
Adalet kavramı benim için artık yok. Masumiyet karinesi, adil yargılanma yok.
İnsanlık onuru yok, savunma hakkı yok.
Tahliye olacağıma umudum zaten hiç yok.
Bu kadar adaletsizlik üzerine mi güçlü ve demokratik bir ülke kuracağız. Şu anda (cezaevinde) yaşadıklarımız, insanlığın bittiği noktadır.
Bu arada, devlete yıllarca hizmet etmiş bir subay olduğumu da belirteyim. Bu hususu bile artık unuttum.
Özetle, kişisel mağduriyetler bir yana, özellikle daracık koğuşlarda aşırı sıcak günlerde 22‐23 kişinin alt alta üst üste yattığını ve günlük yaşamın bir eziyet halini aldığını özellikle vurgulamak isterim.
Bu durumu köşenizde yazarsanız inanın ki etkisi olacaktır. Gazeteciliğinize olan güvenimi bir kez daha belirterek saygılar sunarım. İsim ve imza.”
Çok düşündüm, çeşitli nedenlerle subayın ismini yazmak istemedim.
İşin en üzücü yanı, Türkiye’nin cezaevlerinde bu koşullarda yaşatılan, haklarında iddianame hazırlanmayan, bütün itirazları otomatik olarak reddedilen ve mahkemeye çıkarılmayan on binlerce tutuklu olmasıdır.
Sözcü yazarı Emin Çölaşan, darbe girişiminin ardından Hizmet’e yönelik başlatılan soruşturmalar kapsamında tutuklanan bir vatandaşın mektubunu okurlarıyla paylaştı.
Emin Çölaşan’ın “Cezaevine düşmeye gör” başlığıyla yayımlanan (25 Temmuz 2017) yazısı şöyle:
Sevgili okurlarım, Türkiye’de gazetecilik yapmak giderek zorlaşıyor. Hiç ummadığınız bir biçimde gazeteciler bile şu veya bu nedenle gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.
Kim olursanız olun, yüksek makamlardan torpilli değilseniz, tutuklandığınız zaman işiniz çok zor.
Aylar geçiyor, savcılık iddianameleri hazırlanmıyor.
Neyle suçlandığınızı bilmeden demir parmaklıklar arkasında yaşamaya mahkûm ediliyorsunuz.
Örnek mi istediniz, işte bizim Gökmen Ulu ile Mediha Olgun’un durumu. Her ikisi de, hiçbir suçları olmadığı halde aylardır tutuklu.
Sözcü’nün sahibi Burak Akbay hakkında yakalama kararı var.
***
İşte size Cumhuriyet Gazetesi yöneticileri, köşe yazarları, karikatürist ve avukatlarının başına gelenler.
11 kişi bugün itibarıyla tam 268 günden (dokuz ay) bu yana tutuklu. Çok şükür, ilk duruşmaya dün çıkabildiler! (Tahliye edilip edilmeyecekleri birkaç gün sonra belli olur.)
Bir kez tutuklanan artık dışarı çıkamıyor. Suçsuz bile olsa, en azından cezaevinde aylarca yatması gerekiyor.
***
Tutuklulara ve avukatlarına dosyaları, “Gizlilik” gerekçesiyle gösterilmiyor. Mahkemelere yapılan bütün itirazlar ve tahliye talepleri otomatik olarak reddediliyor.
Cezaevi koşulları derseniz, istisnasız hepsinde korkunç!
Şu veya bu nedenle tutuklanan kişiler örneğin 8 kişilik koğuşlarda 20‐25 kişi kalmak zorunda.
Cezaevlerinde suçlu suçsuz ayrımı yapılmadan, insanlar balık istifi vaziyetlerde çile çekmeye mahkûm
Ve bir mektup
Çeşitli cezaevlerinden her gün birkaç mektup alıyorum. Yazanları tanımam. Ancak yazılanlar çok vahim. Konuyu uzatmadan, elime birkaç gün önce geçen bir mektubu size ileteyim:
“Sayın Çölaşan, size bu mektubu Aliağa Şakran cezaevinden yazıyorum. İzmir’deki bu cezaevinde yaklaşık bir yıldan bu yana F… üyeliği iddiasıyla yatıyorum. Şahsımın yaşadığı mağduriyetleri bir kenara bırakıp başka bir konuya değineyim. Size anlatmak istediklerim, cezaevi koşullarıdır. Yapılırken 8‐10 kişi için planlanan koğuşlarda 22‐23 kişi kalıyoruz. İki kat olan koğuş 30+30, toplam 60 metrekare civarı. Üst katta zaten yataklar var. Alt katta ise bir banyo, bir tuvalet.
Koğuşta yatak sayısı 14. Her durumda 8‐9 kişi yerlerde yatıyor. Yemek, vardiyalarla yeniyor. Tuvalet, banyo ve çamaşır büyük sorun.
Devamlı ishal gibi enfeksiyonlar var. Zaten alt kata bütün tutuklular sığamıyor. Dolayısıyla televizyon nöbetleşe izleniyor ve vardiyalı yemek yeniyor.
Hele 44‐45 derecelik bu sıcaklarda, küçük bir salon büyüklüğündeki bir koğuşta geceyi geçirmenin nasıl bir eziyet ve işkence olduğunu tahmin edebilirsiniz. Uyumak zaten söz konusu değil.
Küçük bir avlu var, gündüz saatlerinde açılıyor. Üzeri kafesle kaplı. 22 kişinin avluya girip çıkması zaten mümkün değil. Sadece nefes almak için çıkabiliyorsunuz.
Duş veya tuvalet sırası beklemek zaten olağan bir durum. Temizlik ve hijyen azlığı nedeniyle ve aşırı sıcaklardan cilt hastalıkları türedi. Özetle, 60 metrekarelik bir evde 23 kişinin kilitli bir kapıyla aylarca yaşadığını ve aşırı sıcaklardaki durumunu hayal edin.
Zaten kitap, spor gibi faaliyetler de yasak.
***
Kendim bir yıldır tutukluyum, hâlâ hakim karşısına çıkamadım. Ailem Ankara’da. Gelmeleri maddi olarak zorluyor. Küçük kızımı sadece iki defa görebildim. Artık masumum bile diyemiyorum çünkü kimse inanmıyor.
Ne darbeyle ilgili bir suçum var, ne de başka bir suçum. Hakkımda delil olmadan bir yıldır tutukluyum ve henüz mahkemeye çıkamadım. Eylül sonuna gün verdiler.
İlk duruşmaya çıktığımda zaten 15 ay tutuklu olmuş olacağım.
***
Adalet kavramı benim için artık yok. Masumiyet karinesi, adil yargılanma yok.
İnsanlık onuru yok, savunma hakkı yok.
Tahliye olacağıma umudum zaten hiç yok.
Bu kadar adaletsizlik üzerine mi güçlü ve demokratik bir ülke kuracağız. Şu anda (cezaevinde) yaşadıklarımız, insanlığın bittiği noktadır.
Bu arada, devlete yıllarca hizmet etmiş bir subay olduğumu da belirteyim. Bu hususu bile artık unuttum.
Özetle, kişisel mağduriyetler bir yana, özellikle daracık koğuşlarda aşırı sıcak günlerde 22‐23 kişinin alt alta üst üste yattığını ve günlük yaşamın bir eziyet halini aldığını özellikle vurgulamak isterim.
Bu durumu köşenizde yazarsanız inanın ki etkisi olacaktır. Gazeteciliğinize olan güvenimi bir kez daha belirterek saygılar sunarım. İsim ve imza.”
Çok düşündüm, çeşitli nedenlerle subayın ismini yazmak istemedim.
İşin en üzücü yanı, Türkiye’nin cezaevlerinde bu koşullarda yaşatılan, haklarında iddianame hazırlanmayan, bütün itirazları otomatik olarak reddedilen ve mahkemeye çıkarılmayan on binlerce tutuklu olmasıdır.
Sözcü yazarı Emin Çölaşan, darbe girişiminin ardından Hizmet’e yönelik başlatılan soruşturmalar kapsamında tutuklanan bir vatandaşın mektubunu okurlarıyla paylaştı.
Emin Çölaşan’ın “Cezaevine düşmeye gör” başlığıyla yayımlanan (25 Temmuz 2017) yazısı şöyle:
Sevgili okurlarım, Türkiye’de gazetecilik yapmak giderek zorlaşıyor. Hiç ummadığınız bir biçimde gazeteciler bile şu veya bu nedenle gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.
Kim olursanız olun, yüksek makamlardan torpilli değilseniz, tutuklandığınız zaman işiniz çok zor.
Aylar geçiyor, savcılık iddianameleri hazırlanmıyor.
Neyle suçlandığınızı bilmeden demir parmaklıklar arkasında yaşamaya mahkûm ediliyorsunuz.
Örnek mi istediniz, işte bizim Gökmen Ulu ile Mediha Olgun’un durumu. Her ikisi de, hiçbir suçları olmadığı halde aylardır tutuklu.
Sözcü’nün sahibi Burak Akbay hakkında yakalama kararı var.
***
İşte size Cumhuriyet Gazetesi yöneticileri, köşe yazarları, karikatürist ve avukatlarının başına gelenler.
11 kişi bugün itibarıyla tam 268 günden (dokuz ay) bu yana tutuklu. Çok şükür, ilk duruşmaya dün çıkabildiler! (Tahliye edilip edilmeyecekleri birkaç gün sonra belli olur.)
Bir kez tutuklanan artık dışarı çıkamıyor. Suçsuz bile olsa, en azından cezaevinde aylarca yatması gerekiyor.
***
Tutuklulara ve avukatlarına dosyaları, “Gizlilik” gerekçesiyle gösterilmiyor. Mahkemelere yapılan bütün itirazlar ve tahliye talepleri otomatik olarak reddediliyor.
Cezaevi koşulları derseniz, istisnasız hepsinde korkunç!
Şu veya bu nedenle tutuklanan kişiler örneğin 8 kişilik koğuşlarda 20‐25 kişi kalmak zorunda.
Cezaevlerinde suçlu suçsuz ayrımı yapılmadan, insanlar balık istifi vaziyetlerde çile çekmeye mahkûm
Ve bir mektup
Çeşitli cezaevlerinden her gün birkaç mektup alıyorum. Yazanları tanımam. Ancak yazılanlar çok vahim. Konuyu uzatmadan, elime birkaç gün önce geçen bir mektubu size ileteyim:
“Sayın Çölaşan, size bu mektubu Aliağa Şakran cezaevinden yazıyorum. İzmir’deki bu cezaevinde yaklaşık bir yıldan bu yana F… üyeliği iddiasıyla yatıyorum. Şahsımın yaşadığı mağduriyetleri bir kenara bırakıp başka bir konuya değineyim. Size anlatmak istediklerim, cezaevi koşullarıdır. Yapılırken 8‐10 kişi için planlanan koğuşlarda 22‐23 kişi kalıyoruz. İki kat olan koğuş 30+30, toplam 60 metrekare civarı. Üst katta zaten yataklar var. Alt katta ise bir banyo, bir tuvalet.
Koğuşta yatak sayısı 14. Her durumda 8‐9 kişi yerlerde yatıyor. Yemek, vardiyalarla yeniyor. Tuvalet, banyo ve çamaşır büyük sorun.
Devamlı ishal gibi enfeksiyonlar var. Zaten alt kata bütün tutuklular sığamıyor. Dolayısıyla televizyon nöbetleşe izleniyor ve vardiyalı yemek yeniyor.
Hele 44‐45 derecelik bu sıcaklarda, küçük bir salon büyüklüğündeki bir koğuşta geceyi geçirmenin nasıl bir eziyet ve işkence olduğunu tahmin edebilirsiniz. Uyumak zaten söz konusu değil.
Küçük bir avlu var, gündüz saatlerinde açılıyor. Üzeri kafesle kaplı. 22 kişinin avluya girip çıkması zaten mümkün değil. Sadece nefes almak için çıkabiliyorsunuz.
Duş veya tuvalet sırası beklemek zaten olağan bir durum. Temizlik ve hijyen azlığı nedeniyle ve aşırı sıcaklardan cilt hastalıkları türedi. Özetle, 60 metrekarelik bir evde 23 kişinin kilitli bir kapıyla aylarca yaşadığını ve aşırı sıcaklardaki durumunu hayal edin.
Zaten kitap, spor gibi faaliyetler de yasak.
***
Kendim bir yıldır tutukluyum, hâlâ hakim karşısına çıkamadım. Ailem Ankara’da. Gelmeleri maddi olarak zorluyor. Küçük kızımı sadece iki defa görebildim. Artık masumum bile diyemiyorum çünkü kimse inanmıyor.
Ne darbeyle ilgili bir suçum var, ne de başka bir suçum. Hakkımda delil olmadan bir yıldır tutukluyum ve henüz mahkemeye çıkamadım. Eylül sonuna gün verdiler.
İlk duruşmaya çıktığımda zaten 15 ay tutuklu olmuş olacağım.
***
Adalet kavramı benim için artık yok. Masumiyet karinesi, adil yargılanma yok.
İnsanlık onuru yok, savunma hakkı yok.
Tahliye olacağıma umudum zaten hiç yok.
Bu kadar adaletsizlik üzerine mi güçlü ve demokratik bir ülke kuracağız. Şu anda (cezaevinde) yaşadıklarımız, insanlığın bittiği noktadır.
Bu arada, devlete yıllarca hizmet etmiş bir subay olduğumu da belirteyim. Bu hususu bile artık unuttum.
Özetle, kişisel mağduriyetler bir yana, özellikle daracık koğuşlarda aşırı sıcak günlerde 22‐23 kişinin alt alta üst üste yattığını ve günlük yaşamın bir eziyet halini aldığını özellikle vurgulamak isterim.
Bu durumu köşenizde yazarsanız inanın ki etkisi olacaktır. Gazeteciliğinize olan güvenimi bir kez daha belirterek saygılar sunarım. İsim ve imza.”
Çok düşündüm, çeşitli nedenlerle subayın ismini yazmak istemedim.
İşin en üzücü yanı, Türkiye’nin cezaevlerinde bu koşullarda yaşatılan, haklarında iddianame hazırlanmayan, bütün itirazları otomatik olarak reddedilen ve mahkemeye çıkarılmayan on binlerce tutuklu olmasıdır.