Zehra’nın ev içi şiddet döngüsünden kurtulma mücadelesi, Türkiye’de her yıl yüzlerce kadının yaşadığı görünmez yaraları ve koruma mekanizmalarındaki derin boşlukları gözler önüne seriyor.
Zehra çocuk yaşta evlendirildiğinde hayatının bu kadar karanlık bir yola gireceğini bilmiyordu. Henüz ergen bile sayılmayacak bir yaşta kurduğu evlilik, yıllar içinde sistematik şiddetin, ağır fiziksel ve psikolojik baskının hüküm sürdüğü, yaşam hakkını dahi tehdit eden bir sürece dönüştü. Dört çocuğuyla birlikte yaşadığı bu şiddet, yalnızca fiziksel yaralar değil, bir insanın dünyasını paramparça eden derin izler bıraktı.
Yaşadıklarını DW Türkçe’ye anlatan Zehra’nın evliliğinin ilk yıllarında eşinin madde kullanmaya başlamasıyla şiddet giderek ağırlaştı. Zehra evden çıkamaz hale geldi, ailesiyle tüm bağları koparıldı ve temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamadığı uzun bir dönem yaşadı. Çocukları ise yaşanan her şeye tanıklık etti. Zehra, “Yaşadıklarımın ardından hayatta olmam bir mucize” diyor; çünkü bugün artık o hayatın içinde değil.
Defalarca yardım arayışı
İsmi güvenlik gerekçesiyle değiştirilen Zehra defalarca savcılığa şikayette bulundu-tam sekiz kez. Ancak her seferinde fail kısa süre içinde eve geri döndü. Kimi zaman Zehra kadın sığınma evine götürüldü, kimi zaman ailesiyle birlikte güvenli bir yere kaçırıldı; fakat ablasının anlattığına göre Sosyal Hizmet Merkezi çocukları bulunduğu yerden almaması nedeniyle Zehra yeniden eve dönmek zorunda bırakıldı.
Ailesinin sürekli kapı kapı dolaşıp yardım istemesi, sosyal medyada ses çıkarması ve hak savunucularına ulaşması, Zehra’nın şiddet döngüsünden kurtulmasını mümkün kılan en kritik dayanışma halkası oldu.
“Bir kere yapan hep yapıyor”
Zehra o günlerde düşündüklerini bugün çok daha net ifade ediyor:
“O zamanlar yaşımın verdiği cahillik gereği ben de böyle düşünüyordum. Bir kere yaptı, evet bir daha yapmaz sanıyordum. Ama maalesef bir kere yapan hep yapıyor. Sözlü, psikolojik, ekonomik ya da fiziksel… Şiddetin hangi türü olursa olsun insana değersizlik hissi veriyor. Oradan uzaklaşmak gerekiyor, çünkü bir kere yapan bunları alışkanlık haline getiriyor.”
Ablanın tanıklığı: “Bunlar iki kelimeyle anlatılacak şeyler değil”
Zehra’nın ablası, kardeşinin yaşadığı şiddetin boyutlarını anlatırken zaman zaman nefesinin kesildiği anlar oluyor. O anlatıyor, Zehra susuyor. Bazı anılar, bir insanın tek başına taşıyabileceğinden daha ağır çünkü.
Zehra’nın ablası “Bunlar iki kelimeyle anlatılacak şeyler değil” diye ekliyor, yaşananların ağırlığını tarif etmeye çalışırken. Zehra’nın maruz kaldığı işkencenin izlerinin hâlâ bedeninde taşıdığı yanıklarda görüldüğünü söylüyor. Zehra’nın aylarca banyoya erişemediği, giyecek kıyafeti olmadığı için eve her gelişinde ailesinden temiz bir şeyler aldığı, failin onu “büyü yapıldığına” inandırarak kontrol altında tuttuğu günleri hatırlıyor.
En ağır anılardan birinde, Zehra günler süren şiddetin ardından neredeyse bilinci kapanmış halde bırakılıyor. Ailesi onu bulduğunda hayatta kalması mucize olarak değerlendiriliyor. Ablası, çocukların tanık olduğu şiddet ve istismar döngüsü nedeniyle bugün hâlâ psikolojik tedavi gördüklerini belirtiyor.
Uzun süren hukuk mücadelesi
Uzun yıllara yayılan zorlu bir hukuk mücadelesinin ardından boşanma süreci tamamlandı; Zehra ve çocukları için gizlilik kararı verildi ve eski eşinin çocuklarla kişisel ilişki kurması tamamen kaldırıldı. Bu karar, benzer vakalara emsal niteliği taşıyan önemli bir adım oldu.
Ablası şöyle özetliyor:
“Mor Çatı’nın avukatları olmasa, o adam hâlâ dışarıda olurdu. Zehra bugün hayatta olmayabilirdi. Biz yalnızca aile olarak değil, dayanışmayla ayakta kaldık.”
Hayatta kalış ve yeniden başlama
Zehra şimdi ayakta. Açık öğretimden lise diplomasını aldı, bir meslek sahibi olmak ve çocuklarına kendi ayakları üzerinde duran bir hayat kurmak için çalışıyor. “İmkânım olsa çocuklarımla başka bir ülkede sıfırdan başlamak isterdim” diyor ama bugün bulunduğu noktada en azından şiddet döngüsünden çıkmış olmanın verdiği bir nefes var.
Kadınlara vereceği mesajı sorunca bir an duruyor, sonra kararlı bir tonla konuşuyor:
“Kesinlikle korkmasınlar. Denemekten ve araştırmaktan asla vazgeçmesinler. Başkasının telefonundan bile yardım isteyebilirler. Bazı durumlarda sesimiz çıkmıyor, duyuramıyoruz. Kimi kaderine razı oluyor ama böyle bir dünya yok. Herkes kendi ayakları üzerinde durmak zorunda. Biz kadınlar sandığımızdan daha güçlüyüz.”
Ablası ise özellikle kadınların ekonomik özgürlüğünün önemine dikkat çekiyor:
“Kadının okumaya, meslek sahibi olmaya ihtiyacı var. Zehra lise diplomasını aldı, şimdi KPSS’ye hazırlanıyor. Aile desteği olmasaydı bugün burada olmazdı. Bir kadın isterse hayatını yeniden kurabilir. Yeter ki yalnız bırakılmasın.”
Türkiye’de şiddetin görünümü
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye’de kadınların yüzde 28,2’si psikolojik, yüzde 18,3’ü ekonomik, yüzde 12,8’i fiziksel şiddete maruz kaldı. Ancak kadın hakları savunucularına göre bu veriler gerçeği yansıtmıyor.
Öte yandan, Türkiye’de her yıl yüzlerce kadın, daha önce şikayetçi olduğu ya da hakkında tedbir kararı almaya çalıştığı erkekler tarafından öldürülüyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun (KCDP) 2024 raporuna göre bir yıl içinde en az 394 kadın öldürüldü; 259 kadın ise şüpheli şekilde hayatını kaybetti.
2025’in ilk 10 ayına ilişkin veriler kurumlar arasında farklılık gösteriyor. KCDP bu dönem için en az 235 kadın cinayeti, 247 şüpheli kadın ölümü bildirirken; Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu aynı dönem için öldürülen kadın sayısını 317 olarak açıkladı. İçişleri Bakanlığı’nın TBMM’de sunduğu resmi sayı ise 217. Kadın hakları savunucularına göre bu farklar, devletin düzenli ve karşılaştırılabilir veri yayımlamamasından kaynaklanıyor ve şiddetin gerçek boyutunu görünmez kılıyor.
Koruma mekanizmalarındaki aksamalar
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 2023 faaliyet raporu, 6284 sayılı kanun kapsamındaki koruma kararlarının uygulanmasında ciddi aksamalar olduğunu ortaya koyuyor.
Tebligat gecikmeleri, kolluğun yavaş müdahalesi ve tedbir ihlallerinde zorlama hapsinin devreye sokulmaması, savunuculara göre failler açısından fiili bir “cezasızlık” algısı yaratıyor.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkışın etkisi
Türkiye, 2011’de ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi’nden 20 Mart 2021 tarihli Cumhurbaşkanı Kararı ile çekildi; karar 1 Temmuz 2021’de yürürlüğe girdi. Sözleşme, şiddetin önlenmesi, mağdurların korunması, faillerin etkin soruşturulması ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin devlet politikalarına yerleştirilmesini zorunlu kılıyordu.
Kadın hakları savunucuları, sözleşmeden çekilmenin “devlet şiddetle mücadelede geri adım atıyor” algısı yarattığını, bunun hem failleri cesaretlendirdiğini hem de kadınların koruma mekanizmalarına güvenini zayıflattığını belirtiyor. Bazı karakollarda hâlâ “uzlaştırma” girişimleri görüldüğü aktarılıyor.
Cezasızlık ve caydırıcılık sorunu
Kadın cinayetlerinde “iyi hal” ve “haksız tahrik” indirimlerinin uygulanması, uzun süredir eleştirilen bir pratik. Kadın hakları savunucuları, bu indirimlerin failler için caydırıcılığı azalttığını, yargının erkek lehine işleyen yapısal bir tutum gösterdiğini ifade ediyor. Bazı dosyalarda kravat takmanın bile indirim gerekçesi yapılması, bu eleştirilerin temel göstergelerinden biri.
İnfaz indirimleri ve af uygulamaları da kadınların şikâyet hakkını zayıflatan bir diğer unsur. Failin birkaç yıl içinde tahliye olabileceği ihtimali, özellikle ağır şiddet yaşayan kadınları geri adım atmaya zorluyor.
Ateşli silahlara erişimin kolaylığı ise şiddetin ölümcül hale gelmesinde kritik bir faktör. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 2014-2021 verileri, kadın cinayetlerinde ateşli silah kullanımının her yıl arttığını gösteriyor.
“Yeter ki vazgeçmeyelim”
Zehra’nın (ismi güvenlik gerekçesiyle değiştirilmiştir) hikayesi, Türkiye’de erkek şiddetinden kurtulan kadınların nasıl çok katmanlı bir mücadele vermek zorunda bırakıldığını gösteriyor.
Ama aynı zamanda bu hikaye, kadın dayanışmasının ve pes etmemenin nasıl hayat kurtardığının da canlı bir örneği.
Zehra bugün hâlâ temkinli, hâlâ tetikte ama aynı zamanda ayakta. Kendisi gibi şiddetten kaçmaya çalışan kadınlara ise şöyle sesleniyor:
“Biz kadınlar, sandıklarından daha güçlüyüz. Yeter ki vazgeçmeyelim.”
KAYNAK: DEUTSCHE WELLE TÜRKÇE – PELİN ÜNKER





















