Türkiye yenidoğanlarını özel sağlık sektörüne emanet ediyor. 13 bin 603 olan toplam yenidoğan yoğun bakım yatağının 7 bin 248’i özel sektör hastanelerinde. Sağlık Bakanlığı kurumlarında 4 bin 738, üniversite hastanelerindeyse bin 617 yenidoğan yoğun bakım yatağı var.
Türkiye’de geçen yıl 958 bin 408 bebek dünyaya geldi. Dünya standartlarına göre her bin canlı doğum için biri üçüncü düzey olmak üzere beş yenidoğan yatağına ihtiyaç var. Özetle yenidoğan yatak sayımız ihtiyacın üzerinde.
Kıyaslamaya kolaylaştırmak için şu veriyi de hatırlatalım: 18 yaşın üstündeki hastalara hizmet veren yetişkin yoğun bakım yatağı sayısı ise 48 bin 807 (24 bin 142’si kamu, 17 bin 645’i özel, 7 bin 20’si üniversite hastanelerinde).
Yenidoğan yoğun bakım üniteleri olanaklarına ve hizmet verebildikleri bebeklerin özelliklerine göre üç düzeyden oluşuyor. İlk düzey en hafif bebeklerin alındığı yoğun bakımken, üçüncü düzeydekilerde çok daha büyük ve ciddi tedaviler ve destekler verilebiliyor.
Yenidoğan yoğun bakım yataklarının üçte ikisi özelde
Üçüncü düzey yatakların yaklaşık üçte biri kamu ve üniversite hastanelerinde. Neredeyse üçte ikisiyse özellerde. Özel hastanelerin büyük kısmının yenidoğan yoğun bakımlarında çocuk hastalıkları uzmanları hizmet veriyor. Çünkü yeterli sayıda neonatolog (yenidoğan uzmanı) bulunmuyor.
Peki özel hastaneler neden bu kadar çok yenidoğan yoğun bakım yatağı açıyor?
Diken’in çeşitli kaynaklardan derlediği bilgiye göre, özel hastanelerin yenidoğan üniteleri açma iştahının arkasında kazanç beklentisi var.
Yani Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan (SGK) alacakları ücretler. Hatta bazıları birinci ve ikinci düzey yenidoğan ünitesi açmadan, üçüncü düzey için ruhsat alıyor. İlgili yönetmeliğe göre üçüncü basamakta neonatolog çalışmak zorunda. Bu kadar sayıda neonatolog yok. Denetimlerde bu ve başka eksiklikler saptansa ve ceza alsalar da işlerine bakıyorlar.
Türk Anesteziyoloji ve Reanimasyon Derneği’nden Doç. Dr. Zafer Çukurova şunları söyledi:
“Denetim diye bir şey yok. Bu kadar küvöz ne için kullanılıyor, neden kullanılıyor? Yeni doğmuş bebeğin ‘kuvöze alınması’ veya ‘takip edilmesi lazım’ denilince, kim ‘hayır’ diyecek? Bebeği görmüyor zaten. Yenidoğanda en çok geçici solunum sıkıntısı ve sarılık tablosuyla karşılaşılıyor. Bunlar zaten birkaç günlük işler.
Yine yenidoğanlarda kanama kusurları olabiliyor. En çok ölüm sebebi de bu. Kanaması olan, refleksleri kaybolmuş (göz bebeklerinde ışık refleksi gibi) bebeklerde işi uzatmak (tıbbi aletlerle destekleyerek bir süre daha yaşatmak) mümkün. Çetenin öldürmekten kastettiği de bu desteğin kesilmesi olabilir.”
Hastaneler birimlerini ‘taşaronlaştırıyor’
Özel hastaneler sorumluluktan ve özellikle çalışanların yükünden kaçmak için iki yol kullanıyor. İlki çalışan hekimlerine şirket kurdurmak. İkincisi birimlerini (görüntüleme, laboratuvar, kadın doğum, acil, kadın doğum vs.) dışarıdan şirketlere işletmek. Çete de hastanelerin yenidoğan yoğun bakımlarını işletiyordu.
Türk Tabipleri Birliği Başkanı Prof. Dr. Alpay Azap’a göre, son olay bir kez daha sağlığın ticarileşmesi, özelleştirilmesi ve piyasa kurallarına terk edilmesinin bir eseri. Ayrıca sağlık sisteminin çürüdüğünü de gösteriyor.
Azap, AKP iktidarının Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın hasta hekim arasında parayı sokarak, güven ilişkisini ortadan kaldırdığını belirtti:
“Nereden tutsanız sistem elde kalıyor. Sağlıkta dönüşüm politikalarından bir an önce vazgeçmek lazım. Zararın neresinden dönülse kardır. Bunu yapacak insan ve maddi kaynağımız var. Halk böylesi sisteme muhtaç değil. Piyasa mantığı para odaklı. İnsani değerler maalesef ikinci planda kalıyor.”
Özelleştirmeyle hastanelerin ticarethaneye, hastaların da müşteriye çevrilmesinin sonuçlarından birini yaşıyoruz. Azap piyasanın kurallarının çalıştığını belirtti ve ekledi:
“Buna rağmen etik ihlalleri haklı çıkarmaz. Sağlık çalışanlarının çok büyük kısmı, bedeli ne olursa olsun hasta yararını gözeterek çalışıyor. Ama sistem bu tür insanların (çetedekiler) da aradan sıyrılmasına, sistemin çürütülmesine yol açıyor. Sağlıkta güven ilişkisi çok hassas. Bu güven ilişkisi kırıldıktan sonra neyi, nasıl anlatacağız?”
Her zaman tek doğru yok
Sağlık hizmetlerinin, bir malın üretilip satılmasından farklı olduğunu hatırlatan Azap, alanın yeterince denetlenmediğini söyledi. Personel, yatak, ekipman, alan genişliği, havalandırma vs. bakılabileceğini ancak tıbbi hizmetin denetlenmesinin mümkün olmadığını belirten Azap şöyle devam etti:
“O esnada hastanın yoğun bakımda yatıp yatmaması gerekli mi? Onu denetlenebilir misiniz? Nasıl denetleyeceksiniz? Tıp matematik, mühendislik gibi değil. Farklı görüşler aynı haklılıkta ve bilimsel geçerlilikte olabilir. Yoğun bakım doktoru, ‘Bu hastanın bugün yoğun bakımda kalması daha iyi olur, şu şu gerekçelerle’ deyip çok makul bir sürü gerekçe söyleyebilir. Aynı hasta için bir başka yoğun bakım doktoru, ‘Hasta bugün çıkabilir çünkü’ deyip yine bir sürü geçerli sebep ortaya koyulabilir.
Kararlar her zaman çok kolay verilemeyebiliyor. O yüzden konsey dediğimiz oluşumlar var. En önemlisi hasta yararı. Ama araya parayı koyarsanız yakını başka türlü düşünür. Doktor gerektiği için tutmak istese de ‘Demek ki daha fazla para almak için yoğun bakımda iki-üç gün daha fazla tutacaklar’ diye düşünecek.
Artık bunu nasıl anlatacağız bilemiyorum. Bu korkunç olayla hekimliğin sorgulanmasına sebep oldular.”
‘Sağlık sistemi iflas etti’
Öte yandan İstanbul Tabip Odası hakkında suçlanan hekimlerle ilgili soruşturma yapacak. Oda başkanı Prof. Dr. Osman Küçükosmanoğlu, yenidoğan yoğun bakım koşullarını sağlayamadan veya daha alt koşullarda hizmet veren yerler olduğunu söyledi. Küçükosmanoğlu da kurumların iyi denetlenmediğini belirterek ekledi:
“Özel hastanelerde gece nöbetlerindeyse neler olup bittiği, kimlerin nöbet tuttuğu bilinmiyor. Yoğun bakımda yatan hastaya kamu da özelde de bir para ödeniyor (SGK ödüyor). Bunun karşılığında hiçbir şeyi olmayan hastayı yatırmak hem vicdani hem de tıbbi olarak yanlış.”
Olayın hukuki ve idari bir suçla sınırlı olmadığını vurgulayan Küçükosmanoğlu, aynı zamanda sağlık sisteminin iflas ettiğini de gösterdiğini söyledi. Küçükosmanoğlu, “Sağlığın alınır satılır bir meta, hastaların müşteri, sağlık kuruluşlarının ise ticarethane durumuna getirilmesinin sonucu. Yalnızca kâr etme odaklı sağlık piyasası içinde, etik ve kanun dışı işlemler işin doğası gereği daha sık görülür hâle geldi” dedi.
KAYNAK: DİKEN – MESUDE DEMİR