İBB’ye yönelik soruşturmalar kapsamında tutuklanan İBB İmar ve Şehircilik Daire Başkanı Ramazan Gülten, Silivri’deki Marmara Cezaevi’nden yazdığı mektupta, doğmak üzere olan kızı için yaptığı mazeret izni başvurusunun reddedildiğini açıkladı. Gülten, “Mahpuslar dünyaya gelecek çocuklarını kucaklayabilmeli!” dedi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanı Ramazan Gülten, tutuklu bulunduğu Marmara Cezaevi’nden bir mektup kaleme aldı. Gülten, yakın zamanda dünyaya gelecek olan kızı için yaptığı “doğuma katılma” başvurusunun Cezaevi Müdürlüğü ve İnfaz Savcılığı tarafından yönetmelikte olmadığı gerekçesiyle reddedildiğini duyurdu.
Gülten mektubunda, “Tutuklandığımda sevgili eşim altı aylık hamileydi. Şimdi ise birkaç hafta sonra doğacak. Onu yalnız bırakmamak ve hayalini kurduğum kızımın bu dünyaya gelişine tanıklık etmek için Bakanlığa dilekçeler yazdım, henüz cevap gelmedi. Cezaevi Müdürlüğü ve İnfaz Savcılığı, ‘Yönetmelikte mazeret izni verilebilecek durumlarda doğum yazmıyor’ diye açıklama yaparak dilekçemi reddetti” ifadelerini kullandı.
Gülten’in mektubunun tamamı şu şekilde:
“Marmara Kapalı CİK – A 37 Silivri
İlk kez 2011 yılında tanıştım Silivri’yle. Dostum, kardeşim Barış’ı ve Sait’i şafak vakti evlerinden alıp Silivri’ye koymuşlardı.
Yıllar sonra Gezi Davası’ndan iki kez beraat eden sevgili dostum Tayfun ve Can için, ellerini kollarını sallayarak katıldıkları, daha önce beraat ettikleri davada tutuklama tedbirinin çıkmasını kimse beklemiyordu. Onları da alelacele mahkeme salonundan alıp Silivri’ye getirdiler.
19 Mart günü ise Sayın Başkanımız Ekrem İmamoğlu ile birlikte sevgili dostum, kardeşim Gürkan, Emrah, Mahir, Buğra yine bir şafak vakti alındı ve Silivri’ye getirildi.
Daha önce bu köşede Gürkan şöyle yazmıştı; “Tutuklandıktan sonra görüşçüsü olduğum Tayfun ile bu kez avukat görüş kabininde yan yana, avukatlarımızla görüşürken denk geldik…” Benim için de tam olarak böyle oldu. Gürkan tutuklandıktan sonra ailesi dışında yazdığı üç kişiden birisi bendim. Gürkan‘la tam iki kez kapalı görüş yapabildik. Sonraki görüşmemiz avukat kabinindeydi. Tayfun, Emrah, Gürkan ve ben avukat kabinlerinde yan yana düştük, bu kent için gecesini gündüzüne katıp çalışan şehir plancıları Silivri’de yine bir aradaydık. Bu nedenle, ben henüz görüşçü listemi idareye veremedim. Burada da çalışmaya, üretmeye devam ediyoruz. İstanbul’un sorunları, bu sorunlara karşı yapılması gerekenler, hangi düzenlemelerle afetlere dayanıklı, yaşanabilir, erişilebilir, insanların yaşamaktan keyif aldığı, mutlu olduğu “Adil, Yeşil, Dayanıklı İstanbul” yaratılabilir, onun için çalışmaya devam ediyoruz.
Silivri’ye gelirken bir de geride bıraktıklarımız, hayatın bütün yükünü çekmek zorunda kalan ailelerimiz, eşlerimiz, doğmamış çocuklarımız var.
Tutuklamanın içeriğine girmeyeceğim ama somut olarak tutuklama, aslında tutuklanan için değil tutuklu ailesi için bir cezalandırma. Tutuklanan için ne yaşayacağı, nasıl yaşayacağı aşağı yukarı belli iken; dışarıda kalan aileler, eşler hayatın bütün yüküyle başa çıkmak, tutuklu için mücadele etmek, onu haftada bir gün görebilmek için günlerce, saatlerce beklemek ve güler yüzle karşılamak için çabalıyor.
Elbette ki dostlarınızın, ailenizin dayanışması ile birçok sorunun üstesinden gelirsiniz ama önünde sonunda yalnızsınızdır. İçerideki de dışarıdaki de yalnızdır. İnsan sosyal bir varlıktır ama insani değerleri, hayata bakışı, mücadele azmi yalnızken ortaya çıkar. Yalnızlığa dayanabildiğiniz sürece insanlığınızı koruyabilirsiniz. Kalabalıklar içinde kavga hep korkakların, acizlerin işidir. Bir arkadaşının omzunun üstünden düşmana yumruk sallamak kadar konforludur. Yalnızlıksa bir düellodur; yalnızlığa dayanabilen insan dimdik kalabilir ve devam eder, dayanamayan ise köleleşir.
Tutuklandığımda sevgili eşim altı aylık hamileydi. Kızımızın hareketleri hissedilmeye başlamıştı. Şimdi ise birkaç hafta sonra doğacak. Gelişimini göremediğim, hareketlerine, kıpırtılarına doyamadığım kızımız birkaç hafta sonra dünyaya gelecek. Hamileliğin en zor dönemini yalnız geçirmek zorunda kalan sevgili eşim Pınar doğuma da yalnız gidecek, iyi bir düellocudur kendisi.
Onu yalnız bırakmamak ve hep hayalini kurduğum kızımın bu dünyaya gelmesini görmek için Bakanlığa dilekçeler yazdım, henüz cevap gelmedi. Cezaevi Müdürlüğü ve İnfaz Savcılığı, “Yönetmelikte mazeret izni verilebilecek durumlarda doğum yazmıyor” diye açıklama yaparak dilekçemi reddetti. Yönetmelik ve kanun ölüm üzerine kurulu. Mahpusun dışarı çıkabilmesinin iki koşulu var, ya birinci derece yakını ya da kendisi bu dünyaya veda etmeli.
Lakin yönetmelik ve kanunda, ‘Doğum için izin verilemez’ ibaresi de yok. Dolayısıyla kanunu kötü olaylar, acılar üzerine değil; güzellikler, umutlar üzerine yorumlamalı.
Ve mahpuslar dünyaya gelecek çocuklarını kucaklayabilmeli!
Şimdi hücremdeyim, karşımda kızımın ultrason görüntüsü, masamda cezaevi kütüphanesinden aldığım Ataol Behramoğlu’nun “Kızıma Mektuplar” kitabı. Sürgünde yazılmış şiirler, bir solukta okudum. Bir babanın kızına özlemi, sürgünde mi büyüktür, hücrede mi sorusu aklımda…
Bir sonraki açık görüşte kızımla tanışacağım anı düşünüyorum. Bir babanın kızına özlemi her zaman büyüktür.
Aydınlık günlere…”