“Hukuk yok, adalet yok; ölen öldüğüyle, aileler acılarıyla kalıyor.”
12 yıl önce 17 yaşındaki oğlu Eren’i kaybeden Erdinç Eroğlu, bugün hâlâ bu cümleyi kuruyor.
Baba Eroğlu’nun sözleri, bugün 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nde, Türkiye’de çocuk işçiliğinin ve çocuk iş cinayetlerinin değişmeyen yüzünü yeniden görünür kılıyor: Yoksulluk, denetimsizlik, cezasızlık ve bitmeyen bir adalet arayışı.
17 yaşındaki Eren Eroğlu, 31 Ekim 2013’te İstanbul Esenyurt’ta bir hastanenin dış cephesine tabela takmak için çatıya çıkmıştı. Hastane kaçak kat çıkmıştı ve yapılan iş yüksek gerilim hattının mutlak sınırına giriyordu.
Türkiye Elektrik İletim AŞ, hastaneyi, belediyeyi ve tabelacı firmayı defalarca uyararak hattın ölümcül risk taşıdığını bildirmişti. Ancak çalışma alanı güvenli hale getirilmedi.
O gün, hiçbir koruma bariyerinin bulunmadığı yüksek gerilim hattının yakınında çalışan Eren akıma kapılarak hayatını kaybetti. Aradan yıllar geçtikçe, aile için hem hukuki hem de duygusal yük ağırlaştı.

Ceza yargılamasında bazı sorumlular yaklaşık iki yıl civarında hapis cezası aldı. Tazminat davası ise hâlâ sonuçlanmadı.
Erdinç Eroğlu, “On iki sene geçti, dava hâlâ bitmedi. Bir aile için bu bekleyiş çok ağır” diyerek DW Türkçe’ye yaşadıkları süreci anlatıyor.
“Bu süreç ailelere daha fazla zarar veriyor. Her duruşma, her bekleyiş acıyı yeniden büyütüyor. İnsan temenniden başka bir şeyde bulunamıyor. Allah kimseye vermesin diyor. Ne diyecek başka? İnsanlar çaresiz…”
“Bir aile çoluk çocuk çalışmak zorunda kalıyor”
Erdinç Eroğlu’nun sözleri, yalnızca kendi kaybının değil, Türkiye’de çocuk işçiliğini besleyen sosyoekonomik koşulların da açık bir özeti.
Erdoğlu, ekonomik sıkıntıların birçok aileyi çocuklarını çalışma yaşamına ittiğini anlatıyor ve durumu şöyle ifade ediyor: “Bir aile çoluk çocuk çalışmak zorunda kalıyor çünkü asgari ücret yetmiyor, yoksulluk var.”
Çocukların eğitimden kopmasının nasıl başladığını da kendi yaşamından örnekle aktarıyor. “Çocuğum okumuyor, bir iş yapması lazım, bir meslek öğrenmesi lazım, diyorlar. Bırak meslek öğrenmesin, evinde oturttur çocuğunu, boş ver. Gücün varsa evinde oturttur, diyorum. Bu düzende çoluğunu çocuğunu çalıştırmayacaksın. Çünkü bu düzenin sonu yok. Çocuğunu kaybedersin.”
Eroğlu, özellikle çıraklık ve Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) üzerinden çocukların erken yaşta ağır işlerde çalışmaya yönlendirildiğini ifade ediyor:
“Görüyorsun, bir gün okul var, dört gün iş var. Dört gün kölelikten başka bir şey değil. Alıyorlar sanayiye veriyorlar, kullandırıyorlar. Meslek edindireceğim diye… Resmen köle… Çocuk işçi olarak çalıştırıyorlar. İş buraya gelmiş. Bu sistem böyle gitmez.”
Geçen yıl kaybedilen bir başka Eren: MESEM’li Eren Dağ
Eren Eroğlu’nun ölümünden yaklaşık 11 yıl sonra, 30 Temmuz 2024’te bu kez Konya Karapınar’dan benzer bir haber geldi.
MESEM kapsamında çalıştırılan 16 yaşındaki Eren Dağ, bir tarlaya gönderilmişti. Elektrik panosunu tamir etmeye çalışırken akıma kapılarak hayatını kaybetti. Olayın ardından açılan dava ancak 10 ay sonra görülebildi. İlk duruşmaya ne savcı ne de sanıklar katıldı. Dördüncü duruşma bugün, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nde görülecek.

FİSA Çocuk Hakları Merkezi’nden Ezgi Koman da MESEM sisteminin çocukları riskli alanlara ittiğini belirtiyor:
“MESEM’ler aslında eğitim yerleri değil, doğrudan çocukların çalıştırıldığı, çalıştırılmasının önünü açan, çalıştırıldığının aslında üstünü kapatan yerler ve dolayısıyla işçi sağlığı, iş güvenliği bakımından büyük riskler taşıyor. Çocuklar, çok tehlikeli iş kollarında, normalde çocukların çalışamayacağı bir işkolunda MESEM olduğu için çalışabiliyor, örneğin inşaat gibi.”
Eren Dağ’ın ölümüne bilirkişi raporunda kusur tespit edildiğini aktaran Koman, “Bilirkişi raporunda tarla sahibi ve işyeri sahibi açısından kusur görüldü. Tutuksuz yargılanıyorlar şu anda” bilgisini veriyor.
Koman’a göre asıl sorun, “eğitim” söylemiyle çocukların işçi konumuna sokulması:
“Milli Eğitim Bakanlığı ‘MESEM’lerdeki çocuklar eğitime devam ediyor’ diyor. Ama işyerleri yetişkinler için bile çok tehlikeli yerler. Çocuklar için sonuçları çok daha ağır olabiliyor. Düşünsenize, Eren aslında orada eğitimdeydi. Buna kim inanabilir?”
Kasım ayında 10 çocuk işçi hayatını kaybetti
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin verilerine göre bu yıl en az 82 çocuk işçi çalışırken yaşamını yitirdi. Kasım ayında şimdiye dek 10 çocuk öldü. Bu ölümler farklı şehirlerde ve farklı iş kollarında yaşandı, ancak temel nedenler değişmedi.
Son on gün içinde Kocaeli Dilovası’nda bir parfüm dolum atölyesinde meydana gelen yangında ikisi çocuk olmak üzere altı kadın işçi öldü.

Şanlıurfa Haliliye’de bir inşaatta meydana gelen göçükte 15 yaşındaki Sedat Kurt ve 16 yaşındaki Yakup Güneş hayatını kaybetti.
Mersin Anamur’da MESEM kapsamında çalışan 16 yaşındaki Alperen Uygun, gittiği inşaatta üçüncü kattan asansör boşluğuna düşerek yaşamını yitirdi.
14 yaşındaki tarım işçisi Nursefa Samur, Ağrı Merkez Aşkale Köyü’nde tarlada ayçiçeği hasadı yaparken traktöre bağlı biçerdöverin altında kalarak hayatını kaybetti.
Eren Eroğlu ve Eren Dağ gibi onlar da çocuk iş cinayetlerinin örneklerinden sadece birkaçı. Çocuklar, Türkiye genelinde tehlikeli, denetimsiz ve ağır işlerde çalıştırılmaya devam ediyor.
Yoksulluk eğitimden uzaklaştırıyor
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre 15-17 yaş aralığında yaklaşık bir milyon çocuk çalışıyor. Uzmanlara göre MESEM öğrencileri, kayıt dışı çalışan çocuklar ve 15 yaş altı çocuklar da dahil edildiğinde gerçek sayı 3-4 milyona yaklaşıyor.
Çocuk yoksulluğu yüksek ve kalıcı bir düzeyde seyrediyor. TÜİK’in verilerine göre 0-17 yaş grubundaki her üç çocuktan biri yoksulluk sınırının altında; çocukların önemli bir kısmı maddi ve sosyal yoksunluk koşullarında yaşıyor.
Eğitim alanında da benzer bir tablo söz konusu. Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2024-2025 verilerine göre açık liseye geçen öğrenci sayısı bir milyonu geçerek son yılların en yüksek seviyesine ulaştı. Uzmanlara göre ekonomik nedenler, çalışma zorunluluğu ve bakım yükü çocukların açık liseye geçişinde belirleyici rol oynuyor. Çalışma nedeniyle devamsızlık ve okul terki artıyor; MESEM uygulaması ise çocukların haftanın büyük bölümünü işyerlerinde geçirmesine neden oluyor.
Ezgi Koman, yaptıkları görüşmelerde MESEM’li çocukların çalışma koşullarının ağırlığını açıkça gördüklerini söylüyor: “Yetişkinlerden daha uzun saatlerde çalışıyorlar; 12 saatten az çalışan çocuk yok. Hiçbir iş güvenliği ekipmanı da yok.”
“Biz acımızla baş başa kalıyoruz”
Yıllardır süren adalet arayışında ailelerin maddi yükünün de çok ağır olduğunu söyleyen Erdinç Eroğlu, “Bu davaları biz tek başımıza sürdüremeyiz. Avukatlar gönüllü olmasa mümkün değil; öyle büyük meblağlar isteniyor ki bizim gücümüz yetmez” diye ekliyor. Eroğlu’na göre, hem hukuki süreç hem de ekonomik yük, adalet arayan aileleri zamanla daha da yalnızlaştırıyor.
Koman da ailelerin kırılganlığını şöyle özetliyor: “Aileler çok yalnız hissedebiliyor. Bir çalışan çocuğun çalışmasının doğrudan yoksullukla ilgili olduğunu biliyoruz.”
Çocukların korunması konusunda devletin yükümlülüğünü hatırlatan Koman, “Bu tür davaları takip etmemizin nedeni de bu: Devletin pozitif yükümlülüğünün yerine getirilmesini sağlamak” diye ekliyor.
Erdinç Eroğlu ise yıllardır süren adalet mücadelesini şu sözlerle tamamlıyor:
“Bu ülkede hiçbir şey olmuyor onlara. Aynı kişiler cezayı alıyor, sonra yine görevlerine dönüyor. Biz ise acımızla baş başa kalıyoruz.”
20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü, çocukların korunma, güvenli eğitim ve sağlıklı yaşam hakkını hatırlatıyor. Ancak Eren Eroğlu’nun, Eren Dağ’ın, Nursefa’nın, Sedat’ın, Yakup’un, Alperen’in ve adı bilinmeyen çok sayıda çocuğun hikayesi, Türkiye’de çocukların çalışma yaşamında hâlâ korumasız bırakıldığını gösteriyor.
KAYNAK: DEUTSCHE WELLE TÜRKÇE – PELİN ÜNKER























