Hocaefendi’nin ‘CEBR-İ LÜTFÎ VE HASANÎ RUH’ başlıklı yeni sohbeti Herkul.org web sitesi ve sosyal medya hesaplarından paylaşıldı.
SORU: Bir eserinizde “cebr-i lütfî”nin bir buudu olarak “Hasanî ruh ve düşünce”nin temsîlini nazara veriyorsunuz. Yakın bir gelecekte, bir kısım çıkar ve menfaatlerin paylaşılması aşamasında, “Hasanî ruh ve anlayış”ı temsil eden müstağnîlerin pek çok fitneyi önleyebileceklerini ifade buyuruyorsunuz. Bu hususun şerhini ve o günlerin geçip geçmediğini lütfeder misiniz?
Fethullah Gülen Hocaefendi, haftanın Bamteli sohbetinde yukarıdaki soruya cevap sadedinde şunları söyledi:
“Cebr-i lütfî” tabiri, insanın irade ve ihtiyarı olmadan Cenâb-ı Hakk’ın ona ihsan buyurduğu ve çoğu zaman zahirî yüzü itibariyle sevimsiz görülen lütufları ifade eder.
Evet.. Cebr-i lütfî’nin bir buudu olarak… Bazen Cenâb-ı Hak, insanlara lütfederken cebren eder, onun irade ile çok alakası yoktur. Hani o muhâceret konusunda bile bir “ihtiyarî hicret” diyoruz, bir de “cebrî hicret” diyoruz.
Çok defa bu cebrî şeylerin arka planında Cenâb-ı Hakk’ın nasıl bir lütufta bulunduğunu sezemeyebiliriz. Büyüklerin çoğu bile bunları sezememiş olabilir. İsim tasrih etmeden diyebilirim: Başına gelen onca devâhî, mûbikât ve mühlikâta (Gazzalî ifadesiyle, insanın altını üstüne getiren, insanı kahreden bela ve musibetlere) maruz kalıyor. Hadiselerin süzgecinden mi, eleğinden mi geçiyor, paletleri altında mı eziliyor? Hadiseye yaklaşırken, bir yönüyle şok tesiriyle, acılar duyduğunu da ifade ediyor. Evet, “Çok çektirdiniz!” diyor. Fakat sonra dönüp o çekilen acılara terettüp eden eltâf-ı İlâhiyeyi tetkik etmeye başlıyor; hadiseleri yeni baştan, bir kere daha gözden geçiriyor.
Hani her zaman Kıtmîr der: Bir müessesede bulunmama tahammülü olmayanlar, iki defa oradan ayrılmam için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardı. Bugün mü’minlere çektirenler gibi onlar da aslında dindar görünümünde, hatta dindarlıkta derinlemesine bir görünüm arz eden bir gruptu. Böyle derken, siz bununla ne anlıyorsanız, onu anlayın! Ama benim gönlüm de orada idi; orası benim için gözağrısı gibi bir şeydi. İmam Hatip ve İlahiyat talebeleriyle meşgul olmak, bana zevkli geliyordu; mütevazıâne bir hayat içinde, geleceğin önemli insanlarını yetiştirme mevzuunda, min gayr-i haddin, Cenâb-ı Hakk’ın dedirttiklerini demek suretiyle… Fakat o kadarını bile çekemediler, hazmedemediler.
Hazımsızlığın ne zehir-zemberek bir şey olduğunu size söylemeye gerek yok; bazen küfrün yaptırtmadığını insana yaptırtır hazmedememe, çekememezlik ve hased. Günümüzde bunu detaylarıyla yaşıyorsunuz.