Allah 10 yaşındaki bir çocuğu nasıl bir olgunluğa getirdi görmek isterseniz, okuyun..
Annesi üzülmesin diye bir köşeda ağlayan çocuk
Türkiye’de artık adalet, hukuk ve vicdan kelimelerinin bir anlamı kalmadı. Ali Bulaç iki yıl önce “AK Parti Çanakkale Savaşı’ndan sonra başımıza gelen en büyük felaket” diyordu. Felaket 5 ay önce onun da kapısını çaldı. Aylardır hiçbir hukuki gerekçe olmaksızın diğer yazar ve gazeteciler gibi hapiste. Türkiye’nin şimdiki hali için ne diyordur bilmiyorum. Sadece yazar ve gazeteci değil 40 bin masum insan sadece “Cemaat’ten olma ihtimali” üzerine hapiste savaş esiri gibi tutuluyor. İddianame hazırlanmıyor. Çünkü yazacak hukuki gerekçe yok.
Bugün size “Erdoğan’ın nefret ve kin savaşı” mağduru bir ailenin dramını aktaracağım.
EŞİ TUTUKLU BİR HANIMEFENDİ’NİN MEKTUBU:
“… Söylenecek çok şey var fakat nasıl anlatmalı nereden başlamalı bilemedim.
Şöyle söyleyeyim siz hiç hayatta kimsesiz ve çaresiz kaldınız mı?
İçinizde kasırgalar, fırtınalar birbiri ardına esti mi ve hayatta Allah’tan sonra sırtınızı yasladığınız insan bir sabahın kör karanlığında sizden koparıldı mı?
O götürülürken arkasından şaşkınlıkla baktınız mı hiç?
Hayatın yükünü iki kişi omuzlarken, bu yükün tek kişinin omzuna bindiğini, içinizdeki yangın tüm dünyayı yakacak kadar büyükken bunu bir damla gözyaşı ile söndürmeye çalıştınız mı?
Canınız yanarken çocuklara yemek yedirip ders çalıştırmaya çalıştınız mı?
Onun yokluğunu ve o boşluğu nasıl yapsam da doldursam deyip saatlerce ağladığınız oldu mu?
‘Ne olur Allah’ım çocuklarım bu gece ağlamadan uyusunlar’ diye dua dua yalvardığınız oldu mu?
Çocuklarınıza gözyaşınızı göstermemek için geceleri gizli gizli ağladığınız oldu mu?
Ve en acı vereni de Annesi üzülmesin diye çocuğunuzun gizli bir köşede ağlayarak Allah’la konuştuğunu görmek, içini gözyaşlarıyla Allah’a döktüğünü gece yarısı fark etmek.
Okulu kapanan ve bilmediği bir ortamda başka bir okula başlayan bir çocuğun günlerce adı ‘Fethullah’ diye ve o malum okullardan gelme diye dalga geçilmesi, sevdiği saydığı insanlara terörist yaftası vurulması ve bunların o küçük çocuk kalbini incitmesi ve sizin yıkılmanız…
Artık bizim evde her şey ‘babam gelince yaparız’ diye ertelenir oldu. Bazen yemek yerken bile ‘eşim veya babam bunu çok severdi. Babam olsa böyle yapardı gibi’ kelimelerle konuşuyoruz. Bu vesilelerle hatırlıyoruz.
Ama Allah bizimle. Bunu hissediyoruz. Çok değişik şeyler de oluyor yaşıyoruz. Gerçi dışarıdan bakan için yani herhangi biri için önemli mi bilmem ama bazen çocukların ağzından çıkanların hemen gerçekleştiği oluyor hatta içimizden geçirip dillendirmediklerimiz bile.
Mesela bir gece bizim bir akrabamız gece geç saat bir fotoğraf paylaştı bizimle. O gece eşiyle balık yemişler onun resmini gönderdi. Ben de içimden geçirdim dedim ki biz de her hafta sonu böyle yapardık. Balık sezonu açıldı. Eşim balığı çok sever. Karadenizliyiz hepimiz severiz balığı. Ertesi gün bir arkadaş aradı ‘abla müsait misin’ diye. Geldiğinde elinde bir paket vardı. Dedim ‘bu ne?’ Balık, dedi. Hatta pişirilmiş. Ben şoktayım tabi. Birincisi balık. İkincisi ise pişirilmiş olması. Normalde balık severim ama evde pişirmem. Kokusu her yere siner diye. Akşam bizim oğlana gösterdim demez mi ki o da ‘anne dün gece benim canım çok çekmişti’ diye. Gizlemiş alamayız üzülürüm diye söylememiş bana. Bu sadece biri. O kadar çok oluyor ki saymakla bitmez.
Mesela kıza ayakkabı almam lazım. Dua ediyorum çok pahalı olmasın diye. 50-60 liradan fazla olmasın diye. Ayakkabı almaya gittik. Kızımın beğendiğini bulduk. Seri sonu indirimde. Gayet güzel bir ayakkabı aldık. 20 lira. Sanki bize ayrılmış gibi. Ayak numarası tam istediğimiz numara. Bu ve bunun gibi birçok şey yaşadık ve yaşıyoruz.
Nedendir bilmem özellikle çocukların ağzından çıkan dua gibi hemen oluyor. Hatta bir keresinde takıldım oğlum M’e. ‘Her dediğin gerçek oluyor, babanın gelmesini de iste de baban gelsin’ diye [
Allah 10 yaşındaki bir çocuğu nasıl bir olgunluğa getirdi görmek isterseniz, okuyun..
Annesi üzülmesin diye bir köşeda ağlayan çocuk
Türkiye’de artık adalet, hukuk ve vicdan kelimelerinin bir anlamı kalmadı. Ali Bulaç iki yıl önce “AK Parti Çanakkale Savaşı’ndan sonra başımıza gelen en büyük felaket” diyordu. Felaket 5 ay önce onun da kapısını çaldı. Aylardır hiçbir hukuki gerekçe olmaksızın diğer yazar ve gazeteciler gibi hapiste. Türkiye’nin şimdiki hali için ne diyordur bilmiyorum. Sadece yazar ve gazeteci değil 40 bin masum insan sadece “Cemaat’ten olma ihtimali” üzerine hapiste savaş esiri gibi tutuluyor. İddianame hazırlanmıyor. Çünkü yazacak hukuki gerekçe yok.
Bugün size “Erdoğan’ın nefret ve kin savaşı” mağduru bir ailenin dramını aktaracağım.
EŞİ TUTUKLU BİR HANIMEFENDİ’NİN MEKTUBU:
“… Söylenecek çok şey var fakat nasıl anlatmalı nereden başlamalı bilemedim.
Şöyle söyleyeyim siz hiç hayatta kimsesiz ve çaresiz kaldınız mı?
İçinizde kasırgalar, fırtınalar birbiri ardına esti mi ve hayatta Allah’tan sonra sırtınızı yasladığınız insan bir sabahın kör karanlığında sizden koparıldı mı?
O götürülürken arkasından şaşkınlıkla baktınız mı hiç?
Hayatın yükünü iki kişi omuzlarken, bu yükün tek kişinin omzuna bindiğini, içinizdeki yangın tüm dünyayı yakacak kadar büyükken bunu bir damla gözyaşı ile söndürmeye çalıştınız mı?
Canınız yanarken çocuklara yemek yedirip ders çalıştırmaya çalıştınız mı?
Onun yokluğunu ve o boşluğu nasıl yapsam da doldursam deyip saatlerce ağladığınız oldu mu?
‘Ne olur Allah’ım çocuklarım bu gece ağlamadan uyusunlar’ diye dua dua yalvardığınız oldu mu?
Çocuklarınıza gözyaşınızı göstermemek için geceleri gizli gizli ağladığınız oldu mu?
Ve en acı vereni de Annesi üzülmesin diye çocuğunuzun gizli bir köşede ağlayarak Allah’la konuştuğunu görmek, içini gözyaşlarıyla Allah’a döktüğünü gece yarısı fark etmek.
Okulu kapanan ve bilmediği bir ortamda başka bir okula başlayan bir çocuğun günlerce adı ‘Fethullah’ diye ve o malum okullardan gelme diye dalga geçilmesi, sevdiği saydığı insanlara terörist yaftası vurulması ve bunların o küçük çocuk kalbini incitmesi ve sizin yıkılmanız…
Artık bizim evde her şey ‘babam gelince yaparız’ diye ertelenir oldu. Bazen yemek yerken bile ‘eşim veya babam bunu çok severdi. Babam olsa böyle yapardı gibi’ kelimelerle konuşuyoruz. Bu vesilelerle hatırlıyoruz.
Ama Allah bizimle. Bunu hissediyoruz. Çok değişik şeyler de oluyor yaşıyoruz. Gerçi dışarıdan bakan için yani herhangi biri için önemli mi bilmem ama bazen çocukların ağzından çıkanların hemen gerçekleştiği oluyor hatta içimizden geçirip dillendirmediklerimiz bile.
Mesela bir gece bizim bir akrabamız gece geç saat bir fotoğraf paylaştı bizimle. O gece eşiyle balık yemişler onun resmini gönderdi. Ben de içimden geçirdim dedim ki biz de her hafta sonu böyle yapardık. Balık sezonu açıldı. Eşim balığı çok sever. Karadenizliyiz hepimiz severiz balığı. Ertesi gün bir arkadaş aradı ‘abla müsait misin’ diye. Geldiğinde elinde bir paket vardı. Dedim ‘bu ne?’ Balık, dedi. Hatta pişirilmiş. Ben şoktayım tabi. Birincisi balık. İkincisi ise pişirilmiş olması. Normalde balık severim ama evde pişirmem. Kokusu her yere siner diye. Akşam bizim oğlana gösterdim demez mi ki o da ‘anne dün gece benim canım çok çekmişti’ diye. Gizlemiş alamayız üzülürüm diye söylememiş bana. Bu sadece biri. O kadar çok oluyor ki saymakla bitmez.
Mesela kıza ayakkabı almam lazım. Dua ediyorum çok pahalı olmasın diye. 50-60 liradan fazla olmasın diye. Ayakkabı almaya gittik. Kızımın beğendiğini bulduk. Seri sonu indirimde. Gayet güzel bir ayakkabı aldık. 20 lira. Sanki bize ayrılmış gibi. Ayak numarası tam istediğimiz numara. Bu ve bunun gibi birçok şey yaşadık ve yaşıyoruz.
Nedendir bilmem özellikle çocukların ağzından çıkan dua gibi hemen oluyor. Hatta bir keresinde takıldım oğlum M’e. ‘Her dediğin gerçek oluyor, babanın gelmesini de iste de baban gelsin’ diye [