19 Mart öncesinde AB ile Türkiye arasındaki müzakerelerin yeniden başlamasının gündemde olduğunu söyleyen Almanya Kültür Bakanı Claudia Roth, “Üç kez seçilmiş bir belediye başkanının bu şekilde hapiste tutulduğu türden bir Türkiye’ye AB’nin kapısını açmamalıyız” dedi.
Roth, T24’te Cansu Çamlıbel’e yaptığı açıklamada şunları söyledi:
– Avrupa’da başlangıçta, bence çok fazla kişi Erdoğan’ın Kemalist hükümetlerden sonra gerçekten bir tür demokrasi kurmak istediğine inanıyordu. Ancak en başa dönüp Erdoğan’ın en baştaki açıklamalarını analiz ederseniz, hedeflerine ulaştıktan sonra demokrasi tramvayından ineceğini aslında kendisi baştan söylemişti. Bu yüzden geriye dönüp baktığımda Erdoğan’ın demokrasi söylemini, benim gibi romantik Avrupalıları kandırmak ve aslında iyi şeyler yaptığına inandırmak için kullandığını görüyorum.
-Erdoğan, önce dini özgürlüklerden bahsederek işe başlayarak akıllıca bir şey yaptı. Şahsen ben bunun önemli olduğunu düşünüyordum çünkü dini özgürlükler de demokrasinin olmazsa olmazıdır. Ama ben bunu önemli bir başlangıç adımı olarak gördüğümde, bazı Türk arkadaşlarım beni uyardı ve bunun arkasında tehlikeli bir gündem olabileceğini söylediler. Ben öyle düşünmedim ve şimdi geriye dönüp baktığımda biraz saf olduğumu fark ediyorum.
-(19 Mart’tan sonra eriyen döviz rezervi) Bu oldukça pahalı bir bedel. Hiçbir ülke bunu karşılayamaz, özellikle de zaten ciddi ekonomik zorluklar yaşayan bir ülke. Dediğim gibi burada birçok arkadaşım var, mesela onlardan biri mimar ve fakir bir kadın değil ama devamlı ekonomik olarak ne kadar zorlandığından bahsediyor. Toplumun tepkisinin ekonomiyle de çok ilgisi olduğuna inanıyorum. Dediğim gibi top artık Türk toplumunun sahasında. Türkiye halkı bu hükümetten bıktı. Ve tabii ki yeni şansölyemiz kendi hükümeti ve partisi içindeki Almancılara Türkiye’de neler olup bittiğini, Türk hükümetinde neler olup bittiğini sormalı. Çünkü CDU’da danışman olarak çok sayıda Almancı var.
–(Göçmen anlaşması) Avrupa’nın mültecilere karşı Türkiye’ye ihtiyacı olduğu için Türkiye’deki iç durumu görmezden gelmemiz gerektiğine inanmanın bir hata olduğunu düşünüyorum. Bunun tehlikeli olduğunu düşünüyorum çünkü otokratik bir Türkiye’de Avrupa için iyi bir gelecek yok. “Türkiye’nin içinde ne olduğunu umursamıyoruz” tarzı bir zihniyet hatadır.
-Küçük şeyler önemlidir. Bugün İstiklal Caddesi’nde yürüdüm ve bir Espresso Lab dükkânı gördüm, içeride sadece 2 veya 3 kişi oturuyordu. Bu yaratıcı bir direniş fikri. Biraz Pandora’nın kutusunu açmış gibi. Bu ‘beklenmediklik’ unsuru önemli. Ancak Türkiye’de ne olursa olsun, Avrupa hükümetleri ve Avrupa Birliği’nin bu kadar sessiz olmaması gerektiğine inanıyorum. Türkiye’deki demokratların yanında olduğumuzu açıkça ortaya koymalıyız diye düşünüyorum. Birkaç gün önce Erdoğan Antalya’da Macaristan Başbakanı Viktor Orban ile görüştü. Orban AB’yi temsil etmiyor, hem de hiç temsil etmiyor.
-Son zamanlarda olanlardan sonra değil. Birkaç gün önce dışişleri bakanımla konuştum. Bana yakın zamana kadar Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin yeniden başlatılması için gerçek bir açılımın gündemde olduğunu anlattı. Ama şu anda durum çok karmaşıklaştı. Bana bunu anlattı. Yani durum şimdi farklı. Biliyorsunuz ben onlarca yıldır bunun için, Türkiye’nin AB üyesi olması için mücadele ediyorum. Ama 19 Mart’ta olanlardan sonra bu mümkün mü? Üniversitenin dekanı İmamoğlu’nun diplomasını iptal etmek için yasal bir neden olmadığını söylese de 30 yılı aşkın bir süre sonra İmamoğlu’yla beraber o kadar insanın diploması iptal edilmişken bu mümkün mü? Yargı bağımsızlığı yok, üniversitelerin bağımsızlığı yok… Türkiye’de şu anda hiçbir kurumun bağımsızlığı yok. Bütün bunlar çok yanlış. Üç kez seçilmiş bir belediye başkanının bu şekilde hapiste tutulduğu türden bir Türkiye’ye AB’nin kapısını açmamalıyız.
-Tıpkı AB’nin bu koşullar altında hiçbir şey olmamış gibi Erdoğan’la el sıkışmaması gerektiği gibi, Kürt halkının da Erdoğan’ın Kürt girişiminin arkasındaki gerçek stratejiyi görmesini umuyorum. Ben bunu muhalefeti bölme girişimi olarak görüyorum. Bunun gerçekten bir barış süreci olduğundan emin değilim. Eğer bir barış süreci olsaydı, tüm siyasi tutuklular derhal serbest bırakılmalıydı ya da yarın hemen serbest bırakılmalılar. Ahmet Türk ve diğerleri derhal tekrar belediye başkanı olarak görevlerine dönmeli.
-DEM Parti öncüllerinin siyasi olarak kazanımlar elde etme ihtimali olan pek çok durumda İmralı Adası’dan tuhaf açıklamalar geldiğini izledik. Ve bu açıklamalar nihayetinde Kürt sorununun çözümüne hizmet etmedi. Bugün gerçekten bir barış süreci olsaydı ne kadar da iyi olurdu. Ama barış dediğiniz şey her şeyden önce demokrasiye dayanır. Barış demokrasi olmadan olmaz. Ve bugün Türkiye’de öğrencilere, gazetecilere, üniversitelere ve Ekrem İmamoğlu’na yapılan şey demokrasiyle izah edilemez.