AKP kurucu kadrosunda yer alan isimlerden eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne ilişkin değerlendirmelerde bulundu. “Son dönemde yaşananlar nedeniyle bir otoriterleşme veya diktatörlüğe doğru bir gidiş olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna Çelik, “Şu anda TBMM’nin konumu ve fonksiyonu ile Putin’in Duma’sının bir farkı yok. (Duma, Rusya parlamentosunun alt kanadı) Meclis kurulduğu günden bu yana hiçbir zaman bu kadar etkisiz ve yetkisiz olmamıştı. Bir memlekette güçler ayrılığının esas olması lazım. Bugün Anayasa da uygulanmıyor maalesef. Bu ‘Türk tipi’ başkanlık Türkiye’ye yaramamıştır” dedi.
“Ben hakim, savcı değilim!” diyen Çelik, Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınıp tutuklanmasına dair süreçle ilgili olarak da, “Yargılama şeklini doğru bulmuyorum.” ifadelerini kullandı.
Anka’ya konuşan Çelik, imza attığı ‘Adalet Çağrısı’ bildirisine ilişkin de konuştu:
Kimse durup dururken can sıkıntısından bildiri yayınlamaz. Üstelik bu bildirinin birçok kişi tarafından da hoş karşılanmayacağını veya tepkilere yol açacağını bildiğiniz halde böyle bir bildiri yayınlıyorsanız bunun mutlaka çok önemli bir gerekçesi olması lazım.
Bugün Türkiye’de maalesef en fazla eksikliği hissedilen ve en çok ‘Niye böyle değil’ dediğimiz konulardan birisi maalesef hukuktur ve adalettir. Ekonomik zorluklardan dolayı zaten şu anda insanlar burnundan soluyor ve çok kötü durumda.
Herkes ekonominin kötü olduğunu biliyor. Dar gelirli insanlar, sabit gelirli insanlar veya işsizlerin çok büyük sıkıntı içerisinde olduğunu biliyoruz. Bununla birlikte bir de adalet, hukuk, demokrasi açlığı olunca iş çok farklı bir yere doğru gidiyor.
Bizim maalesef İslam toplumlarının temel birkaç özelliği var. Bu petrol zengini olan Körfez’deki, sonradan görme ülkelerin dışındaki İslam alemi maalesef aç ve sefildir. Cehalet diz boyudur. Bu ülkelerin büyük bir çoğunluğunda ülkeleri diktatörler idare ediyor ve genel hayata ahlaksızlık hakimdir.
Tabii genellikle ahlak denince bizde akla kadın-erkek münasebeti geldiği için diğer taraftaki ahlakı çok fazla konuşmuyoruz. Halbuki ben diyorum ki bir memlekette hukuk devleti, demokrasi, insan hakları, düşünce ve düşünceyi ifade etme özgürlüğü, basın hürriyeti, ötekine saygı yoksa, mülkiyet hakkına saygı yoksa, yalan hayatın geneline hakimse, doğruluk istisnaysa, suiistimal, yolsuzluk bütün hayatı kaplamışsa, rüşvet alıp vermek, nefes alıp vermek kadar kolaysa orada ahlak var mıdır?
Bizim arkadaşlara ‘Memlekette hukuk yok’ dediğiniz zaman diyorlar ki, ‘Yaptığımız havaalanlarını görmüyor musunuz?’; ‘Demokrasi diye bir şey yok’ diyorsunuz ‘Şehir hastanelerini görmüyor musunuz?’; ‘İnsan hakları yok…’ ‘Marmaray’ı görmüyor musunuz?’ diyorlar. ‘Düşünce özgürlüğü diye bir şey kalmadı…’, ‘Efendim Avrasya Tüneli’ni görmüyor musunuz, duble yolları görmüyor musunuz, yapılan okulları, açılan üniversiteleri görmüyor musunuz?’ diyorlar.
Bunlar iyi şeyler mi? Yiğidi öldür, hakkını yeme. AK Parti yol altyapısında, havaalanlarında, hava yolunda, karayolunda, demiryolunda birçok şey yapmıştır. Ancak ben hep arkadaşlarıma şunu söylüyorum; ‘Dünyanın en büyük barajlarını, en büyük otoyollarını, en iyi duble yollarını Çin yapıyor. Çin, 5 ayda Roma büyüklüğünde şehir inşa ediyor. Ama Çin’de ne insan hakkı var ne demokrasi var. Orada insanlar sadece sayı ifade ediyor.
Peki şimdi diyorum ki, varsayın ki ekonomi güllük gülistanlık ama hukuk, adalet, demokrasi yoksa, düşünce özgürlüğü yoksa, çeşitliliğe, çoğulculuğa saygı yoksa orada yaşanır mı? Siz insanları tuvaletle mutfak arasında bir boru falan mı zannediyorsunuz? Bunlar olmadığı zaman insanlık olmaz, huzur olmaz.
Ben bakanlıktan ayrıldıktan sonra neredeyse yüz küsur dava devam ediyordu. O yargı bize çok kötü şeyler yaptı. Fakat bu sefer devran dönünce biz öyle bir yargı oluşturmalıydık ki Müslüman da Hristiyan da Yahudi de Ermeni de dindar da ateist de ‘İşte adalet, yargı dediğimiz budur’ diyebilseydi.
Tayyip Bey’e Vural Savaşların, Sabih Kanadoğlularının AK Parti’ye yaptığını bugün eğer sıralarsanız çok uzun bir liste çıkar. Tamam bunlar yanlıştı ama iki yanlıştan bir doğru çıkmaz. Bizim hassaten ısrarla adalet vurgusu yapmamızın sebebi budur. Eğer cumhuriyetiniz demokratik cumhuriyet değilse beş para etmez o cumhuriyet. Demokratik olmadıktan sonra cumhuriyet olmuş, monarşi olmuş o da fark etmez.
Mesela İngiltere, Hollanda, Belçika, İsveç, Norveç, Danimarka, İspanya monarşidir. Şimdi buralarda mı insan hakları, hukuk devleti, adalet, demokrasi var yoksa Kuzey Kore’de, Venezuela’da, Küba’da, Çin’de, Rusya’da, Türkiye’de, Suriye’de, Irak’ta, İran’da mı var? Dolayısıyla kendinize, kağıt üzerinde, Anayasa’da Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir demeniz yetmiyor.
TBMM’nin Fonksiyonunun Putin’in Duma’sından Farkı Yok!
“Son dönemde yaşananlar nedeniyle bir otoriterleşme veya diktatörlüğe doğru bir gidiş olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna Çelik, şu yanıtı veriyor:
Bu isimlendirmeler, yaftalamalar doğru değil. Şu anda TBMM’nin konumu ve fonksiyonu ile Putin’in Duma’sının bir farkı yok. Meclis kurulduğu günden bu yana hiçbir zaman bu kadar etkisiz ve yetkisiz olmamıştı. Bir memlekette güçler ayrılığının esas olması lazım. Yürütme devletin gücünü temsil eder. Devletin gücü sınırlandırılmadığı zaman, sınırlandırılmamış güç ezer geçer. Devlete karşı vatandaşı anayasa korur. Bu Anayasa’nın harfiyen uygulanması lazım. Bugün Anayasa da uygulanmıyor maalesef. Biz o bildiride ‘Demokrasi, hukuk olmazsa üretim, kalkınma olmaz, özgürlük olmazsa şu olmaz, bu olmaz’ diyoruz. Bunların hepsi birbirine bağlı şeyler.
Bugünkü sistem Türkiye’yi ileriye götürebilecek bir sistem değil. Bu Türk tipi başkanlık sistemi veya Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türkiye’ye yaramamıştır. Bütün yetkilerin bir elde toplandığı bir yapı demokratik bir yapı değildir ve Türkiye’nin mutlaka arızaları giderilmiş parlamenter sisteme dönmesi gerekiyor. Bunu iktidarı ile muhalefeti ile oturup nezaket ölçüleri içerisinde konuşmaları gerekiyor.
Şimdi yeni anayasa yapmaktan söz ediyoruz değil mi? Tamam, elbette yapalım. ‘12 Eylül Anayasası, darbe anayasası’ diyoruz ya, inanın o darbe anayasasından eser kalmadı şu anda. Mademki yeni bir anayasa yapmaktan söz ediyoruz, bugün yaşadığımız bu sıkıntıların ve arızaların hepsinin giderildiği yeni bir anayasa yapılabilir. Ama şimdi siz insanlara derseniz ki, ‘Yeni anayasa yapalım, bu bize daha fazla güç ve yetki versin’ insanlar da der ki ‘Yetki ve güç iyidir ama kontrol edilmesi gerekiyor.’
Tayyip Bey de neticede bir fanidir. Biz şahısları konuşuyoruz, ilkeleri konuşmuyoruz, sistemi konuşmuyoruz. Bizde anayasalar devleti millete karşı korumak için hazırlanıyor. Halbuki demokratik bir anayasa halkı devlete karşı korur. Bakın vatandaş iki kelime istiyor, güven ve ümit. Gerçekten vatandaşın ümidi yok ülkesi adına. Çocuklarımız kaçıp kaçıp yurt dışlarına gidiyorlar. Kimse kimseye güvenmiyor. Güven ortamının tesis edilmesi lazım. Ve bu güven ortamının tesis edilmesinde de en büyük sorumluluk Sayın Cumhurbaşkanı’na düşüyor. Partili Cumhurbaşkanı bu yönüyle çok vahim bir şeydir.
“Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının Erdoğan’ın onu siyasi rakip olarak gördüğü için olduğuna yönelik görüşlere katılıp katılmadığı” sorusu üzerine Hüseyin Çelik, şunları kaydetti:
Sizin ne dediğiniz önemli değil, karşı tarafın ne anladığı önemlidir. Bugün kamuoyu bunu böyle algılıyor. Bu böyle algılanıyorsa suç kamuoyunun değil, bu algıya sebep olanlarındır. Ekrem İmamoğlu’nun dosyasını incelemiş değilim. Ben hakim, savcı değilim. Yargılama şeklini doğru bulmuyorum.
Sabahın köründe yüzlerce polisle evinin basılarak içeri atılmasını kesinlikle doğru bulmuyorum. Usul bazen esastan önce gelir. Bir kere usul yanlıştır, ben onun detayına bakmıyorum. O açıdan, ben dahil bugün kamuoyunun algısı şudur: Eğer Ekrem İmamoğlu uslu uslu belediye başkanlığı yapsaydı, Cumhurbaşkanlığı adaylığına talip olmasaydı belki ne diploma meselesi gündeme gelirdi, ne de bu olup bitenler olurdu.
Bu diploma meselesi çok daha vahimdir. Üniversite kelimesinin manası ‘evrensel değerlerin evrensel bir bakış açısıyla ele alındığı kurum’ demektir. Bir ülkede üniversite bu hale gelmişse, esef ederim. Ben İstanbul Üniversitesi’nin eski öğretim üyesiyim, İstanbul Üniversitesi’nin mezunuyum. İşletme Fakültesi Dekanı bana göre haysiyetli bir duruş sergilemiştir. Oradan sonuç alınamayınca diplomayla ilgili üniversite yönetim kurulu devreye sokulmuştur ve yönetim kurulu böyle bir karar almıştır. Yüz karasıdır bu karar, böyle bir şey olamaz.
Ekrem İmamoğlu’nun yaptığı müracaatta eğer bir yanlış varsa bu, üniversite yönetiminin yanlışıdır. Şartları uymayan bir adamı kaydetmek kimin suçudur? Kayıt yapanın suçudur, değil mi? Onun için hangi tarafından bakarsanız bakın Türkiye’nin gündeminden bu meselenin bir an önce kalkması lazım, aklın devreye girmesi lazım.
Toplumdaki bu kutuplaşmayı, bu gerginliği, Türkiye’ye zarar veren bu tansiyonu düşürmek için bazı akil insanların devreye girmesi lazım. Hem Sayın Cumhurbaşkanı’yla görüşmesi lazım hem Özgür Özel’le görüşmesi lazım. Kim olabilir bu isimler?
Benim ilk aklıma gelen mesela Sayın Abdullah Gül olabilir. Mesela Sayın Bülent Arınç, Hikmet Çetin, Haşim Kılıç, Ertuğrul Günay gibi toplumda saygınlığı olan, yaşını başını almış, çeşitli görevlerde bulunmuş, sorumluluklar almış insanlar olabilir. Mesela sanatçı kişiliğiyle Zülfü Livaneli gibi insanlar olabilir.
Bence, bunlardan oluşan bir heyetin tüm taraflarla görüşerek, bu toplumdaki tansiyonu düşürecek bazı adımlar atması gerekiyor. Ben ülkem adına kaygılıyım. 66 yaşındayım. Bu saatten sonra kimseden bir beklentim de yoktur, kimseye eyvallahım da yoktur.
Bazıları şöyle düşünüyor, ‘Efendim, Hüseyin Çelik ve benzerleri bakanken, partide üst düzey yöneticisiyken seslerini çıkarmadılar.’ Bakanken Bakanlar Kurulu’nda, MKYK, MYK üyesiyken de oralarda, ilgili kurullarda inandığım doğruları bana yakışan dil ve üslupla amirim konumundaki insana saygıda kusur etmeden arz ettiğimi herkes biliyor. Fakat içerideyken bu içeride kalıyor.
Peki niye şimdi ben dışarıda konuşuyorum? Dışarıda olduğum için olabilir mi? Öğretmen okulda, imam camide, gazeteci sayfasında, televizyoncu ekranda, herkes neredeyse orada konuşur. Ben de dışarıdayım. Eğer ben ve diğer arkadaşlarım bize yakışan bir dil ve üslupla, evrensel hukuk diliyle uyarıyorsak, bunun çok değerli bulunması lazım.
Trollerin falan bize küfür etmesini önemsemiyorum, onlara prim de vermiyorum. Ama etkili ve yetkili konumda olan insanların, ‘Bu kadar insan bu işi böyle görüyor, biz bunu bir gözden geçirelim’ demesi gerekiyor. Ben bunu bekliyorum şahsen. O yayınladığımız bildirinin sebebi de budur.