Gazeteci-Yazar Kâzım Güleçyüz, Gülen cemaati mensubu olmak suçlaması ile evi basılarak apar topar sedye ile cezaevine götürülen yatalak hasta 86 yaşındaki Mustafa Said Türk’e 25 gün boyunca yapılan zulmü yazdı
İşte Yeni Asya Gazetesi yazarı Kazım Güleçyüz’ün ‘Sedye ile gidiş, sedye ile dönüş‘ başlıklı yazısı;
Manisa’daki evinden sedye ile derdest edilip cezaevine, oradan hastaneye sevk edilen ve sonrasında 25 gün boyunca cezaevi ile hastane arasında dolaştırılırken, hastane doktorlarının “Cezaevinde kalabilir!” raporuyla yine cezaevine götürülen 86 yaşındaki felçli ve yatalak hasta Hacı Mustafa Said Türk, bunca yapılanlardan sonra Adlî Tıp’ın nihayet verdiği “Cezaevinde kalamaz” raporuyla yeniden sedye ile evine bırakıldı.
Dönüp dolaşıp aynı yere gelinmesi için eziyet dolu 25 günün geçmesi gerekmiyordu.
Mustafa Said Türk’ün cezaevinde kalamayacağını tesbit edebilmek için doktor ve Adlî Tıp uzmanı olmaya bile ihtiyaç yoktu.
Durum ayan beyan ortadaydı. 86 yaşındaki felçli ve yatalak bir hastayı, o halde iken evine özel ekipler gönderip sedye ile cezaevine sevk etmenin hiçbir makul hukukî, vicdanî ve insanî izahı ve yorumu yoktu, olamazdı.
Yatağa düşmeden önceki, çok zorlukla yürüdüğü dönemde kollarından tutulup zorla sürüklenerek emniyet, savcılık, cezaevi arasında dolaştırılmasında olduğu gibi…
Hakkında verilmiş olan 10 yıl hapis cezasının, dosya üzerinden “değerlendirme” yapan Yargıtay tarafından onanması da, evinin basılıp sedye ile cezaevine sevk edilmesi için makul ve inandırıcı bir gerekçe olamazdı.
İnfaz erteleme denilen mekanizma, sağlık durumu bu vaziyette olan bu yaştaki bir insan için işletilmeyecekse ne işe yarardı?
Ne yazık ki, bu 25 günlük hazin serencam, bu süreçte farklı şekillerde yaşanan çok sayıdaki benzer hadiseler gibi, hiçbir hukukî, vicdanî ve insanî kriterin dikkate alınmadığı bir hukuksuzluk döneminin utanç sayfalarından biri olarak kayıtlardaki yerini aldı.
Mustafa Said Türk’ün durumunu bildikleri halde bu yapılanlarda bir şekilde dahli olanlar, infaz ertelemeyi re’sen uygulamaları gerekirken bunu yapmak bir yana, tam tersine bu konudaki taleplere inat ve ısrarla kulak tıkayanlar, imza attıkları “Cezaevinde kalabilir” raporuyla, ettikleri Hipokrat yeminine de, insanî ve vicdanî sorumluluklarına da ihanet edenler, bu utanç verici sürecin yaşanmasına hiç meydan vermeyip, daha başta yazılması gereken Adlî Tıp raporunu 25 gün boyunca bekletenler… tamamı bu insanlık suçunun vebal ve sorumluluğuna ortak.
Sosyal medyadaki ısrarlı çağrılara rağmen konuya günlerce duyarsız kalmayı seçen bilumum ilgili ve yetkili merci ve kişiler de…
Hepsi toplumun duyarlı kesiminin ortak hafızasına ve çok daha önemlisi İlahî kayıtlara işlendi. Ama burada, ama illa ki orada, yani Hak Divanında hesabı sorulmak üzere.
Allah imhal eder, ama asla ihmal etmez.
Ve İlahî adalette zamanaşımı yoktur…