İyi bir okulda okumak, iyi bir eğitim almak ve arkasından iyi bir işe girerek; hayatını idame ettirmek. Maddi bağımsızlık sağlandıktan sonra, aileden kopup kendine ait bir eve çıkarak; yeni bir yaşama merhaba demek.
Peki; gitmekle kalmak arasındaki o ince çizgide, kalmak zorunda olanlar ya da kalmayı tercih edenler?
TÜİK’in geçtiğimiz aylarda açıkladığı “Eğitim Durumuna Göre İşgücü” raporu da bu durumu doğruluyor. Türkiye’de son bir yıl içinde 2 milyon 721 bin kişi işsiz kaldı ve işsizlik oranı yüzde 10.8 oldu. Üniversite mezunlarındaysa bu oran yüzde 13.3’e çıkarken, üniversite mezunu kadınlarda işsizlik oranı daha da fazla, yüzde 18.7.
Bu sefer onların, yani gidemeyenlerin, kalanların öykülerini dinleyeceğiz.
Ebru ve Ezgi, ikisi de sinema bölümünden mezun olalı birkaç sene olmuş. Ebru, sinemacı olma hayaliyle çıktığı yolda, reklam yönetmenliği için başvurduğu yerde, garson olarak işe alındığını öğrenip, hayatının şaşkınlığını yaşayanlardan. Ezgi’nin hikâyesindeki ayrıntılar da, ailesinin baskılarına dayanamayıp girdiği birçok işte, Türkiye’de iş hayatında kadın olmanın belki de yüzlerce kez duyduğumuz bir örneği.
Mesut, kendi deyişiyle nişanlısının “sen erkeksin, elin ekmek tutmalı” ifadelerini her gün duymaktan sıkıldığından bölümüyle alakasız birçok işte gece yarılarına kadar asgari ücretin altında çalışan ve sonunda isyan bayrağını çekenlerden. En sonunda hastane odasında ‘istifa edeceğini’ söyleyince, nişanlısı tarafından terk edilmiş.
Kerem de, her gün işe gider gibi çıktığı evden, akşama kadar o yol senin bu yol benim diyerek son iki ayda stresten 10 kilo vermiş. Hepsi de Türkiye’nin durmadan ‘geleceğimiz’ dediği o gençlerden.
Ortak noktalarıysa, geçti denilen ‘ekonomik krizin’ geleceklerini, sevdiklerini, hayallerini ve umutlarını ellerinden alması. Söz gençlerde:
Ebru, 25 yaşında ve İstanbul’da bir özel üniversitenin sinema bölümünden mezun. Özel bir televizyon kanalında stajyerlik, çağrı merkezinde pazarlama ve reklam yönetmeni olarak başvurduğu kurumda garsonluk teklif edilmesi… Kısacası, film gibi bir süreç:
“Özel bir televizyona girdim ve orada çalışmaya başladım. Onların, sadece kendilerini eğlendirecek insanlar istediklerini gördüm ve istifa ettim. Para kazanmak zorunda olduğum için mesleğimden çok farklı işler yapmak zorunda kaldım ve her girdiğim işte de kimliğimi kaybettiğimi hissettim. Daha sonra da bir çağrı merkezinde işe başladım. Durmadan şikâyet alan bir ürünü zorla satmaya çalışıyorduk. Sigorta sözü vermelerine rağmen yapmamışlardı. Yeteri kadar satış yapmadığım zaman da sürekli bir mobbinge maruz kalıyordum. Sonunda dayanamayarak istifa ettim.”
Ebru, istifa ettikten sonra Twitter üzerinden iş aramaya başlamış. Bu sürede dalga geçenler, taciz edenler, umut tacirliği yapanlar, dilencilikle suçlayanlar olmuş. Yaşadığı süreci, “psikolojik olarak gelebileceğim son nokta” şeklinde tarif ediyor. En sonundaysa, reklam yönetmeni olarak çağrıldığı iş görüşmesinden ‘garson’ olarak çıktığını söylüyor kahkaha atarak:
“Twitter üzerinden yazdığıma cevap verenlerden müsait bir zamanda cafesine gelip onunla görüşmemi istedi. Beni yönetmen olarak reklam departmanına almayı düşünüyordu. İki gün boyunca saatlerce süren iş görüşmesi ve çekmemi istediği kısa filmler sonunda, bende potansiyel olduğunu düşünerek, onunla çalışmamı istedi. Yalnız bana herhangi bir ücret vermeyeceğini ve ailelerinden biri olmamı istediğini söyledi. Çok fazla şüphe içinde kalsam da, kabul etmek zorunda kaldım. Anlaşmaya vardıktan sonra, oradan ayrılırken bana, karısına iletmemi istediği ve benim şok olduğum o cümleyi söyledi: ‘Artık bir garsona ihtiyacımız yok, çünkü garsonu bulduk.’ İnanmayacaksanız ama gerçekten yönetmen olmak için girdiğim yerden garson olarak çıktım.”
Ebru hala iş arıyor. Çağrıldığı iş görüşmelerine gitmeden önce de, detaylı bir şekilde araştırma yaptığını söylüyor. Bir türlü iş bulamayan Ebru’nun ailesiyle ve çevresiyle yaşadığı problemler de her gencin yaşadığına bir örnek:
“Para kazanamadığın için statü olarak çok düşük görülüyorsun. Ailenin karşısında öz saygını yitiriyorsun. Artık 25 yaşında bir kadın olarak, çalışmayıp evde oturmak onların gözlerine batıyor. Hareketleri ve söyledikleri sözlerdeki alt metinlerle bunu sürekli vurguluyorlar. İş beğenmemezlik ettiğimi ve evde oturmayı sevdiğimi düşündüklerini görüyorum. Bu çok yıpratıyor. Hem de çok.”
Ezgi de 25 yaşında. Garsonluktan, fabrika işçiliğine kadar birçok işte çalışmış. Ezgi de film çekmek, setlerde çalışmak isterken, kendini yönetmen asistanlığı altında belediyelerden para koparmaya çalışırken bulmuş:
“İş bulamıyordum. Nereye gitsem, kapı duvar. Kendi alanımla ilgili iş yapmak istiyordum, en son Twitter’a yazmak aklıma geldi. Ben de yazdım. Saçma sapan birçok mesajdan sonra, biri yönetmen asistanı olarak görüşme teklif etti. Özel bir kanal için şehir dışında çekim yapıyorlarmış. Ertesi gün görüşmeye gittim ve işe alındım. İşe alındıktan iki gün sonra da birden kendimi Anadolu turunda buldum. Bir gün Ege’de bir yerdeyken, ertesi gün kendimizi Doğu’da bulabiliyorduk. Yaptığımız iş de çekim karşığında, belediyelerden para koparmak. Sözde, biz o çekimleri kanalda yayınlayacaktık. Ama belediyelerden ayrıldığımızda, başımızda olan adam ‘zaten fatura kesmedik, önemi yok’ diyordu. Bazı AKP’li belediyeler para veriyordu. Para alamadıklarımızdan da, benzin ve yemek koparmaya çalışıyorduk. Etik değildi ve gittikçe rahatsız oluyordum.”
Ezgi’nin işi bırakma sürecinde, hem cinsiyetine hem de Alevi kimliğine yönelik saldırılar etkili olmuş. Sonrasıysa malum:
“Alevi olduğumu çaktırmadan belli etmeye çalıştım. Dikkatli olsunlar diye. Zaten gittiğimiz her yerde o yerin toplumsal özelliğine göre konum alıyorduk. Eğer belediye CHP’liyse CHP’li oluyorduk, AKP’liyse AKP’li. O süreye kadar yanımda porno izlemelerine, cinsiyetçi davranışlarına ve ayrımcı ifadelerine ses çıkarmıyordum. Dayanıyordum ama ‘Alevilerin yemeği yenmez ‘ gibi birkaç ifadeden sonra, işi terk ettim. 20 günden fazla çalışmama rağmen, paramı da vermediler. Zaten istemiyordum ama ‘biz sana para vereceğiz ‘ dedikten sonra, bir mesaj daha atıp ‘bizi sattın, para vermeyeceğiz’ dediler. Uzun süre mesajla tacize uğradım. Sonra ne olursa olsun diyerek İstanbul’a döndüm. Evet, işsiz olmak ailenin ve çevrenin baskıları ve özellikle bakışları yüzünden çok zor ama yapabileceğim bir şey yok, öyle bir ortamda çalışamazdım.”
Mesut, İstanbul Üniversitesi İktisat mezunu. İngilizce biliyor. 28 yaşında. Mezun olduktan sonra o da birçok işte çalışmış.
Çalıştığı işlerin birçoğunda haftalık izin dahi yapamamış. Bazı durumlarda çalışma saatleri de haftada 100 saati bulduğunu söylüyor. En son çalıştığı yerde, uykusuz iki günün ardından bayılmış ve işi bırakmış:
“Turizmci olmak istiyordum. Uzun süre iş bulamadım. Bir tanıdığımın vasıtasıyla turizm sektöründe bir ajansa işe girdim. İlk başlarda fena değildi. Sigortam, asgari ücretten olsa da yapılmıştı. Ama sonrası facia. Haftalık iki gün iznim önce ‘yoğunluk sebebiyle’ bir güne indirildi. Sonra da izinsiz çalışmaya başladım. Bir hafta 100 saat çalıştığımı biliyorum. Zaten o haftanın sonunda bayıldığım için hastaneye kaldırıldım. Orada ajans sahipleri tarafından üstü kapalı tehdit edildim. Çünkü dava açsam kazanabilirdim. Beni sektörden silmekle tehdit ettiler ve ben de sustum.”
Mesut’un yaşadıkları, işi bırakmasıyla bitmiyor. Hastane odasında, ‘işi bırakacağını söylediği’ iki yıllık nişanlısı tarafından ‘tembel’ olduğu bahanesiyle terk edilmiş ve psikolojik sorunlar yaşamaya başlamış:
“Çok çalıştım. Bir gün düzelecek diye hayal kurdum. Ben eğitimimi burada aldım ve bir genç olarak hayallerim vardı. Sevdiğim ve nişanlandığım kadınla evlenmek istiyordum. İşi bırakmamam konusunda ailem ve nişanlım tarafından hep uyarılar aldım. Hastanede nişanlıma işi bırakacağımı söylediğimde, ‘elin para tutar sanmıştım ama sen erkek değilsin’ diyerek, beni terk etti. Ailemle de çok fena kapıştık. İşsizlik, sevdiğimi ve umutlarımı aldı, götürdü. Şimdi ne yapacağımı bilmiyorum. Umudum kalmadı, yurtdışına da sevdiğim kadın yüzünden gidememiştim.”
Kerem, 30 yaşında. Yüksek lisansını yapmış bir çevre mühendisi. Akademisyen olmak isterken, siyasi görüşü nedeniyle o yolun tıkalı olduğunu görüp, piyasaya dönmek istemiş. İş bulamayınca da, palyaçoluk, tanıtım elemanlığı gibi birçok işte çalışmış. Babasının tehditleri de cabası:
“Akademisyen olmak istiyordum ama hocalar açılan kadrolara kendi görüşünden ya da apolitik insanlar almak istediler. Bunu açıkça yüzüme dediklerinde, artık yapabilecek bir şey kalmamıştı. Barış İçin Akademisyenler bildirisine imza atanların durumu ortada. O yüzden mühendis olarak sektöre girmek için iş aramaya başladım. Yoktu, bulamıyordum. Ne yapsam, ne etsem olmuyordu. Geleneksel bir babam vardı ve bana ‘bizim zamanımızda’ diye başlayan cümlelerin sonu ,‘sana bakmak zorunda değilim’ diyerek bitiyordu.”
Şimdilerde, ailesi Kerem’i bir firmada çalışıyor sanıyor ama Kerem her gün işe gider gibi çıktığı evden, akşama kadar o yol senin bu yol benim diyerek yürüyor. Son iki ayda da stresten 10 kilo vermiş:
“Dayanamadım. Bir gün eve gelirken bu yalanı buldum. Evet, iş buldum diyecektim. Sonuçta benden para istemiyorlardı. Biraz da kazanmak için palyaçoluk ve tanıtım elemanlığı yapmaya başladım. Sonra ekonomik kriz nedeniyle, o işler de azaldı. Son iki aydır, evden her gün işe gider gibi çıkıyorum. O yol senin, bu yol benim. 10 kilo verdim yürümekten ve stresten. İşsizlik, parasızlık umrumda değil, bana asıl koyan canım gibi sevdiğim, hatta bir dönem bu yüzden milliyetçi düşünceyi bile benimsediğim, ülkemin ailemi elimden alması. Fiziken varlar ama aslında yoklar. İşim var diye bilmelerine rağmen, yine güvenmiyorlar. Ekonomik kriz hayallerimi ve ailemi elimden aldı. Onların zamanında her şey başkaymış ama şimdi bambaşka. Onlar nerede iş bulsa çalışıyormuş, oysa şimdiki gençler onlara vaat edilen hayallere ulaşmak istiyor. Ama nafile.”