Kâğıt para ilk kez 7. yüzyılda Çin’de Tang Hanedanının hükümranlığı sırasında emanet senedi gibi ortaya çıktı.
Madeni paralarını sürekli yanlarında taşıma riskinden kurtulmak isteyen tüccarlar, paralarını güvenilir kişilere emanet olarak bırakıyorlar ve karşılığında yazılı bir senet alıyorlardı. Zaman içinde bu senetler arkalarına devir kayıtları ve mühürleri konularak, yani bir anlamda ciro edilerek, başkalarına devredilir oldu. Böylece malı alan kişi bunun karşılığında satıcıya bu emanet senedini devrettiğinde emanetteki madeni para el değiştirmiş oluyordu.
Çin’de tüccarlar arasında kullanılmaya başlanan kâğıt paraların üstünlüklerini fark eden merkezi hükümet, kâğıt para basımını tekel olarak üstlenmeye yöneldi ve 1120 yılından itibaren kâğıt devlet parasını basmaya başladı. Çin’e, giden Venedikli tüccarlar devlet garantisi altında basılan ve kolaylık sağlayan kâğıt para düşüncesini batıya taşıdılar. Böylece Avrupa, kâğıt para ile tanışmış oldu.
Banknot terimi ilk kez İtalyanlar tarafından 14’üncü yüzyılda “Nota di Banco” (banka notu, banknot) olarak kullanılmaya başlandı. İtalyan bankaları kendilerine emanet edilen madeni paralar karşılığında banknot düzenlediler ve bu banknotlar elden ele dolaşarak, Çin’deki gibi, tüccarlar arasında kâğıt para işlevi görür oldu.
İngiltere Merkez Bankası’nın (Bank of England) 1694 yılında kurulmasından önce, altınlarını rehin edenlere altın tacirlerinin (goldsmiths) verdiği yazılı senetler (goldsmiths notes) kullanılmaya başlanmıştı. Bu kâğıtların el değiştirmesiyle karşılığı altın olan kâğıt para (banknot) fiilen doğmuş oluyordu. Giderek bu tacirler banka gibi çalışmaya yönelince, bunları yönetecek ve kâğıt para basacak bir kuruma gereksinim doğdu. Bank of England’ın doğuşunda bu gelişme önemli bir etkendir.
19’uncu yüzyılın ilk çeyreğinde kâğıt paranın giderek yaygınlaşmasıyla birlikte İngiltere’de altın standardına geçildi. İngiliz Sterlini, altına bağlı para olduğu için genel kabul gördü ve giderek dünyadaki en önemli rezerv para haline geldi.
Altın standardı sistemi, ülkelerin, kendi kâğıt paralarını belirli bir ağırlıkta saf altın olarak tanımlamasıyla ortaya çıkmış bir sistemdir. Kâğıt para ile altın arasında belirlenen bu değere parite deniyor. Ulusal paranın değerinin belirlenen parite düzeyinde sürdürülebilmesi, merkez bankasının bu pariteden isteyene altın satması ya da kendisine getirilen altınları bu pariteden satın alması anlamına geliyor. Kâğıt paranın altına, altının da kâğıt paraya sorunsuz çevrilebilmesine konvertibilite deniyordu.
Altın standardında bütün ekonomiler kendi parasını belirli bir parite ile altına bağladığında, sisteme girmiş bulunan bütün ülkelerin paraları sabit kur üzerinden öteki paralara bağlanmış oluyordu. Bu durumda kurlar da bu paritelere bağlı olarak belirleniyordu.
20’nci yüzyıla doğru altın standardı uluslararası alanda yaygınlaştı ve 1914’de I. Dünya Savaşı çıkana kadar sorunsuz olarak uygulandı. Birinci Dünya Savaşı öncesinde hemen her yerde hükümetler kâğıt para basımını tekel haline getirdi ve çoğu bu yetkiyi Merkez Bankasına verdi. Basılan kâğıt paraların altın karşılığı vardı. Bu karşılığı bulundurmakla, kâğıt parayı getirene o karşılığın ödenmesi sözü verilmiş oluyordu. Bu dönemde İngiliz Sterlini, altına bağlı ilk para olmanın sağladığı avantajın yanı sıra İngiliz ekonomisinin dünya ticaretindeki ağırlıklı yeri itibariyle de dünyanın en itibarlı parası olmaya devam etti. Birinci Dünya Savaşıyla birlikte merkez bankalarına yönelik altın talebi artınca altın karşılığı meselesi rafa kaldırıldı ve kâğıt para yalnızca yasal bir zorunluluğa dayalı olarak kullanılır oldu. Savaştan sonra karşılık meselesi yeniden oturtulmaya çalışılsa da gerçekleşmedi. İngiltere, Sterlinin altın karşılığını tutmakta uzun süre direndiyse de o da başarılı olamadı. Bu dönemde parasını altına bağlı olarak tutmaya devam edebilen yalnızca ABD oldu. Bu nedenle de Dolar, Sterlinin yerini aldı ve yavaş yavaş dünya parası konumuna yükseldi.
1944 yılında Bretton Woods’da toplanan ve IMF ile Dünya Bankasının kuruluşuna önderlik eden toplantıda kabul edilen yeni para sistemi sonrasında ABD Doları, altına konvertibilitesi olan tek para olarak kalmıştı. Doların altın karşılığı 35 Dolar = 1 Ons altın denkliğiyle açıklanmış ve böylece ABD Doları altın karşılığı basılmaya devam etmişti. Bütün öteki ekonomiler paraları için Dolar karşısında açıkladıkları kur üzerinden dolaylı konvertibiliteye sahip hale gelmişlerdi.
Dünyadaki bütün ülkelerin altın karşılığını terk etmelerine karşın Doların altın karşılığında basılması, Doların dünya çapında kabul edilmesini sağladı. Bu gelişmede ABD ekonomisinin, dünya ekonomisindeki büyüklüğü, dünya ticaret hacmindeki yeri, küresel finans sistemindeki önemi de Doların altınla olan ilişkisi kadar etkili oldu. Dünyada merkez bankaları rezerv olarak altının yanında dolar tutar oldular. Çünkü dış alemle alış verişte en çok kabul gören araç Dolardı. Dolar öylesine kabul gördü ki dünyanın her ülkesinde ülkenin parası kadar hatta bazen ondan bile fazla tercih edilir oldu.
Bu gelişmeye petrol ve altın gibi çok önemli iki malın Dolarla fiyatlandırılıyor olması da büyük katkı yaptı. Dolar zaten altın karşılığı basıldığı için altının Dolarla fiyatlandırılması zor olmadı. Petrolün Dolarla fiyatlandırılması ise ABD’nin körfezde İngiltere’den devraldığı hegemonik güç ve yine Doların altın karşılığı basılıyor olmasıyla sağlandı.
Vietnam Savaşının yarattığı mali ve parasal sıkıntılarla bunalan ABD, 1971 yılında doların altın karşılığı olarak basılması ilkesini terk edince karşılıksız kâğıt para basan ekonomiler arasına katılmış oldu. O zamana kadar karşılıksız para basan ekonomiler, paralarını bir anlamda Dolar üzerinden altınla ilişkilendirdikleri için, bu gelişmeden sonra dünyadaki bütün kâğıt paralar karşılıksız kalmış oldu.
Madeni para, üzerinde yazılı değer kadar olmasa bile bir değer taşır. Altın karşılığı kalmamış olan kâğıt paranın üzerinde taşıdığı değere karşılık gerçek değeri ise yalnızca kâğıt ve mürekkep değeridir. Bu tür paraya ‘fiat para’ deniyor. Fiat, Latince “öyle olması gereken” anlamını taşıyan bir sözcük. Kağıt paraların altın karşılığı basılması ortadan kalkınca kâğıt paranın üzerindeki değer, yalnızca hükümet veya yasalar öyle söylediği için var olan bir değere dönüştü.
Uzun süre tek başına altın karşılığı taşıyan para olarak tedavül etmiş olmasının yarattığı itibarla altın karşılığı kaldırıldıktan sonra bile Dolar, sanki altın karşılığı varmış gibi dünyada kabul görmeye devam etti.
Gelişme yolundaki çoğu ülkenin kendi parası yeterince güçlü olmadığı ve sürekli değer kaybettiği için, konvertibiliteye geçiş sonrasında insanların bir bölümü paralarını Dolara çevirerek saklar oldular. Buna ‘para ikamesi’ veya ‘Dolarizasyon’ deniyor. Eğer ulusal para Dolara tercih edilmeye başlanmışsa buna da ‘ters para ikamesi’ ya da ‘de Dolarizasyon’ deniyor
Aşağıdaki tablo Türkiye’de para ikamesi, ters para ikamesi ve yeniden para ikamesi döngüsünü sergiliyor.
Görüleceği gibi 2001 krizi öncesinde yabancı para mevduatının (DTH) oranı yüzde 45 iken kriz sonrası yüzde 55’e çıkmış, sonrasında uygulanan istikrar programlarıyla yüzde 23’e kadar gerilemiş yani ters para ikamesi olgusu yaşanmış. 2010’dan başlayarak istikrar programının terk edilmesiyle yeniden Dolarizasyon egemen olmuş ve bugün gelinen aşamada 2001 krizi sonrasındaki para ikamesi düzeyine tekrar dönülmüş bulunuyor.
Aşağıdaki tablo dünyada merkez bankalarının döviz rezervi olarak tuttuğu yabancı paraların toplamda döviz rezervlerindeki oranını gösteriyor.
Tablodan görüleceği üzere bugün hiçbir paranın altın karşılığı olmamasına karşın Dolar, geçmişten gelen gücüyle hala merkez bankalarının döviz rezervlerinde en gözde para konumunda bulunuyor.
Ekonominin temel kurallarından birisi talep artışının değer artışı yaratmasıdır. Bir mala olan talep ne kadar yüksekse o malın değeri o kadar artar. Gerek Türkiye’de olduğu gibi parası zayıf olan ekonomilerdeki yüksek Dolarizasyon tercihi, gerekse dünya merkez bankalarının rezerv para olarak Dolar talebinin yüksekliği, Doların dünya parası olmaya devam etmesi olgusunu destekliyor.