Ekonomistlerin hemen hepsinin hemfikir olduğu konu, Türkiye’nin ekonomik bir darboğazdan geçtiği ve hükümetin pembe tablo çizerek sorunların çözümünü geciktirdiği şeklinde.
Bu konuya temas ettiği yazısında, Cumhuriyet Gazetesi yazarı Veysel Ulusoy, “Son dönemde, enerjimizi hep içinde yaşadığımız ekonomik duruma bir sıfat bulmak için harcadık. Kimimiz durgunluk dedik, çalkantı ile devam ettik ve hep kriz kelimesinin etrafında dolandık” diyor ve ekliyor:
“Karar alıcılar ise, belki de işin doğası gereği, bunu hep reddetti ama artık ortak akıl ekonomik kriz tümcesinde karar kıldı gibi… Hatta, bunun bir adım ötesi olan ekonomik çöküşün sesleri de gelmeye başladı bile…”
Bu tabloya nasıl gelindiğine dair tespitlerinde Ulusoy, gayri safi milli hasılada olduğu gibi, 2018 yılının son iki çeyreğinde, sanayi üretimindeki küçülme, inşaat sektöründeki çöküş, tarım sektörünün sönen yapısı ve en son gelen işsizlik rakamlarının durumunun tabloyu net bir biçimde ortaya koyduğuna işaret ediyor.
“Geniş tanımıyla yüzde 19.3 işsizlik oranı ile 6 milyon 600 bin kişinin işsiz olduğu ülkemizde, artık tam anlamıyla yapışkan bir reel ekonomi krizi, hatta bir adım ötesinde olduğumuzu dillendirme zamanı geldi” yorumunu yapan Ulusoy, yazısını şu satırlarla sürdürüyor:
“Özelliği itibarıyla hemen hemen tüm makro dengesizlikleri bünyesinde barındıran ekonomik krizlerin ekonomik özgürlük ile bağlantısı kendini en çok kurumların bütünleşme bozukluğunda hissettirir. Süreç birkaç basamaktan oluşur: Birinci basamakta sermaye birikimi sorunundan dolayı özellikli sermaye gruplarının kurumlarla olan ortak kararları, onların “çıkarları” kapsamında şekillenir.
Ekonomideki denetim mekanizması sonraki basamakta yine bu grupların faydası doğrultusunda şekillenir. Zamanla diğer özel sektör yatırımlarını engelleyici özelliğe bürünür, piyasa ve siyasi gücü daha da artmış bir sermaye oluşumu ortaya çıkar. İlişkilerin daha da sıkılaşması kendini daha az siyasi denetim ve daha az hukuki denetim ile hissettirir. Kararlar merkezileşir ve esas denetim diğer küçük sermaye yatırımlarında baskısını hissettirir, gelir ve kaynak dağılımı bozuklukları ile de devam eder. Tüm bunlar ekonomik işleyişte hükümet ve piyasa başarısızlığı, diğer adıyla ekonomik kriz olarak ortaya çıkar. Krizle birlikte, bu defa da rasyonel olmayan ani denetim ve parasal kısıtlama kararları ile de çöküş süreci başlar…”