AKP’li işadamlarının borçlarını kamuya aktarıp halka ödetecek kritik adımlar sessizce atılıyor.
Türkiye’de süregiden ekonomik çöküntü karşısında alınan yeni önlemler 8 Aralık günü Başbakan Binali Yıldırım tarafından açıklandı. Ekonomi Koordinasyon Kurulu (EKK) kararları olarak da anılan bu önlemler Türkiye ekonomisindeki yapısal sorunlar karşısında siyasal iktidarın piyasacılığının aczinin ifadesi olarak görülebilir. Nitekim önlemlerin kapsamı eleştirildi ve Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yukarı yönlü revize edilen seriyle makyajlanmış büyüme rakamlarıyla dahi 2016 3. çeyrekte yüzde 1,8 küçüldüğü 12 Aralık’ta açıklanan yurtiçi hasılanın toparlanmasına yetmeyebileceği teslim edildi. Siyasal iktidar bu kararlar aracılığıyla özellikle küçük ve orta boy işletmelere dayanın derken, kullanabileceği araçları da büyük oranda tüketmiş olduğunu ima ediyor.
Alınan önlemler
En yüksek perdeden uluslararası finansal kurumların bütünleşik parçası olduğu bir yapıya yönelik salvolarla birlikte, bu yapının temsilcileri ve uzantıları tarafından da sıklıkla dile getirilen “yapısal reformlar”ın gerekliliği yönündeki açıklamaların yarattığı salınım Türkiye’nin siyasal iktisadi yönetim anlayışında bir koordinasyondan söz etmeyi zorlaştırıyor. Bir yanda kamu bankalarının aktif kullanımına yönelik zemin hazırlığı öte yanda aktif işgücü programından bahsedilmesi ne kadar uyumsuz olsa da EKK toplantısından çıkan kararlarda bu gerilimin izlerinin bulunduğunu söylemeye izin veriyor.
Öncelikle hükümetin peşinde olduğunun 64. ve 65. hükümetin programlarında yer aldığı üzere özel sektör öncülüğünde, cari işlemler açığını kontrol altına alacak müdahalelere karşın özel sektörün teşvik edilmesi aracılığıyla büyüme olduğunu tekrarlamak gerekli. Orta Vadeli Program hedefleri geçersizleşmiş olsa da, hükümet bu temel yönelimin gereğini yapmaya çalışarak esasen KOBİ’lere destekler sunuyor. Özel sektörün prim ödemelerine erteleme öngörülmesi ve KOBİ’lere 3 yıl vadeli kredi temini ile ilk 12 ayı geri ödemesiz faizsiz para kullandırılması kararı bu yönelimin unsurları.
Ancak bu önlemler arasında birisi yeterince üzerinde durulmayan iki nokta daha var ki, kanımca bu iki unsur EKK kararlarındaki en önemli kalemler ve önümüzdeki ayların çetin geçeceğinin göstergeleri.
Kamu nasıl devrede?
EKK’nın en önemli iki kalemi kamunun hem dolaylı hem de dolaysız olarak kredi temini alanında devreye sokulacağını gösteriyor. Bunlardan ilki üzerinde çokça konuşulan Kredi Garanti Fonu (KGF) aracılığıyla teminat sunulması. Devletin nihai tüketim harcamalarının yüzde 23,8 arttığı bir dönemde küçülen ekonomide aslında devlet doğrudan devreye girmiş olsa da bunun yetmediği görülüyor. Aslında KGF’nin daha kapsamlı kullanılmasına dönük çalışmalar iki ay öncesine uzanıyor. Dolayısıyla KOBİ’lerin teminat yetersizliği nedeniyle krediye erişim sorunlarının aşılmasına ve işlemlerin hızla gerçekleşmesine yönelik düşüncenin evveliyatı var. Ancak oran arttırıldı ve daha da arttırılacağı ilan edildi.
Politika yapıcılar önümüzdeki dönemde takibe düşen kredi oranında artış öngörüyorlar. 2017 başından itibaren örneğin KOBİ’lere sağlanan kredi tutarının yüzde 1’inin karşılık olarak banka tarafından ayrılması öngörülüyordu (daha önceki oran binde 5). KOBİ’lere verilecek teminat oranının Başbakan’ın açıklamasına göre yüzde 90’a çıkarılacak olması esasen bankaların kredi maliyetini hafifleten bir müdahale. 1 milyar liralık kredi karşılığı 10 milyon lira karşılık ayırması gereken banka bu düzenlemeyle birlikte sadece 1 milyon lira ayıracak, 9 milyon liranın Hazine tarafından temini güvencesi verildiği için.
Bu düzenleme kredi hacmine olumlu katkıda bulunabilir ancak temel bir sorunu atlıyor: söz konusu KOBİ’nin halihazırda kredibilitesinin yüksek olması ve bilanço sorunları yaşamıyor olması gerekli ki banka tarafından krediye uygun görülsün. Ya da KOBİ’nin yeni yatırım ve organizayon için girişimde bulunması, zamanın uygun olduğu kararının alınması gerekli ki krediye başvurulsun. KGF teminatı, kötüleşen ekonomik koşullarda yatırım ve reorganizasyon kararlarını erteleyen KOBİ’lerin davranışını otomatikman değiştirecek bir düzenleme olarak görünmüyor.
Kamunun devreye dolaysız olarak sokulduğu ve üzerinde pek durulmayan ikinci unsur kamu kurumlarının devlet bankalarındaki mevduatlarına faiz sınırlaması getirilmesi. Kamunun mevduatlarına yüzde 7,5’luk faiz sınırlaması getirilmesi, yaklaşık 90 milyar liralık mevduatın faiz getirisinin neredeyse 1/3 oranında düşürülerek devlet bankalarında tutulması anlamına geliyor.
Kamu kurumları daha az faiz geliri elde edecek, ancak asıl amaç devlet bankalarını kredi faizlerini düşürmeye itmek. Bu müdahale Türkiye bankacılık sisteminde halen önemli bir ağırlığı bulunan devlet bankaları aracılığıyla kredi piyasasına faizlerin indirilmesi doğrultusunda açıktan müdahale edilmesi anlamına geliyor. Aynı zamanda 2008-09 döneminde olduğu üzere devlet bankaları aracılığıyla çeşitli borçların ödenmesinin ertelenmesi ya da kredi kampanyalarıyla sorunların geleceğe ötelenmesi imkanının yaratılması hedefleniyor.
AKP’li işadamlarının borcu kamuya yıkılacak
EKK kararları kamunun devreye nasıl sokulduğunu ve sokulacağını gösteriyor. Ekonomik çöküntü hissedilmeye başlandığında alınan önlemlerin kapsamını genişletiyor, etkisini katlamayı hedefliyor. Örneğin KGF aracılığıyla KOBİ’lere verilecek teminat oranı ilk olarak yüzde 80 şeklinde tasarlanırken, önce yüzde 85’e çekildi (22 Kasım’da Resmi Gazete’de yayımlandı); EKK toplantısı sonrası yüzde 90’a taşınacağı ilan edildi. Ya da kamu mevduatına getirilecek faiz sınırı yüzde 8,25 olarak tasarlanırken geçen hafta yüzde 7,5 olarak ilan edildi.
Ancak bu kararlar ve devlet harcamalarının radikal bir şekilde arttığı dönemdeki daralma siyasal iktidarın elindeki seçeneklerin ortadan kaybolmakta olduğunu da gösteriyor. Bunun bir adım sonrası siyasal İslamcı hükümet için daha düşük büyüme oranları dayatacağı için lanetlenme anlamına gelecek Merkez Bankası faiz artışının sürmesidir. Daha ötesi şirket zararlarının kamu zararı haline getirilmesi, özel sektörün risklerinin ve kayıplarının katlanarak toplumsallaştırılmasıdır. 10 Aralık’ta Meclis Başkanlığı’na sunulan anayasa değişikliği teklifinin barındırdığı kararnamelerle yönetimin ilk örneği, eğer kabul edilirse, özel sektör için bu tarz bir kurtarma operasyonunda sergilenecektir.
Kaynak: Kriz notları
AKP’li işadamlarının borçlarını kamuya aktarıp halka ödetecek kritik adımlar sessizce atılıyor.
Türkiye’de süregiden ekonomik çöküntü karşısında alınan yeni önlemler 8 Aralık günü Başbakan Binali Yıldırım tarafından açıklandı. Ekonomi Koordinasyon Kurulu (EKK) kararları olarak da anılan bu önlemler Türkiye ekonomisindeki yapısal sorunlar karşısında siyasal iktidarın piyasacılığının aczinin ifadesi olarak görülebilir. Nitekim önlemlerin kapsamı eleştirildi ve Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yukarı yönlü revize edilen seriyle makyajlanmış büyüme rakamlarıyla dahi 2016 3. çeyrekte yüzde 1,8 küçüldüğü 12 Aralık’ta açıklanan yurtiçi hasılanın toparlanmasına yetmeyebileceği teslim edildi. Siyasal iktidar bu kararlar aracılığıyla özellikle küçük ve orta boy işletmelere dayanın derken, kullanabileceği araçları da büyük oranda tüketmiş olduğunu ima ediyor.
Alınan önlemler
En yüksek perdeden uluslararası finansal kurumların bütünleşik parçası olduğu bir yapıya yönelik salvolarla birlikte, bu yapının temsilcileri ve uzantıları tarafından da sıklıkla dile getirilen “yapısal reformlar”ın gerekliliği yönündeki açıklamaların yarattığı salınım Türkiye’nin siyasal iktisadi yönetim anlayışında bir koordinasyondan söz etmeyi zorlaştırıyor. Bir yanda kamu bankalarının aktif kullanımına yönelik zemin hazırlığı öte yanda aktif işgücü programından bahsedilmesi ne kadar uyumsuz olsa da EKK toplantısından çıkan kararlarda bu gerilimin izlerinin bulunduğunu söylemeye izin veriyor.
Öncelikle hükümetin peşinde olduğunun 64. ve 65. hükümetin programlarında yer aldığı üzere özel sektör öncülüğünde, cari işlemler açığını kontrol altına alacak müdahalelere karşın özel sektörün teşvik edilmesi aracılığıyla büyüme olduğunu tekrarlamak gerekli. Orta Vadeli Program hedefleri geçersizleşmiş olsa da, hükümet bu temel yönelimin gereğini yapmaya çalışarak esasen KOBİ’lere destekler sunuyor. Özel sektörün prim ödemelerine erteleme öngörülmesi ve KOBİ’lere 3 yıl vadeli kredi temini ile ilk 12 ayı geri ödemesiz faizsiz para kullandırılması kararı bu yönelimin unsurları.
Ancak bu önlemler arasında birisi yeterince üzerinde durulmayan iki nokta daha var ki, kanımca bu iki unsur EKK kararlarındaki en önemli kalemler ve önümüzdeki ayların çetin geçeceğinin göstergeleri.
Kamu nasıl devrede?
EKK’nın en önemli iki kalemi kamunun hem dolaylı hem de dolaysız olarak kredi temini alanında devreye sokulacağını gösteriyor. Bunlardan ilki üzerinde çokça konuşulan Kredi Garanti Fonu (KGF) aracılığıyla teminat sunulması. Devletin nihai tüketim harcamalarının yüzde 23,8 arttığı bir dönemde küçülen ekonomide aslında devlet doğrudan devreye girmiş olsa da bunun yetmediği görülüyor. Aslında KGF’nin daha kapsamlı kullanılmasına dönük çalışmalar iki ay öncesine uzanıyor. Dolayısıyla KOBİ’lerin teminat yetersizliği nedeniyle krediye erişim sorunlarının aşılmasına ve işlemlerin hızla gerçekleşmesine yönelik düşüncenin evveliyatı var. Ancak oran arttırıldı ve daha da arttırılacağı ilan edildi.
Politika yapıcılar önümüzdeki dönemde takibe düşen kredi oranında artış öngörüyorlar. 2017 başından itibaren örneğin KOBİ’lere sağlanan kredi tutarının yüzde 1’inin karşılık olarak banka tarafından ayrılması öngörülüyordu (daha önceki oran binde 5). KOBİ’lere verilecek teminat oranının Başbakan’ın açıklamasına göre yüzde 90’a çıkarılacak olması esasen bankaların kredi maliyetini hafifleten bir müdahale. 1 milyar liralık kredi karşılığı 10 milyon lira karşılık ayırması gereken banka bu düzenlemeyle birlikte sadece 1 milyon lira ayıracak, 9 milyon liranın Hazine tarafından temini güvencesi verildiği için.
Bu düzenleme kredi hacmine olumlu katkıda bulunabilir ancak temel bir sorunu atlıyor: söz konusu KOBİ’nin halihazırda kredibilitesinin yüksek olması ve bilanço sorunları yaşamıyor olması gerekli ki banka tarafından krediye uygun görülsün. Ya da KOBİ’nin yeni yatırım ve organizayon için girişimde bulunması, zamanın uygun olduğu kararının alınması gerekli ki krediye başvurulsun. KGF teminatı, kötüleşen ekonomik koşullarda yatırım ve reorganizasyon kararlarını erteleyen KOBİ’lerin davranışını otomatikman değiştirecek bir düzenleme olarak görünmüyor.
Kamunun devreye dolaysız olarak sokulduğu ve üzerinde pek durulmayan ikinci unsur kamu kurumlarının devlet bankalarındaki mevduatlarına faiz sınırlaması getirilmesi. Kamunun mevduatlarına yüzde 7,5’luk faiz sınırlaması getirilmesi, yaklaşık 90 milyar liralık mevduatın faiz getirisinin neredeyse 1/3 oranında düşürülerek devlet bankalarında tutulması anlamına geliyor.
Kamu kurumları daha az faiz geliri elde edecek, ancak asıl amaç devlet bankalarını kredi faizlerini düşürmeye itmek. Bu müdahale Türkiye bankacılık sisteminde halen önemli bir ağırlığı bulunan devlet bankaları aracılığıyla kredi piyasasına faizlerin indirilmesi doğrultusunda açıktan müdahale edilmesi anlamına geliyor. Aynı zamanda 2008-09 döneminde olduğu üzere devlet bankaları aracılığıyla çeşitli borçların ödenmesinin ertelenmesi ya da kredi kampanyalarıyla sorunların geleceğe ötelenmesi imkanının yaratılması hedefleniyor.
AKP’li işadamlarının borcu kamuya yıkılacak
EKK kararları kamunun devreye nasıl sokulduğunu ve sokulacağını gösteriyor. Ekonomik çöküntü hissedilmeye başlandığında alınan önlemlerin kapsamını genişletiyor, etkisini katlamayı hedefliyor. Örneğin KGF aracılığıyla KOBİ’lere verilecek teminat oranı ilk olarak yüzde 80 şeklinde tasarlanırken, önce yüzde 85’e çekildi (22 Kasım’da Resmi Gazete’de yayımlandı); EKK toplantısı sonrası yüzde 90’a taşınacağı ilan edildi. Ya da kamu mevduatına getirilecek faiz sınırı yüzde 8,25 olarak tasarlanırken geçen hafta yüzde 7,5 olarak ilan edildi.
Ancak bu kararlar ve devlet harcamalarının radikal bir şekilde arttığı dönemdeki daralma siyasal iktidarın elindeki seçeneklerin ortadan kaybolmakta olduğunu da gösteriyor. Bunun bir adım sonrası siyasal İslamcı hükümet için daha düşük büyüme oranları dayatacağı için lanetlenme anlamına gelecek Merkez Bankası faiz artışının sürmesidir. Daha ötesi şirket zararlarının kamu zararı haline getirilmesi, özel sektörün risklerinin ve kayıplarının katlanarak toplumsallaştırılmasıdır. 10 Aralık’ta Meclis Başkanlığı’na sunulan anayasa değişikliği teklifinin barındırdığı kararnamelerle yönetimin ilk örneği, eğer kabul edilirse, özel sektör için bu tarz bir kurtarma operasyonunda sergilenecektir.
Kaynak: Kriz notları
AKP’li işadamlarının borçlarını kamuya aktarıp halka ödetecek kritik adımlar sessizce atılıyor.
Türkiye’de süregiden ekonomik çöküntü karşısında alınan yeni önlemler 8 Aralık günü Başbakan Binali Yıldırım tarafından açıklandı. Ekonomi Koordinasyon Kurulu (EKK) kararları olarak da anılan bu önlemler Türkiye ekonomisindeki yapısal sorunlar karşısında siyasal iktidarın piyasacılığının aczinin ifadesi olarak görülebilir. Nitekim önlemlerin kapsamı eleştirildi ve Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yukarı yönlü revize edilen seriyle makyajlanmış büyüme rakamlarıyla dahi 2016 3. çeyrekte yüzde 1,8 küçüldüğü 12 Aralık’ta açıklanan yurtiçi hasılanın toparlanmasına yetmeyebileceği teslim edildi. Siyasal iktidar bu kararlar aracılığıyla özellikle küçük ve orta boy işletmelere dayanın derken, kullanabileceği araçları da büyük oranda tüketmiş olduğunu ima ediyor.
Alınan önlemler
En yüksek perdeden uluslararası finansal kurumların bütünleşik parçası olduğu bir yapıya yönelik salvolarla birlikte, bu yapının temsilcileri ve uzantıları tarafından da sıklıkla dile getirilen “yapısal reformlar”ın gerekliliği yönündeki açıklamaların yarattığı salınım Türkiye’nin siyasal iktisadi yönetim anlayışında bir koordinasyondan söz etmeyi zorlaştırıyor. Bir yanda kamu bankalarının aktif kullanımına yönelik zemin hazırlığı öte yanda aktif işgücü programından bahsedilmesi ne kadar uyumsuz olsa da EKK toplantısından çıkan kararlarda bu gerilimin izlerinin bulunduğunu söylemeye izin veriyor.
Öncelikle hükümetin peşinde olduğunun 64. ve 65. hükümetin programlarında yer aldığı üzere özel sektör öncülüğünde, cari işlemler açığını kontrol altına alacak müdahalelere karşın özel sektörün teşvik edilmesi aracılığıyla büyüme olduğunu tekrarlamak gerekli. Orta Vadeli Program hedefleri geçersizleşmiş olsa da, hükümet bu temel yönelimin gereğini yapmaya çalışarak esasen KOBİ’lere destekler sunuyor. Özel sektörün prim ödemelerine erteleme öngörülmesi ve KOBİ’lere 3 yıl vadeli kredi temini ile ilk 12 ayı geri ödemesiz faizsiz para kullandırılması kararı bu yönelimin unsurları.
Ancak bu önlemler arasında birisi yeterince üzerinde durulmayan iki nokta daha var ki, kanımca bu iki unsur EKK kararlarındaki en önemli kalemler ve önümüzdeki ayların çetin geçeceğinin göstergeleri.
Kamu nasıl devrede?
EKK’nın en önemli iki kalemi kamunun hem dolaylı hem de dolaysız olarak kredi temini alanında devreye sokulacağını gösteriyor. Bunlardan ilki üzerinde çokça konuşulan Kredi Garanti Fonu (KGF) aracılığıyla teminat sunulması. Devletin nihai tüketim harcamalarının yüzde 23,8 arttığı bir dönemde küçülen ekonomide aslında devlet doğrudan devreye girmiş olsa da bunun yetmediği görülüyor. Aslında KGF’nin daha kapsamlı kullanılmasına dönük çalışmalar iki ay öncesine uzanıyor. Dolayısıyla KOBİ’lerin teminat yetersizliği nedeniyle krediye erişim sorunlarının aşılmasına ve işlemlerin hızla gerçekleşmesine yönelik düşüncenin evveliyatı var. Ancak oran arttırıldı ve daha da arttırılacağı ilan edildi.
Politika yapıcılar önümüzdeki dönemde takibe düşen kredi oranında artış öngörüyorlar. 2017 başından itibaren örneğin KOBİ’lere sağlanan kredi tutarının yüzde 1’inin karşılık olarak banka tarafından ayrılması öngörülüyordu (daha önceki oran binde 5). KOBİ’lere verilecek teminat oranının Başbakan’ın açıklamasına göre yüzde 90’a çıkarılacak olması esasen bankaların kredi maliyetini hafifleten bir müdahale. 1 milyar liralık kredi karşılığı 10 milyon lira karşılık ayırması gereken banka bu düzenlemeyle birlikte sadece 1 milyon lira ayıracak, 9 milyon liranın Hazine tarafından temini güvencesi verildiği için.
Bu düzenleme kredi hacmine olumlu katkıda bulunabilir ancak temel bir sorunu atlıyor: söz konusu KOBİ’nin halihazırda kredibilitesinin yüksek olması ve bilanço sorunları yaşamıyor olması gerekli ki banka tarafından krediye uygun görülsün. Ya da KOBİ’nin yeni yatırım ve organizayon için girişimde bulunması, zamanın uygun olduğu kararının alınması gerekli ki krediye başvurulsun. KGF teminatı, kötüleşen ekonomik koşullarda yatırım ve reorganizasyon kararlarını erteleyen KOBİ’lerin davranışını otomatikman değiştirecek bir düzenleme olarak görünmüyor.
Kamunun devreye dolaysız olarak sokulduğu ve üzerinde pek durulmayan ikinci unsur kamu kurumlarının devlet bankalarındaki mevduatlarına faiz sınırlaması getirilmesi. Kamunun mevduatlarına yüzde 7,5’luk faiz sınırlaması getirilmesi, yaklaşık 90 milyar liralık mevduatın faiz getirisinin neredeyse 1/3 oranında düşürülerek devlet bankalarında tutulması anlamına geliyor.
Kamu kurumları daha az faiz geliri elde edecek, ancak asıl amaç devlet bankalarını kredi faizlerini düşürmeye itmek. Bu müdahale Türkiye bankacılık sisteminde halen önemli bir ağırlığı bulunan devlet bankaları aracılığıyla kredi piyasasına faizlerin indirilmesi doğrultusunda açıktan müdahale edilmesi anlamına geliyor. Aynı zamanda 2008-09 döneminde olduğu üzere devlet bankaları aracılığıyla çeşitli borçların ödenmesinin ertelenmesi ya da kredi kampanyalarıyla sorunların geleceğe ötelenmesi imkanının yaratılması hedefleniyor.
AKP’li işadamlarının borcu kamuya yıkılacak
EKK kararları kamunun devreye nasıl sokulduğunu ve sokulacağını gösteriyor. Ekonomik çöküntü hissedilmeye başlandığında alınan önlemlerin kapsamını genişletiyor, etkisini katlamayı hedefliyor. Örneğin KGF aracılığıyla KOBİ’lere verilecek teminat oranı ilk olarak yüzde 80 şeklinde tasarlanırken, önce yüzde 85’e çekildi (22 Kasım’da Resmi Gazete’de yayımlandı); EKK toplantısı sonrası yüzde 90’a taşınacağı ilan edildi. Ya da kamu mevduatına getirilecek faiz sınırı yüzde 8,25 olarak tasarlanırken geçen hafta yüzde 7,5 olarak ilan edildi.
Ancak bu kararlar ve devlet harcamalarının radikal bir şekilde arttığı dönemdeki daralma siyasal iktidarın elindeki seçeneklerin ortadan kaybolmakta olduğunu da gösteriyor. Bunun bir adım sonrası siyasal İslamcı hükümet için daha düşük büyüme oranları dayatacağı için lanetlenme anlamına gelecek Merkez Bankası faiz artışının sürmesidir. Daha ötesi şirket zararlarının kamu zararı haline getirilmesi, özel sektörün risklerinin ve kayıplarının katlanarak toplumsallaştırılmasıdır. 10 Aralık’ta Meclis Başkanlığı’na sunulan anayasa değişikliği teklifinin barındırdığı kararnamelerle yönetimin ilk örneği, eğer kabul edilirse, özel sektör için bu tarz bir kurtarma operasyonunda sergilenecektir.
Kaynak: Kriz notları
AKP’li işadamlarının borçlarını kamuya aktarıp halka ödetecek kritik adımlar sessizce atılıyor.
Türkiye’de süregiden ekonomik çöküntü karşısında alınan yeni önlemler 8 Aralık günü Başbakan Binali Yıldırım tarafından açıklandı. Ekonomi Koordinasyon Kurulu (EKK) kararları olarak da anılan bu önlemler Türkiye ekonomisindeki yapısal sorunlar karşısında siyasal iktidarın piyasacılığının aczinin ifadesi olarak görülebilir. Nitekim önlemlerin kapsamı eleştirildi ve Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yukarı yönlü revize edilen seriyle makyajlanmış büyüme rakamlarıyla dahi 2016 3. çeyrekte yüzde 1,8 küçüldüğü 12 Aralık’ta açıklanan yurtiçi hasılanın toparlanmasına yetmeyebileceği teslim edildi. Siyasal iktidar bu kararlar aracılığıyla özellikle küçük ve orta boy işletmelere dayanın derken, kullanabileceği araçları da büyük oranda tüketmiş olduğunu ima ediyor.
Alınan önlemler
En yüksek perdeden uluslararası finansal kurumların bütünleşik parçası olduğu bir yapıya yönelik salvolarla birlikte, bu yapının temsilcileri ve uzantıları tarafından da sıklıkla dile getirilen “yapısal reformlar”ın gerekliliği yönündeki açıklamaların yarattığı salınım Türkiye’nin siyasal iktisadi yönetim anlayışında bir koordinasyondan söz etmeyi zorlaştırıyor. Bir yanda kamu bankalarının aktif kullanımına yönelik zemin hazırlığı öte yanda aktif işgücü programından bahsedilmesi ne kadar uyumsuz olsa da EKK toplantısından çıkan kararlarda bu gerilimin izlerinin bulunduğunu söylemeye izin veriyor.
Öncelikle hükümetin peşinde olduğunun 64. ve 65. hükümetin programlarında yer aldığı üzere özel sektör öncülüğünde, cari işlemler açığını kontrol altına alacak müdahalelere karşın özel sektörün teşvik edilmesi aracılığıyla büyüme olduğunu tekrarlamak gerekli. Orta Vadeli Program hedefleri geçersizleşmiş olsa da, hükümet bu temel yönelimin gereğini yapmaya çalışarak esasen KOBİ’lere destekler sunuyor. Özel sektörün prim ödemelerine erteleme öngörülmesi ve KOBİ’lere 3 yıl vadeli kredi temini ile ilk 12 ayı geri ödemesiz faizsiz para kullandırılması kararı bu yönelimin unsurları.
Ancak bu önlemler arasında birisi yeterince üzerinde durulmayan iki nokta daha var ki, kanımca bu iki unsur EKK kararlarındaki en önemli kalemler ve önümüzdeki ayların çetin geçeceğinin göstergeleri.
Kamu nasıl devrede?
EKK’nın en önemli iki kalemi kamunun hem dolaylı hem de dolaysız olarak kredi temini alanında devreye sokulacağını gösteriyor. Bunlardan ilki üzerinde çokça konuşulan Kredi Garanti Fonu (KGF) aracılığıyla teminat sunulması. Devletin nihai tüketim harcamalarının yüzde 23,8 arttığı bir dönemde küçülen ekonomide aslında devlet doğrudan devreye girmiş olsa da bunun yetmediği görülüyor. Aslında KGF’nin daha kapsamlı kullanılmasına dönük çalışmalar iki ay öncesine uzanıyor. Dolayısıyla KOBİ’lerin teminat yetersizliği nedeniyle krediye erişim sorunlarının aşılmasına ve işlemlerin hızla gerçekleşmesine yönelik düşüncenin evveliyatı var. Ancak oran arttırıldı ve daha da arttırılacağı ilan edildi.
Politika yapıcılar önümüzdeki dönemde takibe düşen kredi oranında artış öngörüyorlar. 2017 başından itibaren örneğin KOBİ’lere sağlanan kredi tutarının yüzde 1’inin karşılık olarak banka tarafından ayrılması öngörülüyordu (daha önceki oran binde 5). KOBİ’lere verilecek teminat oranının Başbakan’ın açıklamasına göre yüzde 90’a çıkarılacak olması esasen bankaların kredi maliyetini hafifleten bir müdahale. 1 milyar liralık kredi karşılığı 10 milyon lira karşılık ayırması gereken banka bu düzenlemeyle birlikte sadece 1 milyon lira ayıracak, 9 milyon liranın Hazine tarafından temini güvencesi verildiği için.
Bu düzenleme kredi hacmine olumlu katkıda bulunabilir ancak temel bir sorunu atlıyor: söz konusu KOBİ’nin halihazırda kredibilitesinin yüksek olması ve bilanço sorunları yaşamıyor olması gerekli ki banka tarafından krediye uygun görülsün. Ya da KOBİ’nin yeni yatırım ve organizayon için girişimde bulunması, zamanın uygun olduğu kararının alınması gerekli ki krediye başvurulsun. KGF teminatı, kötüleşen ekonomik koşullarda yatırım ve reorganizasyon kararlarını erteleyen KOBİ’lerin davranışını otomatikman değiştirecek bir düzenleme olarak görünmüyor.
Kamunun devreye dolaysız olarak sokulduğu ve üzerinde pek durulmayan ikinci unsur kamu kurumlarının devlet bankalarındaki mevduatlarına faiz sınırlaması getirilmesi. Kamunun mevduatlarına yüzde 7,5’luk faiz sınırlaması getirilmesi, yaklaşık 90 milyar liralık mevduatın faiz getirisinin neredeyse 1/3 oranında düşürülerek devlet bankalarında tutulması anlamına geliyor.
Kamu kurumları daha az faiz geliri elde edecek, ancak asıl amaç devlet bankalarını kredi faizlerini düşürmeye itmek. Bu müdahale Türkiye bankacılık sisteminde halen önemli bir ağırlığı bulunan devlet bankaları aracılığıyla kredi piyasasına faizlerin indirilmesi doğrultusunda açıktan müdahale edilmesi anlamına geliyor. Aynı zamanda 2008-09 döneminde olduğu üzere devlet bankaları aracılığıyla çeşitli borçların ödenmesinin ertelenmesi ya da kredi kampanyalarıyla sorunların geleceğe ötelenmesi imkanının yaratılması hedefleniyor.
AKP’li işadamlarının borcu kamuya yıkılacak
EKK kararları kamunun devreye nasıl sokulduğunu ve sokulacağını gösteriyor. Ekonomik çöküntü hissedilmeye başlandığında alınan önlemlerin kapsamını genişletiyor, etkisini katlamayı hedefliyor. Örneğin KGF aracılığıyla KOBİ’lere verilecek teminat oranı ilk olarak yüzde 80 şeklinde tasarlanırken, önce yüzde 85’e çekildi (22 Kasım’da Resmi Gazete’de yayımlandı); EKK toplantısı sonrası yüzde 90’a taşınacağı ilan edildi. Ya da kamu mevduatına getirilecek faiz sınırı yüzde 8,25 olarak tasarlanırken geçen hafta yüzde 7,5 olarak ilan edildi.
Ancak bu kararlar ve devlet harcamalarının radikal bir şekilde arttığı dönemdeki daralma siyasal iktidarın elindeki seçeneklerin ortadan kaybolmakta olduğunu da gösteriyor. Bunun bir adım sonrası siyasal İslamcı hükümet için daha düşük büyüme oranları dayatacağı için lanetlenme anlamına gelecek Merkez Bankası faiz artışının sürmesidir. Daha ötesi şirket zararlarının kamu zararı haline getirilmesi, özel sektörün risklerinin ve kayıplarının katlanarak toplumsallaştırılmasıdır. 10 Aralık’ta Meclis Başkanlığı’na sunulan anayasa değişikliği teklifinin barındırdığı kararnamelerle yönetimin ilk örneği, eğer kabul edilirse, özel sektör için bu tarz bir kurtarma operasyonunda sergilenecektir.
Kaynak: Kriz notları