Kati Piri: 600 Milyon Avroluk AB Fonlarını STK’lara verin, Hükümete Değil
AB, Türkiye’nin Demokratlarının desteğini ve güvenini nasıl kazanabilir’
Avrupa Komisyonu Şefi Jose Manuel Barroso Aralık 2004’de düzenlediği bir basın toplantısında şöyle demişti: ‘Bayanlar ve baylar, bu gece Avrupa Birliği kapılarını, Türkiye’ye açtı.’ ‘Bu nihai hedefi açıkça gösteriyor: Nihai hedef, üyeliktir.’
Bu, 2004’deki iyimserlikti. Zorlu reform yıllarından ve AB’nin kapısında onlarca yıl bekledikten sonra Türkiye, nihayet demokrasilerin seçkin kulübüne katılması için davet almıştı. Ya da, en azından bazılarının asla başlayacağını ummadıkları tam üyelik süreci başlamıştı. Varsayım, perspektif vererek Türk hükümetinin yapacağı reformlarna teşvik edilmesiydi.
Bu strateji acı şekilde başarısızlığa uğradı. 2017’de ruh hali tamamen değişmişti. Ve tabi Türkiye de. Güçler ayrılığını ortadan kaldıracak anayasal değişiklikler, Türkiye’nin kırılgan demokrasisinin tabutundaki son çiviler oldular.
Türkiye, insan hakları ve demokraside ağır ağır geçmiş yılların gerisine giderken, geçen yazki darbe girisimi muhaliflere karsi büyük baskı dalgasını başlatmıştı. Olağanüstü hal döneminde yüzbinlerce aile etkilendi.
Bugünün Türkiyesi’nde muhalif bir siyasetçi, gazeteci, belediye başkanı, hakim, savcı, akademisyen, insan hakları savunucusu, sosyal medya kullanıcısı hatta ünlü bir futbolcu olmak hiç güvenli değil. Bunların hepsi terör örgütlerini destekçisi olmakla suçlanabilir ve ülkede gercek bir mahkeme de yok.
Katılım müzakereleri hükümet tarafından yürütülüyor. Ve Ankara’da iktidarda olan isim, ne olursa olsun AB kriterlerine hiç de hevesli olmadığını günlük olarak kanıtlıyor. Yeni anayasa ile birlikte Türkiye, Avrupa Birliği’nin bir üyesi olamayacak. Entegrasyon müzakerelerine devam edilmesi sadece bir saçmalık değil, birliğin kendi kredisine de dokunur.
Ancak yine de umut var. Tüm bu baskılara ve adil olmayan seçim ortamına rağmen, toplumun yarısı hükümetin ülkeyi götürmeye çalıştığı doğrultaya ‘Hayır’ dedi. Halkın yarısı, AB içindeki benzerleriyle aynı değerleri paylaştığını gösterdi. Kapıyı onların yüzüne kapatmak, Brüksel’in şimdi yapacağı en kötü şey olacaktır.
AB’nin genişleme aracı, bir dönüştürücü güc olarak her zaman övülmüştür.
Türkiye ise başarısız oldu çünkü AB, reformları destekleme, temel haklar ve yasal kurallar gibi müzakere başlıklarını açmayı, yani tüm enstrumanları kullanmayı düşünmedi.
Aday bir ülkenin de kırmızı çizgileri vardır. Katılım müzakerelerinin askıya alınması, AB liderlerinin şimdi vermeleri gereken en doğru politik mesaj olabilir. Ancak bunu yaparken Türkiye’nin demokratlarına çok daha fazla destek vermeyi unutmamamalı. Yıllık 600 milyon avroluk katılım öncesi fonun, sivil toplumu desteklemek için yönlendirilmesi önemli bir işaret olacaktır.
Türkiye ile bütün işbirliğini bitirmeli miyiz? Hayır, Türkiye önemli bir komşu olmaya devam edecektir ve pek çok ortak paydamız var. Bununla birlikte sadece çıkarlara ve prosedürlere dayalı bir ilişki, Türkiye nüfusunun büyük bir kısmını soğukta bırakacaktır. Bu nedenle politik gücü yeniden kazanmalıyız.
Gümrük Birliği ile bir fırsat doğabilir. Cunku, ekonomisi ciddi darbe aldığı için Ankara, geliştirmeye ve genişletmeye yoğunlaşmış durumda. Açık siyasi kriterlerle elele gittiği sürece bu işbirliğinin devam etmesinden yanayım.
AB’nin, Türkiye’nin demokratik güçlerine nasıl destek vereceği ile ilgili strateji belirlemenin vakti geldi.
Şu anda öyle görünüyor ki, AB liderleri Ankara ile bir yıl önce imzalan göçmen anlaşmasının bozulması riskine girmek istemiyor ve ilk fişi çekenin karşı tarafın olmasını bekliyor. Bu, sürdürülebilir bir çözüm değil. Ayrıca, AB ve tabi Türkiye’deki demokratlar da daha iyisini hakediyor.
Kati Piri (Avrupa Parlementosu Türkiye Eski Raportörü) / Avrupalı Sosyalistler Partisi Üyesi
Çeviri: Ebru Aksay