Analiz / İsmail S. Gülümser
AKP, ülkede sâri bir hastalık haline gelen yolsuzluğu önleme, yoksulluğu ve düşüncenin önündeki engelleri kaldırıp, imkân ve kaynaklardan her görüşten insanın pay almasını sağlama iddiasıyla toplumdan oy istedi.
Tüm dünya gibi, Türk halkı da siyasal İslam geleneğinden gelen bir partiye önceleri hep kuşkuyla baktı. Demokrasiyi kullanıp iktidara geldikten sonra, İran gibi bir rejimi dayatacağından endişe edildi. Ancak Erdoğan, siyasi geçmişini inkâr etti, tüm eski yol arkadaşlarını sert dille eleştirdi. Herkese saygılı olacak, kimseye inancı, dünya görüşü, ya da partisinden dolayı ayrımcılık yapmayacaktı.
Reform vaadiyle başlayan yolculuk
İlk yıllarda bunu göstermek için, sağ-sol demeden her kesimden insana görev verdi. Yasakları hafifletti düşünce özgürlüğü önündeki bazı engelleri kaldırdı. Rahatlatıcı adımlarla, uzun süredir birbirinden kopmuş toplum parçaları birleşti, Özal’dan sonra ikinci kez halk ülkeye katkı heyecanıyla bir araya geldi.
Alınan tedbirlerle, devlet dairlerinde el altından verilen paylar kesildi. Perde arkasında ihale paylaşıldığını bilmeyen toplum rüşvet çarkının gerçekten durduğuna inandı. Yolsuzluğun önlenmesi, gelir dağılımı adaletsizliğinin kısmen azalmasıyla, refahın yayıldığı hissedildi. Yıllarca ayrımcılığa maruz kalan muhafazakârlar, ülke kaynaklarının herkese açıldığına inanarak arka arkaya yetki verdi.
Güç zehirlenmesi
Sözlerine sadık kaldıkları dönemde, ülkenin yıldızı parladı ve peş peşe başarı haberleri geldi. AB, demokrasiye saygılı bir Müslüman ülke olma yolunda ilerleyen Türkiye ‘yi rol model olarak gösterdi. Ancak Erdoğan, teveccühü kendi maharetinden aradı, şımarıp başarının dayandığı değerlere sırt döndü.
Halk üzerinde etkinin, güçlü görünmekten geçtiği gibi sapkın bir düşünceyle haksız kazanca dümen çevirdi. Zaten kıt imkana sahip ülkede, ihale paylaşmaktan kalıcı hizmeti unuttu. Eleştirdiği siyasilerin kat be kat fazlası (milyarlarca dolarlık) yolsuzluk yaptı. Yüksek faizli krediyle, inşa edilen yol, köprü ve konutların kazancına göz dikti. Kalkınma görüntüsü için yaptığı kalitesiz işlere, 30-40 yıllık ülke gelirini ipotek verip yandaşlarla bölüştü, onlar servet edinirken halk giderek fakirleşti.
İddialar aldatmadan ibaretmiş
Birçok ahlaki normu çiğnediği halde, topluma hamasi nutukla dilediği gibi yön vermeye kalktı. Arkasına sığındığı din büyükleri, hazineye ait yağın bile parmakla saça sürülmesine izin vermemişti. O, partilileri “halife payı” deyip kamu malını çalmaya alıştırdı, sıfırdan başladığı siyasette ülkenin en zengini haline geldi.
Hırsızlıktan yakalanınca, baştaki tüm vaatleri unuttu, karanlık emeli olanların önerdiği hukuksuzluğa dört elle sarıldı. Aklanmak için yolsuzluğu eğip büktü, cezaevini yanlışa itiraz eden binlerce muhalifle doldurdu.
Bu aşamadan sonra, dindarlık iddiasında birinin yönettiği ülke, yolsuzluk endeksinde en üst sıralara tırmandı. Kaynakları halk yararına kullanmadığı, üç beş müteahhitle bölüştüğünden yoksulluk ve gelir adaletsizliği zirveye çıktı. “Ayrımcılık bitecek, herkes eşit muamele görecekti”, ayrımcılık soykırım boyutuna ulaştı. Bütün vaatleri geçici bir göz boyamadan ibaret olduğu, havarisi kesildiği demokrasiye inanmadığı, yolsuzluğu meşrulaştırıp kendi önünü açarken, bununla başkasının yolunu kesme planı yaptığı ortaya çıktı.
Batı demokrasi havarisinin diktatörlüğe dönüşünü konuşuyor
Şimdi Birleşmiş Milletlerde, İslam alemine model olma yolunda ilerleyen bir ülkenin düştüğü yolsuzluk-yoksulluk ve yasak batağı konuşuluyor. ABD Kongresi İnsan Hakları Komisyonu’nda, farklı dünya görüşlerine yönelik sistematik baskı, kitlesel tutuklama ve yurt dışına kadar uzanan sansür sert sözle eleştiriliyor.
ABD temsilciler meclisi insan hakları komisyonunda, Türkiye’de giderek vahşete dönüşen insan hakkı ihlalleri gündeme taşındı. Doğu-batı arasında köprü olması umulan bir ülkedeki zulmü örneklerle anlattılar.
AEI uzmanı Dr. Michael Rubin: Canlı ekonomisi, yükselen eğitim düzeyi ve entelektüel kapasitesi, sorumluk üstlenmeye hazır sivil toplumu ile medeni dünyanın beğenisini kazanmış bir ülke, Erdoğan yönetiminde bu vizyonunu kaybetti, dini siyasi rant aracı gibi kullanıp rotasını diktatörlüğe kırdı.
Tüm aykırı sesleri kesmeye dayalı bu yapı, kurduğu baskıya direnenleri sistematik olarak taciz etti. Hala bağımsızlığını koruyan sınırlı sayıdaki medyanın sesini kesti, gözaltı tehdidi ve trol ordusuyla her karşı fikri yasakladı. AHİM kararına rağmen çok farklı kesimden muhalifin yasal hak ve hürriyetini elinden aldı. Sosyal medyada erişim engelleri getirdi, gerçekleri halktan kaçırıp, toplumu kurduğu sanal dünya ile uyuşturdu.
Muhalifler tehdit altında
Muhalif siyasi, belediye başkanı, devlet memuru, entelektüel hatta masum vatandaşları hapisle tehdit etti. İtirazı susturmak için işletmelere el koydu, iktidarını onaylamayan her kesime baskı uyguladı. Politika ve nefret söylemiyle herkesi karaladı her eleştiriyi terörle yaftalayıp toplumu kutuplaştırdı.
İktidarını sürdürmek için yapacağı Anayasa değişikliğinde, Kürt halkına ihtiyacı var. Bir yandan onlara zeytin dalı uzatarak yardım istiyor. Bir yandan da Selahattin Demirtaş dahil Kürt kökenli milletvekilleri ve büyük halk desteği olan belediye başkanlarını hapis şantajıyla tehdit edip arkasına dizmeyi umuyor. Kendine karşı muhtemel adaylardan biri E. İmamoğlu önce delilsiz tutuklandı, sonra itirafçılarla boş dosyaları doldurdu.
Medeni dünyanın desteğiyle kazandığı itibarla kendinde güç vehmetti, Hamas-İran-Rusya-Çin gibi ülkelerle flört edip demokratik ülkelerle kavgaya tutuştu ve bu değerlere karşı savaş açtı. Uluslararası yaptırımları deldi, suç örgütleriyle birleşip ülkeyi kara para cennetine dönüştürdü. Uluslararası hukuku yok sayıp bazı ülkelerde teröre destek verdi, Türkiye artık ABD’nin stratejik ortağı değil, yükü haline geldi.
Zulüm hikayeleri
Erdoğan rejiminin sınır ötesi baskısından kurtulan Enes Kanter Freedom: Fethullah Gülen, inisiyatif alarak kurduğu sivil toplum hareketiyle, birçok yerde birlikte yaşama kültürünü geliştirdi. Darlığa mahkûm bir ülkeden, açık fikirli olarak yetişip yurt dışına çıkanlar, toplumsal sorunlara barışçıl çözümler üretti. Herkesin bir diğeriyle kavgaya hazırlandığı günümüz dünyasında, hizmetin öğretileri dünyanın geleceği aydınlatacak kalıcı izler bıraktı. Nefret rüzgarının estiği 11 Eylül saldırısını ilk kınayan Hocaefendi oldu. Papa II Jean Paul ile görüştü ve kapanmak üzere olan diyalog kapıları yeniden açıldı. O, vefat etse de bağlıları dünyada sulh adacıkları kurmaya devam ediyor, ama bu en insani faaliyetler Türkiye’de hala soykırım bahanesi olarak kullanılıyor.
NBA yıldızı Kanter biat etmeyince, hakkında 12 tutuklama kararı çıkarıldı, 500 bin dolarlık ödülle aranıyor. Endonezya ve Romanya da kaçırılma tehlikesi atlattı, babası hapsedildi, göz altına alınan annesiyle tehdit edildi. Üstelik bu sadece onun hikâyesi değil, sesini duyuramayan on binlerce masum benzerini yaşadı. İnterpol suistimal edildi, baskı rejimi uluslararasına taşındı, birçoğu için tehdit ABD ye kadar ulaştı.
Bir taraftan afla gerçek suçlular toplum içine salınırken, bir yandan da hapishaneleri ağzına kadar muhalifle dolu. Hastalara zulmediyor, işkenceyle itirafçılığa zorluyor, iftiralarla delil uyduruyorlar.
-Ağır Alzheimer hastası sonda ile dolaşan kendi bakımını yapamayan bir yaşlı, yıldırmak için tutuklandı.
-Bir laborant yasal banka hesabı yüzünden, 7 aylık bebeği beşik-emzirme yeri olmayan hapiste büyütüyor.
-Kronik hastalıklı 5 aylık hamile bir kadın, durumu ağırlaştığı halde çok riskli bir dönemi içerde geçiriyor.
-8 yıldan beri hapiste böbrek yetmezliğine yakalanmış bir eğitimciye, verilen tahliye kararı uygulanmıyor.
Uluslararası yaptırım çağrıları
Alliance for Shared Values Direktörü Dr. Alp Aslandoğan: Türkiye’de muhaliflere dönük baskılar, sistematik bir devlet politikası. Bugüne kadar 2 milyon kişi ByLock kullanma, bankaya para yatırma, sosyal faaliyete katılma, zulme uğramışa yardım gibi barışçıl eylemiyle terörist muamelesi gördü. Nefret ve ayrımcılığa maruz kalanlara, boş dosya üzerinden pasaport iptali yurt dışı yasağı kondu, on binlerin en temel hakları engellendi. 2025’te, üniversite-lise hatta ortaokul öğrencisi “41 kız çocuğu” bile yaptığı sosyal etkinlik yüzünden sorgulanıp tehdit edildi, bu zulüm ortamından kaçarken yaşamını yitirenler hafızalardan silinmedi.
Tüm iç ve uluslararası hukuk kurallarını yok sayan yönetim, anti-terör yasasının muhaliflere karşı bir silah gibi kullandı. Ülkede yaygınlaşan kasıtlı yıldırma faaliyetlerinde, 705 bin 172 kişi hakkında terör soruşturması açıldı, bunların 125 bin 456’sı için mahkûmiyet kararı verildi, halen on bini aşkın masum insan hapiste çürüyor. Yüksek öğretim dahil 2000’den fazla eğitim amaçlı işletme, 500’den fazla STK kapatıldı.
Bu toplantı, Türkiye’deki hak ihlallerinin artık uluslararası bir mesele olduğunu ortaya koydu. Tanıkların ifadeleri tarihe kayıttan öte, ABD’nin demokratik sorumluluğuna ve zulmü durduracak adım atmaya açık bir çağrı idi. Komisyon Başkanı Cumhuriyetçi Chris Smith, binlerce hareket mensubu ya da Kürdün zulme uğradığı Türkiye gibi ülke yönetimleri için, sınır ötesi yaptırım ve mal varlıklarına el koyma tasarısını anlattı.