Analiz / Ramazan Faruk Güzel (E. Hakim)
Türkiye’de siyaset, medya ve yargı arasındaki gerilim her geçen gün yeni bir boyut kazanıyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında başlatılan son soruşturma ve Halk TV’de yaşanan gözaltılar, ülkedeki demokratik standartlar ve hukukun üstünlüğü açısından ciddi kaygılar oluşturuyor. Son olaylar, yargının siyasallaşması, bilirkişilerin iktidar lehine araçsallaştırılması ve bağımsız medyaya yönelik baskının boyutlarını gözler önüne serdi.
İmamoğlu’na Karşı Yargı Kıskacı ve Bilirkişilik Meselesi
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, 27 Ocak 2025 tarihinde düzenlediği basın toplantısında bir bilirkişinin ismini açıklayarak ona yönelik iddialarda bulundu. İmamoğlu’nun iddiasına göre, bu bilirkişi İBB’ye karşı açılan davalarda tarafsızlığını yitirmiş ve siyasi iktidarın yönlendirmesiyle hareket etmişti. İmamoğlu’nun açıklamalarının ardından hakkında soruşturma başlatıldı.
Türkiye’de bilirkişilik sistemi uzun süredir tartışmalı bir konu. Normal şartlarda adli süreçlerde tarafsız ve bağımsız olması gereken bilirkişilerin, siyasi davalarda veya hükümetin hedef aldığı isimlere yönelik soruşturmalarda nasıl kullanıldığı defalarca gündeme geldi. İmamoğlu’nun açıklamalarından sonra gelen hızlı soruşturma ve Halk TV’ye yönelik müdahaleler, yargının bağımsızlığı konusundaki kaygıları artırıyor.
Basına Baskı: Pehlivan, Asker ve Selek’in Gözaltına Alınması
Ekrem İmamoğlu’nun basın toplantısında dile getirdiği bilirkişi iddiaları, Halk TV yayınında detaylandırıldı. Gazeteci Barış Pehlivan, program sunucusu Seda Selek ve Halk TV Sorumlu Müdürü Serhan Asker’in yaptığı bir telefon görüşmesi yayında paylaşıldı. Bu yayının ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, gazetecilere yönelik soruşturma başlattı ve üç isim gözaltına alındı.
Gözaltı kararlarının gerekçesi olarak şu suçlamalar öne sürüldü:
-Kişiler Arasındaki Konuşmaların Dinlenmesi ve Kayda Alınması (TCK 133/3): Telefon görüşmesinin izinsiz olarak kaydedilip yayınlanması.
-Bilirkişiyi Etkilemeye Teşebbüs (TCK 277): Yargı sürecini yönlendirmek amacıyla bilirkişinin hedef gösterilmesi.
Bu gerekçelerle alınan gözaltı kararları, muhalif gazetecilere yönelik sistematik baskının yeni bir örneği olarak yorumlanıyor. Muhalif sesleri susturma çabalarının bir parçası olarak değerlendirilen bu gelişme, Türkiye’de basın özgürlüğünün geldiği noktayı gözler önüne seriyor.
Siyasi Tepkiler ve Muhalefetin Tutumu
Muhalefet partileri ve gazetecilik örgütleri, gözaltı kararlarına sert tepki gösterdi. CHP ve İYİ Parti başta olmak üzere birçok muhalefet partisi temsilcisi, yaşananları iktidarın yargı sopasını kullanarak muhalefeti sindirme çabası olarak değerlendirdi.
Ekrem İmamoğlu: Dokunan yanar dönemi başladı
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, basın özgürlüğüne yönelik saldırılara karşı sessiz kalmayacaklarını vurgulayarak, “Türkiye yeni bir ‘Dokunan Yanar’ dönemine girmiştir. Korkmayacağız ve susmayacağız” ifadelerini kullandı.
İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu: Durmayın, devam edin
İYİ Parti lideri Müsavat Dervişoğlu, iktidarın baskıcı politikalarına yönelik sert bir açıklama yaparak, “Siyasetçileri tehdit edip hapse atın, gazetecileri gözaltına alarak susturun, ama unutmayın ki devran dönecek ve hesap vereceksiniz” dedi.
CHP Genel Başkan Yardımcıları: Muhalif sesleri susturamayacaksınız
CHP’li siyasetçiler, basın özgürlüğüne yönelik bu müdahaleyi kınarken, gazetecilerin yalnız olmadığını vurguladılar. Gökan Zeybek ve Özgür Karabat gibi isimler, gazetecilere yönelik bu tür operasyonların Türkiye’de basın özgürlüğünün ne denli baskı altında olduğunu gösterdiğini belirtti.
Yargının Araçsallaştırılması ve Demokratik Değerler Üzerindeki Tehdit
Türkiye’de yargının iktidarın kontrolü altında olduğu eleştirileri uzun süredir gündemde. Yargının bağımsız hareket edemediği ve siyasi davalarda iktidar lehine kararlar aldığı yönündeki eleştiriler, bu son gelişmelerle daha da güçlendi.
Bilirkişilik kurumunun tarafsız olması gerekirken siyasi operasyonların bir parçası haline gelmesi, hukuk devletinin temel ilkelerine aykırı bir tablo oluşturuyor. Gazetecilerin ve medya kuruluşlarının ise sadece haber yaptıkları için hedef alınması, Türkiye’nin demokratik gerilemesini ve basın özgürlüğüne yönelik tehditleri açıkça gösteriyor.
Sonuç: Türkiye’de Hukuk, Basın ve Demokrasi Krizi Derinleşiyor
Barış Pehlivan, Serhan Asker ve Seda Selek’in gözaltına alınması, Türkiye’de basın özgürlüğünün ve hukukun üstünlüğünün ne kadar kırılgan hale geldiğini bir kez daha ortaya koyuyor.
Yargının siyasi bir silah gibi kullanılması, muhalif seslerin susturulması ve medyanın baskı altına alınması, sadece gazetecileri değil, halkın haber alma hakkını da tehdit eden gelişmelerdir. Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren herkes için bu olay, daha geniş bir baskı mekanizmasının parçasıdır ve otoriterleşme sürecinin geldiği noktayı gözler önüne sermektedir. Her ne kadar gözaltına alınan gazeteciler, diğer bazı mağdur kesimler için kötü bir karneye sahip olsa da söyleyeceklerimiz hep aynıdır; demokrasi ve haklar herkes için gereklidir. Şu dönem herkese zulmeden iktidar mensuplarına bile lazım olacaktır da… Gerçi İmamoğlu, hakkında haksız soruşturmalar yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek hakkında da böyle bir hatırlatmada bulundu diye ayrıca “tehdit”ten soruşturma geçirdi. Evet, bu yeni rejimde ve ülkede hukukun herkese kazım olacağını hatırlatmak bile suç olsa da biz yine de hatırlatmaya devam…