Analiz / Ramazan Faruk Güzel
Türkiye ekonomisi, 2025 yılı itibarıyla derin bir krizle karşı karşıya. Yüksek enflasyon, artan işsizlik, TL’nin döviz karşısındaki değer kaybı ve giderek daralan alım gücü, halkın günlük yaşamını doğrudan etkiliyor.
Bu süreçte iktidarın politikaları, krizle mücadeleden ziyade mevcut durumun daha da kötüleşmesine neden olan bir tablo çiziyor. Makroekonomik verilerdeki olumsuzluklar, sosyal dengesizliklere ve geleceğe dair ciddi kaygılara yol açıyor.
Enflasyon ve Alım Gücü Krizi
Türkiye’de resmi enflasyon rakamları bile %50’nin üzerinde seyrediyor. Ancak bağımsız araştırmalar, gerçek enflasyonun %100’ü aştığını ortaya koyuyor. Özellikle gıda, enerji ve ulaşım gibi temel ihtiyaçlara gelen zamlar, halkın büyük bir kısmını yoksulluk sınırının altına itti.
Türk-İş’in 2024 yılı sonunda açıkladığı verilere göre, dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 15 bin TL’yi, yoksulluk sınırı ise 45 bin TL’yi geçti. Asgari ücretin 14 bin TL olduğu bir ekonomide, geniş bir kesim, günlük ihtiyaçlarını karşılamaktan dahi uzak.
Hükümetin Politikalarının Etkisi
AKP hükümeti, yıllardır ekonomi politikasını inşaat ve altyapı projelerine dayalı bir büyüme modeli üzerine inşa etti. Ancak bu model, sürdürülebilir kalkınma yerine borçlanmayı ve dışa bağımlılığı artırdı. Özellikle Merkez Bankası’nın faiz indirim politikaları, Türk Lirası’nın değer kaybını hızlandırdı ve enflasyonu tetikledi.
Hükümetin “düşük faiz-yüksek kur” stratejisi, ihracatı artırmayı hedeflese de, ithalata bağımlı üretim yapısı nedeniyle bu politika ekonomiyi daha da kırılgan hale getirdi.
Uluslararası Boyut: Türkiye’nin Kredi Notu ve Yabancı Yatırım
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları, Türkiye’nin kredi notunu sürekli düşürüyor. Fitch ve Moody’s, Türkiye ekonomisini “yatırım yapılamaz” seviyede değerlendiriyor. Bu durum, yabancı yatırımcıların Türkiye’den kaçmasına neden oluyor. Yabancı sermaye girişi azaldıkça döviz rezervleri eriyor ve TL üzerindeki baskı artıyor.
Ayrıca, Türkiye’nin dış borcu 450 milyar dolara yaklaşırken, kısa vadeli borç ödeme kapasitesindeki zayıflık, ülkenin uluslararası arenada riskli bir ekonomik profil çizmesine neden oluyor.
Hukuk ve Güven Sorunu
Ekonomik krizin temelinde yatan asıl ve en temel sorun; hukuk devleti ilkesinin zayıflamış olmasıdır. Yargı bağımsızlığının ciddi şekilde tartışmalı olduğu bir ülkede, yerli ve yabancı yatırımcılar güven duymakta zorlanıyor.
Öngörülebilirliğin kaybolduğu bir ortamda, sermaye sahipleri risk almak istemiyor. Hukukun üstünlüğü ve demokratik değerlerin zayıflaması, sadece ekonomik değil, siyasi ve sosyal boyutlarıyla da bir kriz doğuruyor.
Halkın Tepkisi ve Gelecek Kaygısı
Halkın kriz karşısındaki tepkisi giderek büyüyor. Özellikle genç işsizlik oranının %25’i aşması, eğitimli genç nüfusun ülkeyi terk etmesine yol açıyor. “Beyin göçü”, Türkiye’nin gelecekteki kalkınma potansiyelini de tehdit ediyor.
İnsanlar sadece ekonomik olarak değil, sosyal ve siyasal anlamda da bir çıkmaz içinde hissediyor. Özellikle orta sınıfın hızla yoksullaşması, toplumsal huzursuzluğu artırıyor.
Alternatif Çözüm Yolları
Ekonomik krizden çıkış için atılması gereken adımlar şu şekilde sıralanabilir:
1-Yargı Bağımsızlığını Sağlamak: Hukuk sisteminde yapılacak reformlar, güven ortamını yeniden inşa edebilir ve yerli-yabancı yatırımları artırabilir.
2-Sürdürülebilir Ekonomik Model: İnşaat ve altyapı projelerine dayalı büyüme yerine, sanayi ve teknoloji yatırımlarına odaklanılmalıdır.
3-Faiz Politikasını Gözden Geçirmek: Bilimsel verilere dayalı bir para politikası, enflasyonu kontrol altına alabilir.
4-Gelir Dağılımında Adalet: Vergi reformu yapılarak gelir dağılımındaki eşitsizlik giderilmeli, dar gelirli kesimler için sosyal destekler artırılmalıdır.
5-Uluslararası İlişkilerde Güven Tesis Etmek: Dış politikada daha rasyonel bir yaklaşım benimsenerek Türkiye’nin uluslararası arenadaki imajı düzeltilmelidir.
Sonuç
Türkiye ekonomisi, yalnızca yanlış ekonomik politikaların değil, aynı zamanda hukukun zayıflaması ve demokratik değerlerin aşınmasının bir sonucu olarak krize sürüklenmiştir. Mevcut hükümetin politikalarının devam etmesi halinde, krizin derinleşmesi kaçınılmaz görünüyor…
Ancak şeffaf, hesap verebilir ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir yönetim anlayışıyla, Türkiye’nin bu krizden çıkışı mümkündür. Halkın gelecek kaygısını azaltmak ve güven ortamını yeniden tesis etmek için, siyasi ve ekonomik alanda köklü değişikliklere ihtiyaç vardır. Bu durum, sadece ekonomiyle sınırlı olmayan, toplumun tüm katmanlarını etkileyen bir krizdir ve çözüm, ancak bütüncül bir yaklaşımla mümkün olabilir.