Analiz / Doç. Dr. Osman Tek
İnsanın mutluluğunu anlamak için maddi ve manevi boyutları bir arada ele almak gerekir. Mutluluk, yalnızca maddi refah ya da manevi huzurla sınırlı olmayan, bu iki unsuru dengeli bir şekilde içeren bir bütünlüktür. Tarih boyunca hem bilim insanları hem de düşünürler, insanın mutluluğunun bu çift yönlü yapısına dikkat çekmişlerdir. Psikolog Viktor Frankl, insanın anlam arayışını mutluluğun temel taşlarından biri olarak vurgulamış; Abraham Maslow ise ihtiyaçlar hiyerarşisinde hem fizyolojik hem de manevi gereksinimlerin tamamlanmasını mutluluğun anahtarı olarak görmüştür. Bu fikirler, insan yaşamındaki maddi ve manevi unsurların ayrılmaz bir bütün olduğunu ortaya koyar.
Ancak modern toplumlarda bu denge çoğu zaman bozulmuş, ideolojiler tarafından araçsallaştırılmıştır. Beşeri ideolojiler, özellikle dini kaynaklardan alınmış, ilahi nitelik taşıyan kavramları kendi sistemlerine entegre ederek bu kavramları toplumu ikna etmek için kullanmışlardır. Adalet, eşitlik, özgürlük gibi değerler, dinlerde köklü bir biçimde yer alırken, ideolojiler bu değerleri, cazibesi yüksek birer “kaşıkçı elması” gibi süsleyerek topluma sunmuş ve bu sayede insanları etkilemeyi başarmış olabilirler. Ancak bu, toplumların saadetini temin etme konusunda yetersiz kalmıştır. Çünkü saadet, yalnızca maddi refahın ötesinde, manevi tatminin de varlığıyla mümkün olabilir.
Beşeri İdeolojilerin Dinî Kavramları İstismarı
Beşeri ideolojilerin en büyük başarısı ya da stratejisi, özü ilahi dinlere dayanan bazı kavramları alıp yeniden yorumlayarak topluma mal etmeleridir. Örneğin, komünizmin temel taşıyıcı kavramlarından biri olan “eşitlik,” kökleri itibarıyla dinî bir kavramdır. İlahi dinlerde eşitlik, hem sosyal hem de ahlaki bir değer olarak karşımıza çıkar; İslam’da “kul hakkı” kavramı ve Kur’an’da geçen “insanların eşitliği” fikri bunun güçlü örneklerindendir. Komünizm, bu kavramı seküler bir çerçevede yeniden yorumlayarak fakir ve zengin arasındaki uçurumu kapatmayı hedeflemiştir. Ancak bu ideoloji, eşitliği adalet, merhamet ve özgürlük gibi diğer değerlerle dengeli bir şekilde ele almadığı için hem ekonomik hem de sosyal açıdan birçok soruna yol açmıştır.
Benzer şekilde, kapitalizm de dinî kökenlere sahip “özgürlük” kavramını ön plana çıkarmıştır. Özgürlük, insanı diğer canlılardan ayıran akıl ve irade gibi özelliklerle ilişkilidir ve dinî bağlamda bu, Allah’ın bir lütfu olarak görülür. Ancak kapitalizm, bu özgürlüğü bireysel ihtiraslarla özdeşleştirerek çoğu zaman ahlaki denetimden yoksun bırakmıştır. Bu da, özgürlüğün istismarı sonucunda gelir eşitsizliği, çevresel sorunlar ve sosyal huzursuzluk gibi sonuçlar doğurmuştur.
Beşeri ideolojilerin bu kavramları kullanma biçimi, halkı ikna etmek için bir tür “manavcı kurnazlığı” gibidir. Bir manavın, dikkat çekici bir ürünü piyasadan daha ucuza satıp müşteriyi dükkâna çekmesi gibi, ideolojiler de toplumların gözlerini kamaştıracak bir değer sunar. Ancak tıpkı manavdan tek bir ürünle ayrılmayan müşteriler gibi, insanlar da bu ideolojilere yalnızca bir kavram üzerinden değil, onların tüm sistemine dahil olurlar. Bu, ideolojilerin cazibe yaratma stratejilerinden biridir, ancak toplumsal saadeti sağlamak için yetersizdir.
Refah Toplumu ve Saadet Toplumu: Aradaki Fark
Beşeri ideolojiler, özellikle refah toplumu oluşturma konusundaki başarılarıyla öne çıkmıştır. Kapitalizmin ekonomik dinamizmi, refah seviyesini artıran güçlü bir araç olmuştur. Benzer şekilde, komünizm de kısa vadede sınıf farklarını ortadan kaldırarak eşitlikçi bir düzen kurmayı amaçlamıştır. Ancak burada önemli bir ayrım yapılmalıdır: refah toplumu, saadet toplumu değildir. Refah toplumu, maddi kaynakların adil ya da geniş bir dağılımını hedeflerken saadet toplumu, bireylerin hem maddi hem de manevi olarak tatmin olduğu bir düzeni ifade eder. Refah, zenginliğin ölçütü olabilir; saadet ise huzur ve mutluluğun ölçütüdür.
Din, bu iki unsuru bir arada ele almayı başarmıştır. Adalet ve eşitlik gibi kavramları, merhamet, ahlak ve sabır gibi diğer değerlerle bütünleştirerek kalıcı bir saadet anlayışı sunar. Beşeri ideolojiler ise bu bütünlüğü sağlayamamışlardır. Komünizm, adalet ve eşitlik gibi yüksek ideallere odaklanmasına rağmen insanlık tarihine büyük acılar bırakmış ve yalnızca üç çeyrek asır varlık gösterebilmiştir. Faşizm, otoriterliği ve ırk üstünlüğünü öne çıkararak insanlık için felaketlere yol açmıştır. Kapitalizm, bugün hâlâ varlığını sürdürüyor olsa da refahın yalnızca belirli kesimlerde yoğunlaşmasına neden olmuş, toplumsal saadeti geniş bir tabana yayamamıştır. Modern dünyada kapitalizmin hâkim olduğu ülkelerde bile mutluluk seviyesinin düşüklüğü, artan yalnızlık ve psikolojik sorunlar, bu ideolojinin sınırlarını açıkça ortaya koymaktadır.
Dinî Değerlerin Bütünleştirici Gücü
Din, insan mutluluğunu sadece maddi unsurlarla değil, manevi boyutlarla da inşa eden bütüncül bir sistem sunar. Eşitlik, adalet, özgürlük gibi kavramlar, dinlerde birbirinden bağımsız değil, birbiriyle uyumlu bir şekilde ele alınır. Örneğin, eşitlik ancak adaletle birlikte anlam kazanır. Bir toplumda eşitlik sağlanırken bireylerin hakları göz ardı edilirse, bu eşitlik kısa vadede fayda sağlasa da uzun vadede zulme dönüşebilir. Benzer şekilde, özgürlük, kişinin sınırsız bir irade sergilemesi değil, kendi ihtiraslarından ve başkalarının haklarını çiğnemekten kurtulması olarak tanımlanmalıdır.
Din, maddi ve manevi mutluluğun uyum içinde var olabileceği bir düzen önerir. Bu düzen, bireylerin yalnızca kendi refahlarını değil, toplumun genel iyiliğini de gözetmelerini sağlar. Modern ideolojilerin başaramadığı saadet toplumu, dinin bu bütünleştirici yaklaşımı sayesinde mümkün olabilir. Ancak bu, dini değerlerin araçsallaştırılmadığı, sahih bir şekilde yaşandığı bir düzlemde gerçekleşebilir.