Analiz / İsmail S. Gülümser
Dünyanın birçok bölgesi, despot yönetimlerin baskısı atında yaşıyor. Güç savaşlarına sahne olan yerlerde, toplumlar büyük problemlerle mücadele ediyor. Türk halkı da vatandaşın tercihini beğenmeyenlerin yönetime el koymaya çalıştığı devrelerde, bu zorbalıktan nasibini aldı.
Ülkemizde yakın dönemde toplum kesimlerinin başına gelen acıları hatırlayalım:
Kavgayı durduracakları yerde tırmandırdılar
-Anarşiyi durdurma bahanesiyle yapıldığı sanılan 80 darbesine giden yolun taşlarının, bu ihtilali yapanlar tarafından döşendiği biliniyor. Hayali sağ-sol çatışması üretip öğrencilerin eline silah vererek birbirine kırdıranlar, sıkıyönetimde tüm yetki ellerindeyken kavgayı durduracakları yerde tırmandırdılar. Seçilmişleri “acizlikle” suçlayıp yönetime el koydular ve anarşi bir gecede bıçakla kesilir gibi sona erdi.
-Darbe sonrası bütün partiler ve sosyal grupların kapısına kilit vuruldu, toplum önderlerinden bazıları tutuklandı bazılarına siyasi yasak getirildi. Emekleme aşamasındaki hizmet birimleri kapandı, Hocaefendi de 6 yıl arananlar listesindeydi. Rahmetli Özal döneminde, baskılar aşamalı olarak kaldırıldı ve sosyal etkinlikler toplumda tekrar yayıldı. Ancak bu serbestlik ortamı ülke üzerinde emelleri olan çevreleri rahatsız etti, 28 Şubatçılar 1998’de post modern darbeyle yönetime tekrar müdahale etti. Siyasilerden cemaat liderlerine kadar birçok kişi ve grup yasaklı hale geldi, tutuklamalarla toplum dokusu yeniden dizayn edildi. Hocaefendi tedavi için gittiği ABD’den dönemedi, yoğun denetim baskısı, kapatma tehdidi yaşayan hizmet kurumları ağır bir sınavdan geçti, bu zorlu süreç sabır ve dayanışma ile atlatıldı.
-Cumhuriyet kuruluşundan bu yana, doğu-güney doğu bölgesinde manevi önderlerin halk üzerindeki etkisini kıramayan güç odakları, bunu bir sorunu çözme kılıfı arasına sarıp AKP’ye yaptırdı. Önce halk dili kültürü ve yaşam tarzından dolayı aşağılandı, eşit vatandaşlık hakları engellenerek isyana teşvik edildi.
-Daha sonra kendi kurdukları PKK’yı parlatıp, yöre halkına özellikle heyecanına yenik düşmeye müsait işsiz gençlere kurtarıcı gibi sundular. Birçoğunu dağa çıkmaya özendirip, çocuklardan dağ kadroları kurdular. Gençleri ölümün kucağına attıktan sonra, kendi ürettikleri terörü bahane ederek yöreyi yakıp yıktılar. Yüzbinler mağdur edildi, milyona varan insan, yerinden yurdundan ata yadigarı toprağından koparılıp şehir merkezlerine göçe zorlandı. Bölgedeki maneviyata bağlılığı kırmak için, demografik yapıyı şiddet kullanarak değiştirdiler. Hedefe ulaştıktan sonra Kürtlere en uzak siyasi bir figür olan Bahçeli aracılığıyla yapılan “silah bırakma” çağrısına PKK liderlerinden hemen olumlu cevap geldi. Şimdilerde yıllar süren kanlı savaşı basit bir tiyatro gösterisiymiş gibi talimatla bitirmeye, vatan haini dediklerini affa hazırlanıyorlar.
-AKP’nin Suriye yönetimi ile kurduğu yakın ilişkiden rahatsız olan bazı çevreler, Türkiye’yi bu ülkenin iç işlerine karışmaya teşvik etti, MİT aracılığıyla oradaki muhalif gruplara silah göndermeye başladılar. Yanlışlığı gören bölgenin saygın ehli sünnet alimlerinden Ramazan El Buti, ilişkiyi bozmaması için Erdoğan’a mektup yazdı, bu kanlı projeyi engellemeye çalıştığı için bir saldırı sonucu hayatını kaybetti.
”Demokratikleşme sürecine destekleyin”
-Fethullah Gülen Hocaefendi de Erdoğan ve Davutoğlu’na yazdığı mektuplarda;
“Suriye’de iç savaşın tarafı olmayın, zamana yayılmış bir demokratikleşme sürecini destekleyin, göçmen kabul ederek sorunu çözemezsiniz” diyerek uyarılarda bulundu. Bir projenin parçasına dönüştüğünü göremeyen siyasal İslamcılar, onları dikkate almadı, bir gecede Şam’ı fethetme heyecanı içinde çatışmaları körükledi. Katliam tehdidi altında kalan milyonlarca insan, evini yurdunu terk etti ve yıllarca sefalet içinde yaşamayı göze alarak Türkiye ye sığındı. MİT üzerinden gönderilen silahlar farklı gruplara dağıtıldı, Türkiye’nin kontrolü dışında hareket eden yapılar, rejimi devirdi ülkenin sınırında yeni bir kaos ortamı oluşturdu.
-Hizmet hareketinin toplum üzerindeki etkisinden rahatsız olan bazı odaklar, 17-25 Aralık’ta yolsuzluktan yakalanmışların çaresizliğinden faydalanarak birlikte bir darbe senaryosu kurguladı. Başarısız olacak şekilde planladıkları 15 Temmuz girişimine, göstermelik ölümlü olaylarla gerçekmiş süsü verdiler. Kendileri yönetimi gasp ederken, ölümlerden hizmeti sorumlu tutup yüzbinlerce mensubu olan bir topluluğu suçlu ilan ettiler. Gücü ele geçirenler, AKP’ye verdikleri listeler aracılığıyla toplumun kılcallarına kadar yayılmış masum binlerce insana uygulayacakları zulmü meşru gibi sundular.
“Siz bu ülkenin sahibi misiniz?
Şu günlerde yoğun bakımda yaşam mücadelesi veren Sırrı Süreyya Önder, gönüllülere yapılan insanlık dışı muameleleri Meclis kürsüsünden şu sözlerle aktarmıştı.
“Siz bu ülkenin sahibi misiniz?
Kendinizi Allah’ın yeryüzündeki gölgesi mi sanıyorsunuz?
Nesiniz, kimsiniz siz?
Milletin ekmeğiyle oynuyorsunuz?
Onların çoluk çocuklarının ne suçu var?
Onları rızıksız, ekmeğe muhtaç hale nasıl getirirsiniz?
Evinizde nasıl uyuyabiliyorsunuz?
Çocuğunuzu nasıl sevebiliyorsunuz?
Başbakan, bakanlar, AKP milletvekilleri…
“Allah bizi utandırmasın” demiştiniz bu dua kabul oldu. O, bütün utanma duygunuzu elinizden aldı!
Bunların çocuklarının her şeyini çaldınız.
Çok mazlumun ahı var üzerinizde.
Beddualarının sizi çarpmasından korkun!”
Mealinde sözlerle meclis kürsüsünden masumlara yapılan zulmü resmetti. (Necip F. Bahadır ve Bülent Korucu’nun tr724’teki yazılarından)
”Musibet zalimler eliyle gelse de hiçbir şey Allah’ın takdiri dışında kalamaz”
Ülkede yaşama hakkı elinden alınanlar, ya tüm birikimini kaybedip karın tokluğuna onur kırıcı koşullarda yaşamaya mecbur kaldı ya da caniler gibi gaybubette köşe bucak saklanmak zorunda bırakıldı. Hiç suçu olmayan insanlara, yasalarda yeri olmayan irtibat ve iltisak gibi düzmece gerekçelerle 6-7 yılı aşkın cezalar verildi. Fırsatını bulanlar, yurt dışına çıkıp hayata sıfırdan başladı.
İçeride kalanlar bir şekilde yeniden yaşam düzeni kurmaya çalıştığında takip ediliyor, her şeye rağmen başarılı olmuş ticari faaliyetleri engellenip, iş yerlerine kilit vuruluyor. Son dönemde 400’den fazla şubesiyle toplumun dışlayıcılığını aşan Maydanoz Döner zinciri, hukuk kurallarını askıya alan yönetimin hafiyeleri tarafından kapatıldı. Sahipleri yalnızca yasal ticari faaliyetleri yüzünden suçlu ilan edildi.
Hocaefendi hayatını insanlığı aydınlatmaya adamışların karşılaştığı zorluklar, yıllar süren baskı sonucu oluşacak muhtemel ümitsizliği giderip, dirençlerini artırmak için gönüllüleri hep şu sözlerle uyarıyor:
-Musibet zalimler eliyle gelse de hiçbir şey Allah’ın takdiri dışında kalamaz.
-Kader çarkları, kim bilir hangi maslahatlar için bazen sıkıntı ve zahmet verecek şekilde işler.
-O, sevdiği kullarını bazen güçlük yaşatarak kapasitelerini artırmayı murat eder.
-Kimi zaman hamları haslardan ayırmak için, değişik imtihanlardan geçirebilir.
-Hacla-oruçla erişilemeyecek derecede sevabı, bazen problemi çözmeyle uğraşırken kazandırır.
-Bu yüzden bela istenmez, ama gelirse metanetle onu göğüslemek gerekir…
Dedikten sonra, sebeplere takılmaktan vazgeçme her olayın arkasında olduğuna inandığımız güce yönümüzü çevirme ve asla ümidi kaybetmeden ona bağlılık içinde davranmayı tavsiye ediyor.
Bunu yaparken çevremizde acı içinde kıvranan güç yetmez problemlerle boğuşanları unutmamalı.
Sıkıntılarımızı olsa bile başkalarının sorununu çözmek için mümkün olduğunca çaba sarf etmeli.
Medeni dünyada inandırıcı oluyorlar
O hayatta olmasa da tavsiyelerini birebir uygulamaya çalışan gönüllüler;
Bir istihbarat devletine dönüşen güzel ülkemizde, sürekli takip altında olduklarını biliyorlar. Yakalanma riskine rağmen, cılız omuzla oluşturdukları küçük dayanışmalarla, problem çözmeye çalışıyorlar.
Şartların giderek ağırlaşması devleti yönetenlerin mafya çete reisi gibi davranmasına aldırmadan, her işlerini meşru sınırlar içinde yürütüyor, asla harama tevessül etmiyorlar.
Kara propaganda büyüsü altında olan ülkede şimdilik kendilerini anlatamasalar bile, davranışlarıyla iddiaları çelişmediği için, medeni dünyada inandırıcı oluyorlar.
Her bir günahın başka bir günaha davetiye çıkardığı kusura açık bir dünyada, ülkedekiler belki toplanmakta zorlanıyor, ama yurt dışındakiler düşünce dünyalarını inhiraftan korumak için periyodik bir araya geliyorlar.
Bu yüzden sayı gözetmeden buldukları 3-5 insanla hemen grup kuruluyor, sohbet halkalarında haftalık fikir alışverişleri yapılıyor, ihtiyaç olan konularda görevler paylaşılıyor.
Günlük siyasi tartışmadan uzak samimi ortamlarda, katılımcılar adeta inanç dünyalarını yeniden tazeliyor.
*Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “herkul.org” sitesindeki yazısından faydalanıldı.