Analiz / Doç. Dr. Osman Tek
Kur’an’da anlatılan kıssalar, insanoğlunun ahlaki, sosyal ve bireysel gelişimine rehberlik etmek amacıyla sunulmuş derin mesajlar taşır. Bu kıssalar, tarihsel olaylardan ziyade evrensel insanlık hallerine ve değerlerine işaret ederek her dönemde geçerliliğini koruyan öğütler verir. Habil ve Kabil kıssası, kıskançlık ve hırsın insanı nasıl felakete sürükleyebileceğini gösterirken; Yusuf kıssası, sabır ve affediciliğin insanı yüceltebileceğini öğretir. Kur’an kıssalarının ortak yönü, bireylerin içsel dünyalarını sorgulamalarını sağlamak, toplumsal huzuru bozabilecek kötü eğilimlere karşı uyarıda bulunmak ve ilahi hikmeti kavramalarına yardımcı olmaktır. Bu kıssalar, insana kendi yaşamında ahlaki ve manevi değerleri nasıl inşa etmesi gerektiğini öğretmekle kalmaz, aynı zamanda bireyi, toplumu ve evrensel insanlık değerlerini koruma sorumluluğuyla da yüzleştirir.
Habil ve Kabil kıssası, yalnızca bireysel kıskançlık ve kardeşler arası bir trajediyi değil, aynı zamanda insanın mülkiyetle kurduğu ilişkiyi ve bu ilişkinin yarattığı toplumsal ve ahlaki sorunları derinlemesine anlamamıza olanak tanır. Hikâyede Habil, çobanlık yapan, doğanın döngüsü içinde yaşayan ve ihtiyaçları kadarını elde eden bir karakter olarak Allah’a cömertçe bir hediye sunar. Buna karşın Kabil, yerleşik hayatın bir parçası olan çiftçilikle uğraşır ve biriktirmenin hazzını tadan bir kişi. Mülkiyet kavramı, onun yaşamında merkezi bir yer edinmiş ve bu durum, hediyesinin niteliğini belirliyor. Ancak Allah, Kabil’in hediyesini kabul etmez. Bu olay, Kabil’de kıskançlığı tetikler ve onun kardeşini öldürmesine yol açar.
Bu kıssa, mal biriktirmenin hazzının insan ruhunda nasıl bir dönüşüm yarattığını gözler önüne serer. Mülkiyet tutkusu, insanı yalnızca daha fazlasını istemeye yönlendirmekle kalmaz, aynı zamanda başkalarının sahip olduklarını kıskanmasına ve kendi çıkarlarını korumak için ahlaki değerleri terk etmesine neden olur. Kabil’in mülkiyetle güçlenmiş hırsı, Habil’in masumiyetiyle çelişir. Habil, paylaşımcı bir düzenin sembolüyken, Kabil biriktirmenin ve mülkiyetin sonuçlarını temsil eder. Bu durum, insanlık tarihinde mülkiyetin nasıl çatışmalar yarattığını ve eşitsizliklerin temelini oluşturduğunu anlatır.
Modern Kabil Ruhunun Tezahürü
Habil ve Kabil kıssasındaki bu mülkiyet hırsı, modern toplumlarda da kendini çokça gösterir. Örneğin, ülkemizde bir otel yangınında 79 kişinin hayatını kaybetmesi, bu Kabil ruhunun modern bir örneğidir. Otel sahibi, biriktirme ve kâr elde etme hırsıyla, güvenlik önlemlerini almayı ihmal etmiş ve en temel insan haklarından biri olan yaşam hakkını tehlikeye atmıştır. Yangın merdivenlerinin yetersizliği, yangın sensörlerinin eksikliği veya bakımsızlık gibi detaylar, biriktirme hazzının nasıl ahlaki sorumlulukları bastırdığını göstermektedir.
Bu olay, Kabil’in kıssadaki davranışıyla paralellik taşır. Tıpkı Kabil’in hırsı ve kıskançlığıyla kardeşini öldürmesi gibi, modern çağın Kabil’leri de bireysel çıkarları ve biriktirme arzusu uğruna topluma ve insanlığa zarar vermektedir. 79 masum insanın hayatını kaybetmesi, sadece bir trajedi değil, aynı zamanda mülkiyet hırsının kontrolsüz bir şekilde nasıl bir felakete yol açabileceğinin ispatıdır.
Habil ve Kabil kıssası, insanoğlunun mal ve mülkiyetle olan ilişkisini sorgulamaya çağırır. Mal biriktirme hazzı, insan doğasının bir parçası olsa da, kontrolsüz bırakıldığında bireysel ve toplumsal felaketlere yol açabilir. Bu kıssa, yalnızca tarihsel bir anlatı değil, aynı zamanda modern dünyada da ders alınması gereken bir uyarıdır. İnsanlık, biriktirme ve mülkiyet hırsını vicdan ve sorumluluk bilinciyle dengelemediği ve mülkün maliki olan Yüce Yaratandan rol çalma sapkınlığı terbiye edilmediği sürece, Kabil ruhu modern toplumların içine yaşamaya devam edecektir.