Ülkelerin ilerleyip gelişmesinde yönetimdekilerin kapasiteleri çok büyük rol oynuyor.
Ahlaki ve etik ilkelere sahip yüksek bilgi-becerilerle donatılmış yöneticiler hadiselere daha geniş perspektiften bakıp daha sağlıklı kararlar verebilir. Olayların önünü arkasını hesap etmeden bugün ve yarın değerlendirmesi yapmadan adım atanlar maksatlarının aksiyle tokat yiyebilir. Her yer ve şartın kendine has özelliklerini bilip ona göre davranış geliştirmeden yapılacak en olumlu işler bile başarısızlıkla sonuçlanabilir.
Buna en güzel örneklerden biri Efendimizin (SAV) ve ashabının, ilk 5 müminden biri olan Ebu Zer El-Gifari gibi çok büyük bir sahabeye karşı ileri görüşlü tutumlarıdır. O, dikkat gerektiren bir dönemde inancını Kâbe önünde iki kez korkusuzca açıklamış ve her ikisinde de öldüresiye dövülmüştü. Doğru bile olsa yaptıklarından tahrik olan Mekkelilerin diğer inananlara da zarar verme ihtimali artınca ondan, haber verilinceye kadar geçici bir dönem için şehirden uzak durması istenmiş ve memleketine gönderilmişti. Bugün de din adına yola çıktığını iddia eden insanlar bilgisizlik ve insana saygı konusundaki yetersizlikleri yüzünden toplumda çok büyük yıkımlara yol açıyor ancak cehaletlerinden verdikleri zararın farkına bile varamıyorlar.
Bir diğer husus, başta dört büyük halife olmak üzere sahabelerin önde gelenleri şahsi hayatlarında oldukça titiz davranmış adeta kılı kırk yararcasına takva dairesinde yaşayıp, millete ait en küçük bir şeyi bile kullanmamaya özen göstermişti. Mesela Hz. Ömer, çok zahit bir hayatı tercih etmiş yaşamını halkın en yoksullarından birine göre düzenlemişti. Ancak kendileri çok hassas bir yaşantıyı seçseler de hiçbiri başkalarını bu ölçüde titiz davranmaya zorlamamış, onların hayatını yaşanmaz hale getirmekten kaçınmış kimsenin servet biriktirmesini engellemeye kalkmamış, böylece İslam dairesine genişlik kazandırmış dinin kapıları herkese açık tutmuştu.
Ebu Zer, bu konuda da diğerlerinden farklı bir yaklaşıma sahipti. O, çok hassas ölçülerle yaşamış, züht ve takva içinde bir hayatı seçmişti. İhtiyaç fazlası olan mal ve mülkün biriktirilmesine karşı adeta bayrak kaldırmış, artan malını fakirlere dağıtmayanları rahata düşkünlükle suçlayacak kadar işi ileri götürmüştü.
Bu ölçüde titiz bir yaşantının geniş kesimlere dayatılmasının insan tabiatına aykırı olduğunu bilen sahabeler, Ebu Zer’in yaşantısındaki titizliği beğenseler de büyük bir öngörü ile onu toplumun önüne geçirmekten kaçınmış ona yöneticilik vermeyi düşünmemiş. Çünkü kazandıklarının öşrünü-zekatını yani bugünkü anlamda vergisini veren birisinden, dinin emir ve yasaklarına uyduğu sürece helal yoldan kazanarak varlık sahibi olmasına karşı çıkmak, kendi züht ve takva anlayışını başkalarına dayatmak dinin ruhuna uygun değildi. Eğer bu yola girilirse komünist sistemlerde olduğu gibi kişiler kazanma ve üretme heyecanını kaybeder, toplum maddi gücünü koruyamaz ve kolayca başkalarının boyunduruğu altına girebilir.
İslam’ın ilk yıllarında yöneticilerin bu vb. birçok konuda ileri görüşlülüğü sayesinde din kısa sürede çok geniş bir coğrafyaya yayılma fırsatı buldu. Şimdi de öngörü sahibi yöneticilerin etkin olduğu yerlerde işler gelişirken, dar görüşlü bilgi birikimi yetersiz kişilerin yönetimindeki ülkeler her gün karanlığa sürükleniyor.
Yeraltı zenginlikleriyle bütün halkın refah içinde yaşaması gereken Sovyet bloğu ve orta doğudaki birçok ülkede, küçük bir azınlık tüm kaynakları dilediği gibi kullanıyor, geniş halk kitleleri dar imkanlarla yaşamak zorunda kalıyor. Doğal gaz ya da petrolü olmayan demokratik dünyada ise, çok iyi bir planlama ile herkesin çalışması ölçüsünde ülke kaynaklarından yararlanabildiği bir ortam hazırlandığı için refah geniş tabana yayılıyor.
Kısır dünya görüşlerine hapsolmuş Çin, Kuzey Kore gibi yerlerde halk gece gündüz demeden karın tokluğuna çalışmak mecburiyetinde bırakılıyor, ama hemen yanlarındaki Güney Kore, Japonya birçok konuda dünyanın ekonomik devleriyle yarışacak işlerle halkına huzurlu bir ortam sunuyor. Türkiye de ufku açık yöneticilerle atağa kalktı, dünya ile entegrasyona girdi, dar görüşlü yönetimler elinde ise hep geri gitti.
-Anadolu insanına yönetimde yer veren Menderes’le ülke gelişti, batı bloğu sonuna kadar kapılarını açtı.
-Şiddet ve cebirle yönetime gelen askerlerin ekonomik tahribatını Özal düzeltti, ülkeyi AB ye yakınlaştırdı.
28 Şubatçıların baskı ortamında, bir kurtarıcı rolüne soyunup bunalmış halkın önüne geçen bugünün yöneticileri, ilk yıllarda geniş kesimlerin katkısına açık tutumlarıyla hem toplumsal uzlaşı sağladı hem de dış dünyada bazı şeyleri değiştirecekleri yönünde inanç oluşturup güven telkin etti. Böyle bir ortamı bırakıp kişisel çıkar hesaplarını takibe koyulan yöneticiler, tüm fikir desteklerine kapıları kapatınca ülke yeniden cehalet içindekilerin kısır görüşlerine teslim oldu.
M. Efe Çaman, “Türkiye son 50 yıldan beri bu kadar düşük kalitede bir yönetici grubu tarafından idare edilmedi.
-Demirel Teknik Üniversite mezunu dil bilen bir yüksek mühendisti,
-Özal Teknik üniversite mezunu dünya bankasındaki başarısından dolayı askerlerin devleti teslim ettiği birisiydi,
-Ecevit Robert koleji mezunuydu iyi derecede dil biliyordu kitapla barışık, hedeflerinin arka planı çok zengindi,
-Erbakan teknik üniversite mezunu ve alanında profesörlük unvanı olan başarılı bir mühendisti,
Bugün, hiç kitap okumadığı herkesçe bilinen, sokak kabadayısı kültürü ile yetişmiş, kızdığında etrafına küfür ve hakaretler yağdırmaktan çekinmeyen, muhataplarını her fırsatta aşağılayıp, itibarıyla oynayarak toplum kesimleri arasında uzlaşma ortamını yok eden, mafya ilişkileriyle ülke yönetmeye çalışan cehalet ölçüsünde bilgisiz bir yönetici grubu karar mekanizmasının başına geçti.”
Yönetimi bir şekilde gasp etmiş bilgi ve becerisi yetersiz olan bu ekip, yetişmiş insan gücünün önemine inanmıyor, ilkesiz tutum davranışlarına destek verdikleri sürece onların birikimden yararlanıyor, eleştirdikleri anda kapı dışarı ediyor. Tutarsız cahil bir grubun elinde ülke maymuna çevrildi, içeride toplumun tüm değer yargılarını yok edip, 80 öncesinin kutuplaşmalarını yeniden hortlattılar, uluslararası ilişkilerde ülkeyi her yerden dışlanacak hale getirdiler.
-Osmanlıcılık hayalleriyle Ortadoğu’ya hakaretler yağdırıp abilik tasladı, sıkışınca el eteklerini öpmeye başladı.
-AB kriterleri uyma iddialarıyla kapılarını çalıp destek aldı, suç imparatorluğunu kurunca AB’ye resti çekti.
-NATO’nun en büyük ordusunu sahip bir ülkeyi özel toplantıya çağrılmayacak kadar güvenilmez hale getirdiler. Halen her gün ülkenin itibarını ayaklar altına alacak hedefsiz adımlar atıyor, ülkeyi uçurumdan uçuruma sürüklerken alay konusu oluyorlar.
Bir mafya örgütü yönetimi ele geçirdi, devlet rantlarını ve kişilere ait mülkleri bahaneler uydurup aralarında paylaşıyor, yolsuzluk-silah ve uyuşturucu ticaretinden kazandıkları kirli paraları aklıyor, ama kimse onları soruşturmaya cesaret edemiyor, onlar ise dünyanın gözü önünde yüz binleri olumlu hizmetleriyle suçluyor.
-Milyona varan insanı önce delil gösterme gereği duymadan terörist ilan ediyor, sonra düzmece suçlar üretiyor.
-Anayasaya aykırı düzenlemelerle, kişisel özgürlük kapsamındaki faaliyetleri suç haline getiriyor, sonra bunları geriye doğru işletip insanları işlendiğinde yasal olan eylemlerinden; devletin kontrolünde bir bankaya helal kazançlarından para yatırdıkları, devlet izniyle açılmış eğitim kurumlarında öğrenci okuttukları, ülkenin en çok satan gazetesine dergisine abone oldukları, herkese açık bir telefon uygulamasını yükledikleri, fakir öğrencilerin elinden tutup yardım ettikleri onlara eğitim fırsatı sundukları için ceza veriyorlar.
Masum insanları hukuk dışı uygulamalarla içeri tıktıktan ya da mesleğinden attıktan sonra, iktidar güdümünde bir adalet sisteminden kendisini aklamasını istiyorlar. Tüm hukuk yolları tıkanmış insanlar yıllarca mücadeleyle AYM’ye ulaşıyor. Orada da en basit bir davayı birkaç yıl bekletip insanları hayatından bezdiriyorlar. BM İnsan Hakları Komitesi son günlerde ülkedeki hak ihlallerini açıkça ortaya koyan bir karar aldı. Kişilerin yasal eylemleri nedeniyle suçlanıp cezalandırılmasının insan haklarını ortadan kaldırmak olduğuna hükmetti.
Geçmişte derin devlet yapılarınca işlenmiş cinayet dosyalarını ısıtıp piyasaya sürüyor, sorumluluğu hizmet hareketi üzerine yıkıp onları bir suç yapılanması gibi gösterecek senaryolar hazırlıyorlar. Emre Uslu’nun aktardığını göre; derin devletin verdiği gizli dosyaları MİT müsteşarı olma sevdasıyla AKP’lilerle paylaşan Hablemitoğlu, sırlarını ifşa ettiği için Tarkan Mumcuoğlu-Nuri Bozkır-Levent Göktaş ekibince infaz edildiği ifade tutanaklarında açıkça yazılıyor. Ama aldığı emre uyan savcı davaya hukuki açıdan bakmayı bırakıp dosyayı siyasi hedefe göre değiştiriyor: Telefonla neyin ne kadar konuşulacağını en iyi bilen, bitirme dosyaları hazırlayacak kadar cemaat düşmanı, olan Levent Göktaş’ın hiçbir delil olmadan cemaat yöneticileriyle telefon görüşmesi yaparak cinayeti birlikte kararlaştırdıklarını iddia edip onları da suça ortak etmeye çalışıyor.
Cahillerin kıskacında bunalmış ülkede kapasitesi olanlar kendilerine dışarıda yer arıyor, her gün akademisyen doktor gibi iyi yetişmiş insan gücü ve genç beyinler ülkeyi terk ediyor. Adalet bakanın ifadesine göre, yurt dışına kaçmak zorunda kalmış binlerce masum hakkında mafyaya dönüşmüş devlet kırmızı bültenler çıkarıp getirtmeye çalışıyor, ancak kimse suç şebekesi gibi davranan ülke yöneticilerinin gönderdiği düzmece dosyalara itibar edip iade etmeyince MİT insan kaçakçılığına başlıyor.
Gönüllüler ise, bin bir emek ve ihtimamla hazırlanan, her biri oldukça başarılı hizmetlere imza atmış, kurum ve kadroları şeytanlaştırarak öne çıkacağını sanan, cahil-ilkesiz, yöneticilerin tahribatıyla oluşan hayal kırıklığını çabuk atlattı. Hayata sıfırdan başladıkları yerlerde yeni başarılar için beyin sancısı çekerken, ülkede karar mekanizmalarına söz geçirip kötülüğe dur diyebilecek insaflı bireylerin çoğalması için çaba harcıyorlar.
*Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “herkul.org” sitesindeki yazısından faydalanılmıştır.
İsmail S. Gülümser