Eski düşünürlerden biri toplumların gelişmeye kapalı hale gelmesini iki önemli yanlışa bağlar.
-Üretme heyecanını yok eden tembellik,
-Detaylarla uğraşmanın zahmet ve meşakkatinden kaçma sonucu ortaya çıkan yüzeysellik.
Yaşadığımız coğrafyada geri kalmışlık sadece bu sebeplere bağlı olmasa da, çok önemli rol oynadığı muhakkak.
Bediüzzaman insanlardaki heyecan yoksunluğunu “dunhimmetlik” hedefsizlik ile açıklar.
Durağanlığı tercih edenlerin arttığı ülkelerde dönemin gerekleri yerine getirilemeyeceği için ilerleme yavaşlar.
Bu durumdakilerde, kurulu düzeni değiştirme inancı zayıfladığı için mevcutla yetinme eğilimi artar.
Bugün İslam coğrafyası şanlı geçmişinden uzak bir görüntü veriyor. Çevremizde milyonlarca ilgi çekici olay akıp giderken ölümsüz eserler bırakan atalarımızın merak hissiyle ulaştığı ufku yakalama şansı ortadan kalkıyor. Yüz yıllar önce başarılmış şeyler öylece beklerken kimse üzerine yeni bir şey koyma gayreti göstermiyor. Dünyevi güç adına her imkâna sahip olanlar kaynakları insanlığın geleceğini aydınlatacak projelerde kullanacağı yerde, devlet kasasını ceplerine indirmenin hesabıyla oturup kalkıyor. Gelişmiş ülkelerde yapılan araştırmaları sadece master, doktora tezleri hazırlanırken kullanılıyor, onlardan yeni çıkarımlar yapma ütopya gibi görünüyor.
Yaşadığı döneme damgasını vurmuş insanlar incelenirken bile o gününü şartları içinde yapılan önerilere takılıp kalanlar aynı şeyleri motomot taklitle topluma aktararak faydalı olacağını zannediyor. Dinin sabit bazı hükümleri dışında her yaklaşımın yeniden ele alınması gerektiğini görmezden geldikleri için, bugünün dünyasının önünü aydınlatacak teklifler sunamıyorlar. Bazıları ise geçmişin sağlam değerlerini yok sayıp batıdakini taklit öneriyor. Her şeye üstünkörü bakanların olduğu yerde kimse hiçbir şeyi araştırma, yanlışları düzeltip ülkeyi kalkınma yolunda ilerletmek için çaba harcamıyor. Her gün propagandasını yaptıkları dinin gereklerini bile öğrenmeden, yapılan yönlendirmelere boyun eğip ülkenin uçuruma yuvarlanmasını seyrediyorlar. Kur’an ve hadis kaynaklarına sathi gözlükle bakan bir camia, onların içindeki günümüze ışık tutacak cevherleri arayıp bulma gereği duymuyor, tarihi hikâye anlatır gibi aktarıp değersiz bir meta haline getiriyor. Sadece ibadet adabıyla halkı oyalamakla yetinen din adamları, çöküşte sorumlulukları olduğunu unutup önlerine konan siyasi içerikli hutbelerle toplum mühendisliğine aracılık ediyor.
En aklı başında gibi görünen insanlar bile sığ tartışmalara kapıldığı zaman inandığı değerleri yitirmeye başlıyor. Senaryolarla cazip görüntü içinde sunulan düzmece haberlerle toplum meşgul edilip oradan oraya savruluyor. Olayların arka planını araştırmaya eğilimini yok ettikleri bir toplum içinde bulunduğu dünyanın problemlerini inceleme ihtiyacı duymuyor.
Medya ve iletişim araçlarının bu kadar yaygın olduğu bir dönemde gelişmiş ülkeler her konuyu en ince ayrıntısına kadar araştırıp önümüze koyarken, olaylara yüzeysel yaklaşanlar çok zaruri ihtiyaçlarını bile öğrenip araştırma gereği hissetmiyor. Geniş bir kesim güvenilir olup olmadığına bakmadan sadece medyadan ve sosyal medyadan toplum mühendisliği için görevlendirilmiş yazar ve trollerden öğrendiği kirli bilgilerle yetiniyor.
Detaylı çalışmayı engelleyen haber ve videoların birçoğu sahte suni güncel tartışmalarla kalabalıkları yanlış bir istikamete sürüklediğinin farkında değil. Hâlbuki değişimin çok hızlı olduğu günümüzde, geride kalanlar başkasına uydu olmaktan kurtulamaz. Eğer bir toplum heyecan yoksunu hale gelmişse hayatın her alanında çürüme kendini gösterir.
Tembelliği hayat tarzı haline getirenlerin çoğunlukta olduğu bir yerde ekonomi-kültür-bilim hep birlikte tükenip kaybolur. Etrafında dönen dolapların perde arkasını araştırıp itiraz edeceklerin varlığı kolayca yönlendirmek isteyenleri rahatsız eder. Mutlu bir azınlığın geniş kesimleri köle gibi gördüğü bu ortamda, vatandaşlar ümidini kaybeder önlerine konan projelerin parçası olurlar.
-Osmanlı’nın son döneminden itibaren toplumun önemli bir kesimi, gücü ele geçirmiş despot yönetimlerin dayatmaları karşısında yanlışa dur deme cesareti gösterememiş, çaresizlik içinde olayları seyrederken ülke ırkçılık cereyanlarının ve gruplaşmaların yıkıcı tesiri altında parçalanmıştır.
-70’li yıllarda gasp ettikleri gücü bırakmak istemeyen bir azınlık, toplumu bölüp parçalayarak birbirine düşürmüş, yıllarca süren ölümlü kavgalara zemin hazırlamıştır. Halk olaylar karşısında yanlışı değiştirme azmini kaybettiğinden acz içinde beklemiş, kimse planlanan oyunu bozacak adım atamamıştır.
-80 ve 2000’li yılların başında bütün toplum kesimlerini ülkenin gelişmesine katkıya davet eden iktidarlar çok önemli kalkınma hamleleri gerçekleştirdi, her alandı yıldızı parlayan, İslam âlemi için model bir ülke oldu.
-2010’dan sonra elde ettikleri güçle başı dönen yeni yönetim, bencilliklerinin esaretine girdi, kendi gizli ajandalarını gerçekleştirmek için el birliği ile inşa edilmiş bütün olumlu hizmetleri yıkmaya koyuldular.
“Kimseye acımayacaksınız, acırsanız acınacak hale gelirsiniz” telkinlerine kapılan yandaşlar, insani değerleri terk etti, masum vatandaşlara karşı girişilen acımasız bir savaşın (zulüm ve gaspın) parçası oldular.
Kötülüğün hayat biçimi olduğu bir partide içten çürüme ve yozlaşma her yeri kapladı.
-Akıncı ve ülkücü gençler, küfür ve hakaretlerle muhalifleri susturan ahlak düşkünü trollere dönüştü.
-Günaha kapalı partililerden, her türlü hırsızlık ve yolsuzluğa bulaşmış karakter zaafı olan yağmacılar türedi.
-Mağdurların yanında olması gerekenler, zalimlerin yanında yer alıp her çeşit zulme aracılık ettiler.
İçinde bulundukları zaman diliminin gereklerine uymayı uzun ve zahmetli bir iş olduğunu sananlar, kısa yoldan istedikleri sonucu elde etmek için toplumun tüm varlıklarını üzerlerine geçirme yarışına girdi.
Ülkeye çağ atlatma hayaliyle başladıkları halde son yüz yılın tüm kazanımlarını harcayıp tükettiler.
-Demokrasi nimetlerini tatmış bir toplumu, geçmişin şiddet ve baskı rejimlerinin katmerlisini yaşattılar.
-Hukukun üstünlüğünün az çok hayata geçirildiği bir toplumda, hak ve adalet kavramlarını yok ettiler.
-Görev sınırlarını öğrenmeye başlamış güvenlik birimlerinde, eski zorbalıkları geri getirdiler.
-Medyadan iş dünyasına kadar her yeri yağmaladı, harami bir yağma düzeni kurdular.
Şer odaklarıyla ortak kurdukları keyfi idarede menfaat devşirirken ülke her alanda geriledi.
-Artan milli gelir düştü ve halk giderek fakirleşti.
-Yolsuzlukla mücadele vaadini unutan yöneticiler soyguna ortak olunca, devlet kara listeye alındı.
-Yasaklara karşı mücadeleyle parlayan yıldız söndü, yüzlerce yeni yasakla her yer karanlığa gömüldü.
Ülke demokrasi-kara para aklama-gelir dağılım-adalet dâhil birçok konuda dünya sonuncusu haline geldi. Gelişmiş dünyaya ayak uydurma aşamasına gelmiş bir ülke gitti, yerini despotik yönetimlerin olduğu Rusya-Çin Kuzey Kore-Venezüella’yı özenen, onlarla kendine koruma kalkanı oluşturmaya çalışan bir anlayış hâkim oldu.
Olayları yüzeysel değerlendiren yazarçizerlerin olduğu yerde, MİT bilgiye erişim kaynaklarını ele geçirip vatandaşları manipülatif haberlerle toplum mühendisliği yaparak yönlendiriyor, hayalleri gerçek gibi sunuyor.
-Yaşanan mali krizin görünmesini engellemek için Avrupa’da raflar boş yalanıyla toplumu kandırıyor.
-İş umudu kaybolan genç beyinler yurt dışına kaçarken, işsizlik yok diyerek itirazları bastırıyor.
-Suriye olmadı, Yunanistan’la savaş çıkarıp ölüm ve hamaset üzerinden halkı etraflarına toplamayı planlıyor.
-Lüks ve debdebe içinde bir hayat sürerken, toplumdan yiyecekleri kısma, aza kanaat bekliyorlar.
Uzun vadede işe yaraması mümkün olmayan eski komünizmden kalma yöntemlerle, halkı ucuz market zincirleriyle kuyruğa dizip yaşanan krizi saklamayı düşünüyorlar. Üniversite yönetimlerinin bile partililerce paylaşıldığı bir ortamda basından eğitime kadar tüm bilgi kaynakları kısır çekişmelerin aparatı haline geliyor.
Pansuman tedavilerle yetinen bizim gibi ülkelerde kalıcı olumlu faaliyetler sürdürmek zordur. Toplumu harekete geçirecek bir anlayışa sahip olmayanların yönetimi üstelendiği bir yerde, kimse kılını kıpırdatma gereği duymuyor, geniş kesimler tembelliği tercih edip her şeyi yöneticilere bırakıyor. Heyecanın olmadığı yerde herkes mevcutla yetiniyor, kimse yaptığı hizmetleri genişletip detaylandırma zahmetine katlanmıyor, uyuşukluk dalga dalga yayılıyor. Olayları irdeleme ihtiyacının kaybolduğu bir ortamda güç sahipleri toplumu kolayca istedikleri istikamette sürüklüyor.
Kendilerini yenileme, bugünün ihtiyaç ve beklentilerinin ne olduğunu öğrenme gereği duymadıkları için eskide kalmış köhne yöntemlerle yol gösterebileceklerini zannediyorlar. Güncellikten uzak karanlık yaklaşımlarla gözleyenlerin tepkisini çekiyorlar. Olumlu bir hizmet üretmeden başkalarının yaptığı faaliyet, toplantı ve konserleri engelleyerek topluma yön verebileceklerini sanacak kadar sığ düşüncedeler.
Bugün topluma faydalı olmak isteyen her bireyin projeler geliştirip cehalet-taklit-bağnazlık-tembellik-heyecan yoksunluğu gibi hastalıkları ortadan kaldırmak için çaba harcaması şarttır.
Geleceğimize ışık tutacak olanlar ufku geniş, yaşadıkları dönemin şartlarını doğru okuyan;
-Kulaktan dolma bilgilere kanmayan, medyanın cazibesine takılıp kalmayan,
-Taklitle yetinmeyip, ilim ve fikir sahasında okuyup araştırarak ciddi kafa yoran entelektüel birikim kazanan,
-Öğrendiklerinden yeni analiz sentezler yapan ve gerçeğe ulaşmaya onları topluma yön verecek şekilde kullanmaya çalışanlar ancak önümüzü aydınlatabilir. Bu yapılmazsa ülke her dönem bir başka zorbanın sultası altında kıvranır, toplumu kolay gütmek isteyenler onların özellikle cahil kalmasından yana tavır alır.
Günümüz aydınlarının ilk hedefi toplumdaki heyecanı öldüren, tembellik ve yüzeysellikten kurtarma olmalı.
*Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “herkül.org” sitesindeki yazısından faydalanılmıştır.
İsmail S. Gülümser / AktffHaber