20. asrın başlarında Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadro, toplumsal dokunun mayası olan dini hassasiyetleri gelişmenin önünde engel olarak gördü.
-Eğer halkı daha çok seküler hale getirirsek,
-İnsanlarda, aza kanaat duygusunu kaldırır kazanma hırslarını harekete geçirebilirsek, belki gelişmenin önünü açabiliriz şeklinde bir anlayışla hareket ettiler.
Bu yüzden eğitim kurumlarından dini neredeyse tümden çıkarıp attı, onu cami ve cemaate hapsettiler. Hatta tekke ve zaviye kültürünün mahalleye yansıttığı kötülüklere kapalı Anadolu Müslümanlığını bile istemedi, karaladılar
Halkın kültür düzeyinde dini yaşamasına izin verirken, bir yaşam biçimine dönüştürülmesine karşı çıktı bunun için çaba harcayanları da sistemlerine zarar verdiği düşüncesiyle rejim düşmanı ilan ettiler.
-Bediüzzaman kendi çevresine dini kılı kırk yarar bir anlayışla yaşanmasını telkin ettiği için,
-Süleyman Hilmi Tunahan harf inkılabıyla kaldırılan alfabeyi Kur’an kurslarında öğrettiği için dışlandılar.
-Tarikat ve cemaatlerin toplumsal dokudaki etkisini kırmak için faaliyetlerini yasakladılar.
O günden bu yana sistemi kuranların, her türlü günaha açık kültür Müslümanlığına itirazları yok, bunu daha ileri götürenlerin ise döneme göre farklı gerekçeleri kullanarak önünü tıkıyorlar.
1950-60’lı yıllarda Bediüzzaman, çevresinde toplanmış 5-10 insana iman hakikatlerini anlatıp toplum hayatından çıkarılmak istenen sağlıklı inanç temellerini yeniden kurduğu için din dışı bir faaliyet gibi gösterildi. Caminin bir köşesinde kendini tam ibadete verenler, cemaat tarafından aşırıya kaçan biri olarak görüldü ve uzak duruldu.
Toplumu çalışmaya teşvik edecek kayda değer çalışma yapmadan dinin kural ve kaidelerini toplumdan çıkarıp attı, onları hata kusurlara karşı korumasız bıraktı, Kültür Müslümanlığıyla yetinmesini istediler. Vatandaşlara, çalışma azmi kazandıramadıkları gibi tüm değer yargılarını yok ettikleri için ahlaken çürümenin önü açıldı.
Toplumun büyük bölümü dindar olmasına rağmen yanlışlar çok kolay bir şekilde halk içinde yayıldı.
-Köylerde cami cemaatinden olan insanlar başkasının malına namusuna tecavüz etmekten kaçınmadı.
-Merkezi yerlerde tüm günah yollarının açık tutulduğu kontrolden uzak şehirliler, hızla dejenerasyona uğradı.
-Beldesine göre hırsızlık-içki-kumar-sigara gibi zararlı alışkanlık ve davranışlar sıradan hale geldi.
-Büyüklerinin hiçbir ahlak kuralına bağlı olmadığını gören nesiller, öndeki kötü örneklerin yaşam tarzını benimsedi.
Toplumsal kokuşmanın önüne geçmek için kollarını makas gibi açıp onları iyiliğe davet edenler, nefsin isteklerine kendini kaptırmış bir halk üzerinde uzun yıllar etkili olamadı ve vatandaşlar kendi değerlerinden koptu.
Önce Demokrat Parti sonra Adalet Partisi iktidarları döneminde kısmen de olsa fırsat bulan kanaat önderleri, halkı yeniden kötülükten korumak için çalıştılar.
-Risale-i nur talebeleri toplumun iman hakikatleriyle buluşması,
-Süleyman Efendi talebeleri yasak savma şeklinde sınırlandırılmış Kuran öğretiminin canlandırılması,
-Farklı tarikat ve cemaatler vatandaşlara gönül zenginliği kazandırılması… için çaba harcadılar.
Bu gayretler etrafında toplananlar, kültür Müslümanlığıyla yetinmedi her biri kendi tarzına göre bir ileri aşamaya işi taşıyarak halkı uyardılar ve dinin köklü ahlaki kural ve kaidelerini topluma yaymayı hedeflediler.
Kurulan farklı ocaklardan faydalananlar, devletin çizdiği kültür Müslümanlığı sınırlarını zorlayınca hep dışlandı, gizli saklı başka ad ve unvanlar altında faaliyet yapmak durumunda kaldılar. 80 öncesi dini faaliyetler gizli cemiyet kurmayla suçlandığı için ancak devletin aralık bıraktığı kapılar kullanılarak yürütüldü.
-Süleyman Efendi talebeleri, dernek adına açılmış yurtlarda köylerden toplanmış çocuklara Kur’an öğretti.
-Hizmet gönüllüleri farklı illerde kurdukları dernek yurtlarında öğrencilere ahlaki değerleri anlattı.
-Tarikat ve cemaatler, bazı şuurlu din görevlilerinin vazife yaptığı camiler etrafında toplanmaya başladılar.
80 ihtilaliyle, sağ sol şeklinde ayrıştırılarak birbiriyle çatışmış gençlerin dernek vb. toplanma yerleri kapandığı gibi olaylara hiç adı karışmamış dini cemaatlerin kullandığı ortamlar da yasaklandı.
83’ten sonra üç Y (Yolsuzluk-Yoksulluk-Yasaklar)ı kaldırma sloganıyla askerlerde iktidarı devralan Özal hükümetinin getirdiği rahatlama ile her topluk yeniden çalışma imkânı buldu. Düşünce ve ifade hürriyetlerini genişletilmesi ve Demokles’in kılıcı gibi tepelerinde dönen yasakların kaldırılmasından sonra, hizmet grupları halk üzerinde kısmen de olsa tekrar etkili olmaya başladı.
Kütür Müslümanlığı yaşamasına izin verilen cami cemaatleri, kendilerini ve sonraki nesillerini korumakta zorlanırken, dini kontrolde tutmak için açılan imam hatip okulları dahil, farklı mutfaklardan istifade edenler bir adım ileri giderek toplumda öne çıktı. Dini cemaatlerin bir kısmı, özellikle siyasetten uzak durmayı seçerken bir bölümü muhafazakâr ya da siyasal İslamcı partiler etrafında toplanarak kendine koruma kalkanı aradı.
Devlet izin verdiği ölçüde dini yaşam için kurulmuş İlahiyat fakülteleri, (eskisi İslam enstitüsü) üzerinde bazı siyasi akımların etkili olma gayretleri sonuç verdi. Böyle olunca din adamı yetiştiren okullar üzerinde Erbakan’ın başını çektiği partinin görüşü olan siyasal İslam düşüncesinin ağırlığı artmaya başladı. Çoğunluğunu oluşturan ilahiyat kökenli öğretmenlerin görüşü İmam hatip okullarında öne çıkınca yetişen din adamlarının önemli bölümü belli siyasi parti temsilcisi gibi yetişti.
Halkın dini hayatı üzerinde doğrudan etkisi olmayan siyasal İslamcılar, farklı dini toplulukların gayretleriyle misyon kazanmış dindarlardan yararlanmaya çalıştı, ancak toplumun muhafazakarlığıyla bilinen kesimleri, uzun süre radikal anlayışlar içeren siyasal İslamcı çevrelerin telkinlerine mesafeli durmayı tercih etti.
Özal’ın getirdiği hürriyet ortamında gelişip büyüyen dini cemaatler, 28 Şubat 1998’de yeniden tırpan yedi, büyük bölümü faaliyetini kısıtlamak zorunda kaldı. Baskı ortamının oluşmasında sembol olarak kullanılan o günlerde siyasal İslam’ın temsilcisi gibi gösterilen rahmetli Necmettin Erbakan’dı. Onu ve çevresini cüzzamlı gibi sunan bir anlayış ülkeye hâkim olunca onu, ilk reddeden kısa bir dönem hapis yatmış Erdoğan oldu. Kuruluş aşamasında içinde yer aldığı siyasal İslamcı arkadaş grubunu radikallikle suçladı, farklı dünya görüşlerinden insanları yüksek perdeden vaatlerle bir parti etrafında toplayarak öne geçti.
Yaklaşık 20 yıldan beri iktidarda olan AKP kurmay kadrosu, siyasal İslamcı öğretilerle büyüdüler ancak Müslümanlığın toplum hayatına yerleşmesinde uzak bir anlayışla ülke yönetiyorlar. Hassas bir dini anlayışın, günah işleme özgürlüklerini kısıtlayacağını düşündükleri için, kendilerine özgü fetvalarla tüm ahlak ve hukuk kurallarının etrafını dolanacak yollar buluyor, gevşek laubaliliklere ve hataya açık keyfi bir din yorumuyla faaliyet yapıyorlar.
Etraflarında toplanmış idealist, gerçekten dini hassasiyet bekleyen insanları, devlet yönetimini ele geçirinceye kadar har türlü yanlışa izin verdiklerini sistem kurduktan sonra dini yaşama döneceklerini anlatıp avutuyorlar.
-Yolsuzluk hırsızlık değildir.
-Mut’a nikâhıyla fuhuş caiz hale gelir.
-Devlet başkanının %10-20 her ihaleden pay almaya hakkı vardır.
-Sizden sonra gelecekler daha kötü onlara bırakmamak için devletin içini boşaltmakta mahzur yoktur.
-İktidarı sürdürmek için her şey mübahtır, diğerleri gibi her kötülüğü işlemeden rekabet etme şansı olmaz.
Bunların bir kısmını açıktan seslendirdiler, bir kısmını ise icraatlarıyla ortaya koydular.
AKP iktidarı kültür Müslümanlığıyla yetinme isteyince geniş toplum kesimlerine hiçbir ahlak kuralı yerleştirmeyi düşünmedi. Bırakın iyilik telkin etmeyi icraatlarıyla her türlü yanlışın kapısını ardına kadar aralayıp yaygınlaştırdılar.
Dindar gibi görünen bu kadro, yönetim görevini üstlenince,
-Kolayca devlet malını çaldı, halkın varlıklarını üzerine geçirdi, kul hakkı yemekte beis görmedi.
-Evlilik müessesi yıkılırken yerini İran’da ülkemize ihraç edilmiş günübirlik evliliklere alan açıldı.
-Yalan ve toplumu kandırma sıradanlaştı, siyasi hedeflere ulaşmak için devlet görevlileri suça bulaştırıldı.
Seçimler herkesin gözü önünde çalındı, tüm devlet ihalelerinden pay alındı, devlet hazinesi boşaltılıp kişisel kasalara aktarılması hak gibi gösterildi. Beyoğlu varoşlarından çıkmış dar gelirli aileden gelen biri devletin her türlü karlı ticari işini üslenip filolar kurarak ülkenin en zenginlerinden biri haline geldi.
Sadece kültür Müslümanlığına izin veren derin yapılar,
-Çok sayıda İmam hatip okulu açtığı halde oralarda temel değerleri kazandırma gibi bir derdi bile olmayan,
-Bütün özel yurt ve okulları Erdoğan’ın oğlunun kurduğu TÜGVA vakfına aktarıldığı halde bu binalarda seküler yaşam tarzının önünü açan bir ekibin yaptıklarından şimdilik rahatsız görünmüyor.
Kullanışlı aparat olmayı kabullenen birine her imkânı tanıyor, ortadan kaldırmayı hedefledikleri birliktelikleri dağıtması şartıyla, onun ülke tapusunu üzerine geçirmesine fırsat verip seyrediyor, istedikleri sürece tutup, gerektiğinde çöpe atmak için yaptıklarını kaydederek bekliyorlar. Toplumda ahlak anlayışını geliştireceklere gelince onların, karanlık işlerine çomak sokacağını düşünerek anında önlerini tıkıyorlar.
Küçük menfaatlerle kandırılan dini cemaatlerin çoğu, bu anlayışla yönetilen ülkede nesillerin yok oluşunu izlerken, gönüllüler her şeyi kaybetme pahasına buna karşı durdukları için yönetim ve destekçilerince hain ilan ediliyor.
İsmail S. Gülümser